Haksız yere insanlar ölmesin diye askere gitmek
Askere gitmek… Ölmek ve öldürmekle anılan bir kurumun parçası olmak nasıl olur da haksız yere insanların ölmesine engel olmanın bir yolu olabilir?
Bireysel olarak bakarsanız imkânsızdır bu. Ama zaten sistem doğduğumuzdan itibaren her şeye bireysel olarak bakmamızı istemiyor mu? Çalıştığımız yerde işçiler işten atılıyorsa, ben nasıl işimi korurum, gemisini kurtaran kaptan nasıl olurum düşüncesi gibi... Aynı şey savaşta da geçerli değil mi? Savaştan uzak kalabilmek mümkün mü? Birinci Körfez savaşından itibaren moda olduğu üzere savaşı televizyonlardan seyretmek, cık cık diye sesler çıkartıp, savaşın ne de kötü bir şey olduğundan bahsetmek kurtarır mı kimseyi? Arkadaşın işten çıkartılırken sustuktan sonra sıranın sana gelmesi gibi, savaşın da er ya da geç bireysel olarak kapını çalması engellenebilir mi? Emekçi, yoksul halkın bırakın 30 bin lirayı verebilmeyi, 30 yaştan sonra bedelsiz askerlik muaf tutulsa bile o yaşa kadar (birkaç istisnanın profesyonel sporcu olması hariç) tecilli olma şansı yokken, tercih şansı olmayan ve mutlaka ordunun saflarını dolduracak milyonlar göz ardı edilebilir mi?
Hayır! Bireysel bakamayız, bakmamalıyız. Savaşı uzaktan izlemek ne savaşın vahşetini ve haksızlığını ortadan kaldırır ne de sonuçta bizi tüm bunlardan kurtarabilir. Nihayet bir şeyler olacaksa, bir şeyler değişecekse, tercih hakkı olduğunu zanneden zavallı bireylerin kendini kandırmasıyla değil milyonların kendi çıkarlarını tercih ederek hep birlikte vereceği mücadeleyle olacaktır. Tüm bu sorulara verdiğim yanıtlar beni “ya paranı ya canını” yasası olan bedelli askerliği reddetmeye ve adım adım yolu döşenen profesyonel orduya karşı çıkmaya sevk ediyor.
Bugün savaşların sebebi kapitalist sistemdir. Orduları kapitalistler kuruyor, besliyor ve kendi çıkarları doğrultusunda savaşa gönderiyor. Ancak bunu yaparken çözmekte zorlandıkları büyük bir çelişki ile karşı karşıyalar. Savaş kararını veren kapitalist sınıf, toplumun son derece küçük bir azınlığını oluşturuyor. Ordunun saflarını ise, kaçınılmaz olarak, toplumun çoğunluğunu (Wall Street eylemcilerinin deyimiyle %99’u) oluşturan işçiler, emekçiler ve köylüler dolduruyor. Yüzde birlik bir azınlığın yüzde doksan dokuzu kendi çıkarları için savaştırması kolay iş değil. O yüzden başta büyük emperyalist devletler olmak üzere bir bir profesyonel orduya geçtiler.
Bizde de büyük emperyalist devletlere öykünen hakim sınıflarımız hararetle profesyonel orduyu destekliyorlar. Vicdani ret hakkını gündeme getirerek bu çabalarına demokratik bir maske takmaya çalışıyorlar. Vicdani ret hakkını baskılara göğüs gererek kullanmaya çalışanlara saygımız var elbette ki. Onlara yapılan baskılar karşısında dayanışma göstermek görevimizdir. Ancak vicdani reddin askerlik rejiminde kural haline getirilmesi profesyonel ordu kurulması demektir. Kaldı ki askerlik hizmeti yerine kamu hizmeti seçeneğinin sunulması, Batı’daki örneklerde, söz konusu alanlarda çalışan emekçilerin çalışma koşullarını ve sosyal haklarını tırpanlayan neo-liberal politikaların bir parçası olarak uygulanmıştır.
En önemlisi para vererek askerlik yapmamak, para alarak askerlik yapmanın yolunu döşüyor. “Niye hep biz ölüyoruz?” sorusuna yanıt veremeyenler, her şeyi parayla almaya alıştıkları gibi halkın da canını parayla alırsak sorunu çözeriz diye düşünüyor. Savaşta kendi yerini televizyon başı olarak tespit edenler için uygun çözüm. “Cık cık cık, vah vah ama zaten askerliği onlar seçmemiş miydi, ziyanı yok…”
İşte profesyonel ordu, Kürt sorununu askeri yöntemlerle çözemeyen ve bir yanda bu gerçek dururken Suriye’de yeni maceralar peşinde koşan, emperyalizme açık çekler sunan bir devletin kendine bulduğu çıkış yoludur. Kürt sorununun sözüm ona askeri çözümü ve süren savaş, Suriye başta olmak üzere bölgede girişilecek maceralar hepsi %99’un çıkarlarına karşıdır. O halde neden %99’dan uzak duralım? “Niye hep biz ölüyoruz?” diye soranlar “niye haksız yere öldürüyoruz?” sorusunu da sorabilir.
Tarihten örnek isteyen Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’ya baksın, Alman ve İngiliz askerlerinin karşı karşıya geldiği cephelere baksın, Vietnam Savaşı’na baksın, neden Vietnam’dan sonra ABD’nin profesyonel orduya geçtiğini sorgulasın. Daha yakına gelmek isteyen Zonguldak madencilerine, Ankara yürüyüşünde karşılarında ağlayan jandarma erleri ile çevik kuvvet polislerinin tutumu arasındaki farkı sorsun…
Bu yazı 6 Aralık 2011 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.