Yaşlı köstebek
21 Ocak 2024 dünya işçi sınıfının en büyük önderlerinden Lenin’in ölümünün 100. yıldönümü. Partimiz Devrimci İşçi Partisi, bu yılı Lenin Yılı olarak ilan etti. Devrimci Marksizm dergisinin bir özel sayısıyla ve 21 Ocak’ta çevrimiçi bir uluslararası konferansla başlayacak olan anma ve eğitim faaliyetleri bütün yıl boyunca devam edecek.
Neden? Çünkü Lenin işçiler başta olmak üzere her yerde yoksul, sömürülen ve ezilen insanlığın kurtuluşu için mücadele etmiştir. Şubat 1917’de Rusya’da patlak veren devrimi Ekim ayında zafere ulaştıran ve ardından bütün Avrupa’ya ve Asya’ya yaymak için mücadele eden büyük önderdir. Türkiye işçi sınıfı da bu ismi kalbine yazmalı. Hem Türkiye’nin 1923’te padişahlıktan cumhuriyete geçişini sağlayan savaş ve devrimin en büyük destekçisi hem de ülkemizde devrimci işçi sınıfı partisinin kurulmasının ardındaki ilhamı ve ortamı yaratan büyük devrimci. Ama bunlardan da önemlisi, uluslararası proletaryanın önderi.
Bu yazıda Lenin’in bizi ilgilendiren yanı yaşlı köstebeği en iyi izleyen ve gördüğü yerde hemen tanıyan modern çağ devrimcisi olması. Kim ola bu “yaşlı köstebek” diye soracak olursanız, Lenin’in de önderi Marx’a geri dönmemiz gerekir. Marx, “köstebeği” devrimin koşullarının nasıl hazırlandığını anlatmak için kullanır. İlham kaynağı burjuva devrimleri çağının büyük şairi William Shakespeare ve felsefede diyalektik düşüncenin atası olan 19. yüzyıl başı feylesofu Hegel’dir. Shakespeare ile Hegel’de “yaşlı köstebek” simgesinin ortak özelliği, çok zahmetli bir işi, çok uzun bir süre boyunca yapmasıdır.
Marx ise köstebeğe devrim görevini verir. Köstebek “yaşlı”dır çünkü tarihin tamamı devrimlerle doludur. Devrim bir köstebek gibi uzun süre yer altında kazar da kazar. Toprak (yani sömürü düzeninin zemini) sonunda incelir, çöküşü bir darbede gerçekleşecek hale gelir. Sonra günün birinde tek bir hamleyle yeryüzüne huruç eder köstebek. Yani devrim o zahmetli işini bize çok fazla göstermeden, hatta hissettirmeden yapar. Marx Fransa hakkındaki ünlü bir incelemesinde (Louis Bonaparte’ın 18 Brumaire’i) kimsenin gözüne görünmeden yapılmış bu çalışma sonunda devrimin aniden patlak vermesi karşısında insanın içinden şöyle haykırmak geleceğini ekler: “İyi kazmışsın, yaşlı köstebek!” Kendini yıllar boyu saklamış olan devrim artık yeryüzündedir, ışığa çıkmıştır!
Demek ki devrim öyle kolay göstermiyor kendini. İşini sessiz ve derinden yürütüyor, sonra birden ortaya çıkıyor. O zaman neye kulak vermek, hangi tür gelişmeye uyanık olmak gerekiyor devrimin insanlığın gündemine girdiğini anlayabilmek için? Köstebek açıkta çalışmadığına göre çalışmalarını dolaylı yoldan, hangi belirtiler sayesinde anlayabiliriz?
Marx’ın örneğine dikkat etmek gerekiyor her şeyden önce, Lenin’e birazdan geleceğiz. Marx “İyi kazmışsın” diye yazdığında Fransa tarihin ünlü bir diktatörünün sultası altına yeni girmiştir. Louis Bonaparte adlı bu diktatör günümüzde siyaset biliminde hâlâ bir rejime adını vermektedir: Toplumda sınıfların yenişemediği, güçler dengesinin biri ya da öteki lehine bir galebeye izin vermediği durumda olağan temsil sisteminin dışından bir diktatörün burjuvazi yerine ama onun çıkarına yönetimi ele aldığı bir rejim. Buna dikkat edin! Burjuvazinin çıkarlarına diktatörce yöntemlerle hizmet eden bir yönetim yeni kurulmuşken, Marx devrimin derinden derine çalışmasını yapmakta olduğunu söylüyor. Küçük burjuva solcuları muhtemelen “devrim hayalmiş” diye ağlaşırken Marx “devrim işte böyle yapar hazırlığını” diyor.
19. yüzyıl ortasının Fransa’sının ekonomik, politik, diplomatik vb. hangi koşullarının devrimi hazırlamakta olduğunu burada tartışacak değiliz. Marx’ın metodunda dikkat etmemiz gereken şu: Bir toplumda ya da genel olarak dünyada tam da işler kötüye doğru giderken devrimin sessiz ve derinden çalışmasını yapmakta olduğunu ileri sürüyor Marx. Biz bunun anlamını kavramalıyız.
Bunun anlamı şudur: Her zaman değil ama bazen burjuvazinin olağandışı, diktatörce, despotça, müstebitçe yöntemlere başvurması, eskisi gibi yönetemediği anlamına gelir. İşte bu doğruysa o zaman devrim de derinden derine çalışmasını yapacak ortamı bulmuş demektir. Görüldüğü gibi burada diyalektik işliyor. Bir süreç sadece olumlu ya da sadece olumsuz değildir. Karşıtların birliğidir. Burjuvazinin diktatörlüğe başvurması, bazı durumlarda, devrimin hazırlığı ilerletmeye müsait koşullar bulmuş olduğu anlamına gelebilir. Tersinden, devrimin yükselmesi karşı-devrim tehlikesini neredeyse kaçınılmaz olarak içinde taşır. Devrimci parti devrimci teorisi ile bu karşıtların birliğini keşfetme görevi ile karşı karşıyadır.
Marx, Fransa örneğinde zamanlama konusunda yanılmıştır. Yaşlı köstebek işini Marx’ın beklediğinden çok daha geç tamamlamıştır. Ama bunun dışında öngörü tam tamına tutmuştur. Bonapartist rejime son veren, tarihte ilk kez işçi sınıfını, geçici bir süre için de olsa, iktidara getiren 1871 Paris Komünü olmuştur.
“Düş ile komedi karışımı bir şey”
Şimdi filmi yaklaşık 40 yıl ileriye doğru sarmak için gerekli bütün unsurlara sahibiz. Tarih 1914 ve sonrasıdır. Bu sefer yer bir ülke değil, bütün Avrupa’dır. Hatta Avrupa bütün dünyayı yönetiyor olduğu için bütün dünyadır. Sahne, insanlığın o güne kadar gördüğü en büyük mezbahadır: 1914-1918 arasında, sadece Avrupa’nın değil sömürge halklarının da canını yakan, dünyayı kasıp kavuran Cihan Harbi, yani Birinci Dünya savaşı.
Marx’ın mirasını devralan ise Lenin: Rusya’da Çarlık istibdadı koşullarında ülkenin işçi sınıfının mücadelesini devrim mecrasına akıtmak için ölümüne bir savaş veren Bolşevik Parti’nin önderi. Savaş patlak verince işçi partilerinin büyük çoğunluğu kendi burjuvazilerinin ardında savaş çığırtkanı kesilmiştir. Lenin ve arkadaşları ise savaşa karşı uzlaşmazca savaşmaya başlamıştır.
Lenin’in savaş politikasının ardındaki varsayım dünyanın devrimci bir duruma doğru ilerlemekte olduğudur. Lenin şöyle demektedir: Yönetenler artık eskisi gibi yönetemiyorsa, daha da önemlisi yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyorsa, kitlelerde harekete geçme konusunda açık belirtiler görülüyorsa, bir devrimci durum yaşanmaktadır. Bu durum, henüz devrim yaşanıyor demek değildir, ama tek bir kıvılcım devrimin patlak vermesine yol açabilir demektir. Dolayısıyla, bu insanlık mezbahasını devrime dönüştürmek gerekir. İşçi sınıfı iktidarı almalıdır. Savaşa böyle son verilebilir.
Bu, burjuvazinin saflarına geçen savaş çığırtkanı sözde işçi sınıfı önderlerinin o günkü dünya koşullarına ilişkin değerlendirmesine taban tabana zıttır. Onlara göre, insanlık devrimden ışık yılları kadar uzaktır. Gerici bir atmosfer bütün ülkelere hâkim olmuştur. Dolayısıyla devrim beklentisi bir “sayıklama”dır.
Lenin 1917’de Şubat devrimi yaşandığında, yani devrimci durum bir kıvılcımla fiilen bir devrime dönüştüğünde yazdığı bir metinde, 1914-1915’te Bolşevik Partisi’nin savaş politikasına ve devrimci durum tespitine düzen solcularından gelen tepkileri şöyle anlatıyor:
“1914 Kasım’ında Partimiz ‘Emperyalist savaşı iç savaşa çevir’ sloganını ileri sürdüğünde, ezilenleri ezenlere karşı sosyalizme ulaşmak üzere savaşa çağırdığında, sosyal yurtseverler bu sloganı nefret ve aşağılayıcı bir alayla, Sosyal Demokrat ‘Merkez’ ise inançsız, kuşkucu, ezik ve hep bekleme ruh durumunda bir sessizlikle karşılamışlardı. Alman sosyal şoveni ve sosyal emperyalisti David “delilik” demişti; Rus (ve Anglo-Fransız) sosyal şovenizminin, dilinde sosyalizmin, eyleminde emperyalizmin temsilcisi Bay Plekhanov ise “gülünç bir düş” (Mittelding zwischen Traum und Komödie) [Almanca “düş ile komedi karışımı bir şey”] olarak nitelemişti. Merkez’in temsilcileri ya suskunluğa gömüldüler ya da ‘boş uzayda çizilmiş bir düz çizgi’ türü ucuz şakalara başvurdular. Şimdi Mart 1917’den sonra bu sloganın doğru olduğunu görememek için kör olmak gerekir. Emperyalist savaşın iç savaşa dönüşmesi bir olgu haline geliyor. Yaşasın Avrupa’da başlamakta olan proleter devrimi!” (“İsviçre İşçilerine Veda Mektubu”).
Lenin tam dünya çapında bir insanlık mezbahası kurulduğunda bir “devrimci durum” tahlilini nasıl yapabilmiştir? Bütün olumsuzlukları dogmatikçe görmezlikten mi geliyordu? Hayır, tam tersine! Sadece emperyalist kapitalizmin insanlığı barbarlığa doğru çekip götürdüğünü değil, üstelik sözde sosyalistlerin de onların uşaklığını yaptığını gördüğü için durumun olumsuzluğunu ötekilerden daha da iyi görüyordu. Ama işte “devrimci durum” çıkarsamasını tam da durum çok olumsuz olduğu için yapıyordu. Diyalektiği kavramıştı. Her gelişmenin karşıt kutupların birliği olarak alınması gerektiğini kendi kuşağında en iyi anlayan 1914 sonrası Lenin’i idi. Bunun bazı koşullarda, barbarlık ile devrimi bir araya getirebileceğini biliyordu. Savaşın kapitalizmin sıkışmışlığını ve “yönetenlerin artık eskisi gibi yönetememesini” ortaya koyduğunu anlamıştı. Savaş ortamında yaşanan (ve burada sayamayacağımız kadar çok örneği olan) askerî isyan, işçi sınıfı grevi, ulusal başkaldırı örneklerinden hareketle “yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmek istemediğini” kavramıştı. İşte “devrimci durum”!
Ukrayna savaşı, Gazze soykırımı, Tayvan gerilimi, her yere faşizm tohumu
İşte dünya bugün tam da benzeri bir ortama giriyor, hatta girdi. Üçüncü Dünya Savaşı henüz çıkmadı. Faşizm hiçbir yerde yönetimi kendi ideolojik-politik temelleri doğrultusunda üstlenmeyi henüz başaramadı. Ama görmek isteyen gözler için bu yönde pek çok alamet belirdi. Yönetenler eskisi gibi yönetemiyor.
Büyük işçi ve emekçi kitleleri birçok ülkede yaygın grevlere başvurarak sınıf mücadelesini yükseltiyor. Bizde gün geçmiyor ki, sadece Bursa, Gebze, İstanbul, Eskişehir gibi işçi sınıfı mücadeleleri geleneği olan sanayi merkezlerinde değil Antep ve Urfa gibi mücadele geleneği çok daha taze olan kentlerde de parlamalar sık sık görülmeye başladı. Ezilen ulusların, en başta Filistin halkının uğradığı büyük katliam ve baskılara karşı dünyada ve elbette Türkiye’de mücadele yükseliyor. En önemlisi, 2011 Mısır ve Tunus devrimlerinden beri devrimci patlamalar durulmadı. Henüz dünya devrimi başarılı bir yörüngeye girmedi ama erken başladı. Yönetilenler eskisi gibi yönetilmek istemiyor.
Yaşlı köstebek toprağın altında fabrika gibi harıl harıl çalışıyor. Kulağınızı yere dayayıp dinleyin. Homurtusunu duyacaksınız. Aman yanılmayın. Daha kötü günler görmeyeceğiz demiyoruz. O kötü günleri yaşarken umudumuzu yitirmeyelim diyoruz. Yolun sonunda devrim ile faşizm, devrim ile her tür istibdad, devrim ile insanlık mezbahası bir savaş hesaplaşacak diyoruz.
Almanya’ya kaçmayın. Köşenize çekilip melankoliye düşmeyin. “Ben sadece ailemi düşünürüm” demeyin. “Aman benim evladım karışmasın” demeyin. Dünya savaşı başlarsa, hele nükleer çağda, kimse kaçamaz, o savaş herkesin evladını yutar. Faşizm, ama öyle her dakika her baskı için kullanıldığı anlamda değil, Nazizm türü faşizm, gerçek faşizm, tepemize çökerse hiçbir işçi ailesi felaketten kurtulamaz.
Tek yol devrim için hazırlanmaktır. Bunun da koşulu Leninist partide örgütlenmektir.
Bu yazının özet bir versiyonu Gerçek gazetesinin Ocak 2024 tarihli 172. sayısında yayınlanmıştır.