Lenin’in küçük kardeşi Trotskiy
20 Ağustos 2020, 1936-38 arasında yüz binlerce komünisti öldürerek Sovyet devletini eline geçirmiş olan bürokrasinin görevlendirdiği bir ajanın, Meksika’da sürgünde bulunan Trotskiy’in kafasına buz baltasını indirdiği günün 80. yıldönümü. Bürokrasinin siyasi önderi Stalin böylece Dünya Savaşı konjonktüründe durum kendi aleyhine dönerse, Ekim devriminin iki numaralı önderinin yeniden Sovyet devletinin başına geçmesi korkusundan kurtulmuş oldu.
Ama daha uzun vadeli bir perspektiften bakıldığında, Stalin Trotskiy’i öldürtmekte geç kalmıştır!
Trotskiy’in hayatının son demlerinde benimsediği siyasi amaç çok berraktı: Ekim devriminden, Bolşevizmden ve Lenin’den öğrendiklerini genç kuşaklara aktarmak, o büyük mücadelenin ateşi içinde çelikleşmiş anlayışı yaşatmak, sürekliliğini sağlamak. 1935 yılında güncesine bunun hayatında üstlendiği en önemli görev olduğunu yazıyordu: Ekim devriminin başarıya ulaşmasındaki muazzam rolünden de, Kızıl Ordu’nun komutanı olarak İç Savaş’ın kazanılmasında oynadığı rolden de önemli. Çünkü, diyordu, ben olmasaydım da Lenin hallederdi. Ama şimdi, diyordu, maalesef o kuşaktan bu bayrağı taşıyacak başka herhangi biri yok.
Görevin tamamlanması için beş yıla ihtiyacım var diyordu. Hayat ona tam beş yıl verecekti. O da Dördüncü Enternasyonal’i kurmayı ve böylece dünya devrini hedefinin, Komintern’in kazanımlarının, en önemlisi 20. yüzyılın Marksist ya da değil önemli şahsiyetleri arasında bir numara olan Lenin’in kavrayışının bir örgüt ve bir programda cisimleşmesi hedefini gerçekleştirmeyi başaracaktı.
Bugün sosyalizm ve Marksizm dünya çapında bütünüyle terk edilen bir ideoloji ve bir siyasi akım derekesine düşmediyse bu, büyük ölçüde Trotskiy’in arkasında bıraktığı Dördüncü Enterasyonal geleneğinin sayesindedir.
Kimileri Trotskizm denince “sürekli devrim” düşünür, biraz romantik. Kimilerinin aklı hep “muhalefet” kavramına gider, Sovyetler Birliği çökmüşken bile “Sol Muhalefet” adıyla oyalanırlar. Kimileri Trotskizmi bir “demokrasicilik” oyunu sanırlar. Türkiye’de ise kimileri “Kemalizm”le bozmuşlardır, salt “muhalefet” ve “demokrasi” düşkünlükleri dolayısyla. Mesela sol liberalizm akıllarına bile gelmez.
Biz Trotskizm demeyiz, devrimci Marksizm deriz. Çünkü kendi başına bir Trotskizm yoktur. Trotskiy’in kendi katkılarının önemi dağ gibidir. Ama bizim için ve ne mutlu bize ki Trotskiy için de, onun asıl önemi Lenin’i, Ekim’i, Komintern’i 21. yüzyıla taşımanın koşullarını yaratmasında yatar.
Trotskiy sanki Lenin’in küçük kardeşidir. On yaş kadar küçüktür ondan. Onu belki biraz kıskanmıştır, onunla uzun süre kavga etmiştir. Ama Lenin’i kimse onun kadar iyi anlayamamıştır. Anladığı andan itibaren de iki numarası olmuştur. Aynen devrimin iki numarası olduğu gibi, o Finlandiya’da gizlenirken Ekim ayaklanmasının önderliğini yaptığı gibi.
Tarihi sicil artık düzeltilmelidir. And olsun ki, daha önce yapılamazsa, devrimci Marksizm zafer kazanınca, Trotskiy’in Meksika’da öldürüldüğü evde muhafaza edilen külleri kendi memleketine taşınacak, Lenin’in mozolesine gömülecektir! Öyle hemen yanına falan değil. Mozolenin arkasında birçok yaşlı bürokratın cesedinin yanında, Kızıl Ordu’nun İç Savaş’ta ölen işçi ve köylü askerlerinden bazılarının gencecik cesetleri yatıyor. Mezarlarının başında, ne bileyim sözgelişi, İgor Galev (1900-1919) yazıyor. İşte o gencecik bedenlerin yanı başına bir mezar daha açılmalıdır. Başına da bir basit taşa “Başkomutan Yoldaş Lev Davidoviç Trotskiy (1879-1940)” yazıldı mı, tepesine çınar bile gerekmez.