İspanya’da üçlü deprem
Dünyanın her ülkesinde siyasi sistemin teyelleri atıyor. İspanya, Madrid bölgesinde yapılan bölge başkanı seçiminde son yıllardaki iniş çıkışlı gelişmesinin bir örneğini daha sundu. Ama bu inişler ve çıkışlar aynı zamanda çok önemli bazı eğilimleri içeren belirgin bir tabloyu da ağır ağır ortaya çıkarıyor. Seçimde ülkenin geleneksel sağ partisi Partido Popular’ın (PP, yani Halk Partisi) adayı büyük bir zafer kazandı. Ama bu önemli değil. Önemli olan başka.
Trump İspanya’da
İspanya’da politik aritmetik 2015’ten sonra büyük bir altüst oluş yaşadı. Solda ortaya çıkan Podemos’u birazdan inceleyeceğiz. Sağda ise iki ayrı yeni parti doğdu. İlki, geleneksel sağcı parti Partido Popular’ın (PP) politikalarından tatmin olmayan terbiyeli liberallerin kurduğu sağ parti Ciudadanos (Yurttaşlar Partisi, siyasi çizgisini bizdeki Deva Partisi gibi düşünün). Aynı dönemde doğan sol parti Podemos ülkenin üçüncü partisi haline gelirken, bu da dördüncü büyük parti oldu. Ama bunun yanı sıra, çok yakınlarda, 2019’dan itibaren Vox adında bir ön-faşist parti doğdu ve seçimlerde önemli başarı kazanmaya başladı. Böylece Avrupa’da faşizmin yükselişi dalgasına Franco’nun ülkesi, büyük bir gecikmeyle de olsa katılmış oldu.
Ama bu üç yeni (ve göreli olarak güçlü) partiye rağmen merkez sağ (PP) - merkez sol (PSOE, yani sosyal demokrat parti) arasındaki gidiş gelişler hâlâ ortadan kalkmış değil. Bunlar hâlâ en güçlü partiler ama artık kendi başlarına hükümet kuracak kadar oy elde edemiyorlar. Sağcı PP’nin adayının Madrid bölgesi seçimlerini kazanması bu yüzden kendi içinde çok önemli değil. 2019’da yapılan seçimi de aynı parti aynı adayla kazanmış. Ama bu adayın giderek berraklaşan siyasi profili ve Madrid’i kiminle birlikte yöneteceği çok önemli. Isabel Díaz Ayuso, günümüzde “İspanya’nın Trump’ı” olarak anılan bir kadın politikacı. Kadın hakları düşmanı bir kadın. Zenginlerin yüksek vergi ödemesine karşı olan bir hâkim sınıf yanlısı. Madrid bölgesi Covid-19 pandemisinde bütün ülkeden daha kötü durumda olduğu halde bütün restoran ve barları açık tutan bir Trump-Bolsonaro karışımı. Yıldızı o denli parlamış ki bazı yorumcular, bir süre sonra partisinin ve sonra da ülkesinin başına geçmesinin güçlü bir ihtimal olduğunu söylüyor.
Bu seçimler ara seçimler. Nedeni de ülkenin bir dizi bölgesinde ve bu arada Madrid’de PP ile Ciudadanos arasındaki ittifakın bozulması. (İspanya Franco sonrası dönemde “özerk bölgeler” üzerine inşa edildiği için bölge seçimleri özellikle önemli, bu seçim de ülkenin başkentinin içinde bulunduğu bölgede yapıldığı için çok önemli bir seçimdi.) Díaz Ayuso, bu seçimlerde oylarını iki yıl öncesine göre iki katına çıkartarak yüzde 44 oy aldı ve 136 sandalyelik bölge parlamentosunda 65 sandalye elde etti.
PP’nin bu zaferinin ters yüzü solun gerilemesi. Şu anda bir koalisyon hükümetinin büyük ortağı olarak iktidarda olan sosyal demokrat PSOE’nin oyları iki yıl içinde üçte bir oranında gerileyerek, yüzde 27’den yüzde 17’ye düştü. Bu, önümüzdeki dönemde PP’nin (ve belki de İspanya’nın Trump’ı Díaz Ayuso’nun) ülke çapında iktidara oynamasını bir ihtimal dâhiline sokuyor.
Ön-faşizm yükseliyor
6 Ocak’ta Amerikan Kongresi’nin paramiliter çetelerin de içinde yer aldığı kalabalıklar tarafından basılmasından sonra bir politikacıya “İspanya’nın Trump’ı” demenin ne anlama geldiğini okurumuza uzun uzun anlatmaya gerek yok. Trump Amerika’nın en gerici damarını yakalamış, sinsi yöntemlerle iktidarını uzatmaya çalışmış, ne ordunun ne de Cumhuriyetçi Parti’nin tamamının desteğini alamayınca sokak gücüne başvurmuş, faşist eğilimde bir politikacıdır. Gerçek gazetesinde sık sık kullanılan siyasi niteleme ile bir ön-faşisttir.
Ama son seçimlerde olan, sadece bir Trumpçının (İspanyolcada kullanılan terimle Trumpista’nın) seçilmesi değil. Díaz Ayuso’nun Madrid bölgesinde kurmuş olduğu iktidarın kimyasında büyük bir değişiklik yaşandı aynı zamanda. Yukarıda Madrid seçimlerinin bir dizi bölgede PP ile Ciudadanos arasında kurulmuş olan ittifakın bozulmasının sonucu olarak yapılan bir ara seçim olduğunu söyledik. Bu seçimlerde Ciudadanos çok ağır bir darbe aldı. Daha önce Madrid parlamentosunda 26 sandalyesi olan ve iktidar ortağı olan parti bu kez meclise bir tek temsilcisini bile sokamadı! İki yıl önce yüzde 20’ye yakın oy almışken bu sefer yüzde 3,5’e düştü! Ciudadanos’un oylarının neredeyse tamamı Díaz Ayuso’nun listesine gitti.
Ciudadanos çok yakın bir geçmişte, İspanya’nın Madrid kadar önemli diyebileceğimiz bir başka bölgesinde, Katalonya’da da bir felaket yaşamıştı. 2017’de yapılmış olan bir önceki seçimlerde yüzde 25 alan parti yüzde 5 civarına gerilemiş, parlamentodaki 36 sandalyesinin 30’unu yitirmişti! Yani Madrid çöküşü münferit bir olay değil, ülke çapındaki genel bir eğilimin yeni ve sarsıcı bir ifadesi. Ciudadanos İspanya politikasından yavaş yavaş siliniyor.
Bunun kendi başına hiçbir önemi yok. Sonuç olarak Franco’cu bir geçmişe bulaşmamış temiz yüzlü gençlerin liberal bir partisinden söz ediyoruz. Ama sağda Ciudadanos’un yerini kimin almakta olduğu sorusu çok önem taşıyor. Burada tablo açık. Ön-faşist parti Vox her ne kadar şimdilik (sadece bir defa ulaştığı yüzde 18’lik bir istisna dışında) oyunu genellikle yüzde 10’un üzerine çıkaramasa da en azından Madrid’de özel bir avantaj elde etmiş durumdadır. Díaz Ayuso’nun 136 sandalyelik parlamentoda 65 sandalye ile iktidarını yürütemeyeceği açık. Çoğunluğu ancak Vox’un (yüzde 9’luk bir oyla elde ettiği) 13 sandalyesinin desteğiyle sağlayabilecek. Trumpista Díaz Ayuso’nın kendi siyasi pozisyonu göz önüne alınınca tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş diyebilirsiniz. Ama işte sağ iktidar ittifakının kimya değişikliği çok önemlidir. Franco’ya bulaşmamış liberal gençler gitmiş, yerini Franco rejiminin günümüze uyarlanmış ön-faşist temsilcisi Vox almıştır. Deva Partisi gitmiş, MHP iktidar olmuştur!
Faşistler, “Öfkeliler”in liderini kovdu
15 Mayıs günü, İspanya’nın Akdeniz havzasında 2011 yılında yaşanan büyük devrimci dalgaya katılmasının tam 10. yıldönümü. İspanya’nın politik geleneğinde önemli siyasi tarihler (seçimler, büyük grevler, kitle eylemleri vb.) tarihin kısaltılmasıyla veriliyor. Biz 27 Mayıs deriz, onlar 27M diyorlar. 10 yıl önce başlayan büyük halk hareketi de bu yüzden hep 15M olarak anıldı. Şimdi 4 Mayıs günü yapılan Madrid seçimi de 4M olarak anılıyor. 4M, tam 10. yılına gelinirken 15M’nin tarihinde bir dönemi kapattı.
Ne demek istediğimizi anlatmak için 15M’nin en önemli politik sonucunu hatırlatmamız gerekiyor. 2011-2013 devrimci dalgasında (aralarında Türkiye’nin de bulunduğu) bir dizi ülkede kitleler isyan içinde ayağa kalktı. Bu, İspanya’da bütün büyük kentlerin ana meydanlarının (Madrid’da Puerta del Sol, Barselona’da Catalunya vb.) haftalar boyu, on binlerin, yüz binlerin işgalinde kalması biçimini aldı. Bu harekete “Indignados” (“Öfkeliler”) hareketi dendi. Bu kitleler büyük ölçüde bizim 2013 halk isyanında Taksim meydanını işgal eden kitlenin sosyolojik dokusuna sahipti. Sonuçta hem bu sosyolojik yapı, hem İspanya’da herhangi bir etkili devrimci parti olmaması, hareketin ağır ağır sönümlenmesine yol açtı. Ama kimileri bizde bir “Gezi Partisi” doğmamasına hayıflanır ya, İspanya’da bir 15M ya da “Öfkeliler Partisi” kuruldu. 2014 yılında, en önünde Pablo Iglesias adını taşıyan bir siyaset bilimi profesörünün yer aldığı bir önderlik kadrosu, Podemos (“Yapabiliriz” anlamına geliyor, Obama’nın 2008’deki “Yes, we can” sloganından esinlenmiş açıkça) adlı partiyi kurdu. Parti, kitlelerdeki mücadeleci ruh durumu dolayısıyla bir sene sonra ilk kez girdiği seçimde oyların yüzde 21’ini alarak ülkenin en büyük partileri arasında üçüncü sıraya oturdu.
Podemos, bu altüst oluş içinde sonunda büyük ortağı sosyal demokrat PSOE olan bir koalisyon hükümetinde iktidara ortak bile oldu. Lideri Pablo Iglesias da başbakan yardımcılığına kadar yükseldi. Ancak Madrid bölgesinde 2019 seçimleri öncesinde yaşadığı bölünme ters yönde bir eğilime işaret ediyordu. Partinin en önemli liderlerinden bazıları, en başta partinin ideologlarından Iñigo Errejon olmak üzere Podemos’tan koptu ve Más Madrid adından bir parti kurdu (bu şimdi ulusal çapta bir örgütlenmeye doğru adım adım gelişiyor). Bu yüzden Podemos Madrid’de zaten zayıflamıştı.
Madrid seçiminin temsil ettiği tehlike karşısında Iglesias olağanüstü bir adım attı ve başbakan yardımcılığından istifa ederek Madrid seçim kampanyasının başına geçti. Amacı görünürde Trumpista’yı geriletmekti. Sonucun ne olduğunu söylemeye bile gerek yok. Ayrıca Iglesias Podemos’un Más Madrid’e karşı daha güçlü bir çıkış yapmasını hedeflemiş olabilir. Onda da başarıya ulaşamadı.
Bütün bunların üzerine seçim gecesi, Podemos’un, yani “Öfkeliler Partisi”nin lideri politikadan çekildiğini açıkladı. Bu da üçüncü deprem! Iglesias’ın kararı son derecede radikal bir adım. Parti başkanlığından, diğer görevlerinden ayrılmak falan değil, politikayı bütünüyle bırakması söz konusu olan. 15 Mayıs 2011’in 10. yıldönümüne “Öfkeliler” birkaç sene öncesine kadar yeri tartışılmaz olan liderlerini yitirerek giriyorlar.
Más Madrid’in yarattığı etki, Madrid seçimlerindeki başarısızlık, belki başka şeyler bunda rol oynamış olabilir. Ama çok değil bir-iki ay önce ülkenin başbakan yardımcılığını yürütmekte olan bir politikacının politikayı toptan terk etmesi tuhaf değil mi? Belki çok önemli bir başka faktörün bu kararda ne kadar ağırlık taşıdığını göz önüne almadan bu kararı anlayamayız. Pablo Iglesias son dönemde yalnız başına sokağa çıkamayacak hale gelmiş durumda! Faşistler kendisini sürekli olarak tehdit ediyor, evinin yakınına küçük gruplar halinde geliyor, seçim döneminde içinde kurşun olan zarflar yolluyor.
Politikadan ayrılma kararından sonra gazeteciler kendisine “evden çıkabiliyor muydunuz?” diye sorunca cevap olarak “elbette çıkabiliyordum ama sadece polis eşliğinde” diyor. Çocuklarını parkta oynamaya polislerle birlikte gidiyormuş! Başbakan yardımcısı! Faşist militanlar evine yaklaşınca, bizdeki jandarmaya karşılık görülebilecek olan Guardia Civil (Sivil Muhafız Birliği) askerleri bunları durduruyormuş. “Alıp götürüyordur herhalde” diyeceksiniz. Olur mu, İspanya demokrat ülke. Sadece kimliklerine bakıyormuş!
Hazin bir son
Dev bir kitle hareketinin mücadeleci ruhu zemininde meydana getirilmiş “sosyalist” bir partinin başkanı, düzenin başbakan yardımcılığına soyunacak kadar sağa kayıyor ama bir yandan da güçleniyor. Ama ülkenin faşist militanlarının kendisini sokağa çıkamaz hale getirmesi karşısında hiçbir şey yapamıyor.
Ön-faşist parti Vox’un bu alçaklıkları kendi militanlarına ayan beyan yaptırmayacağı açık. Ama yan örgütler kurmuş olabilir, kendi dışındaki küçük faşist çetelerden yararlanıyor ve onları himayesine alarak taşeron olarak kullanıyor olabilir. Değişik Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da, henüz sokak çeteleri kurmamış olan ön-faşist hareketlerin sokak gücü, polis ve asker içinde ilişkiler vb. bakımından birbirinden çok farklı taktiklere başvurduğu biliniyor.
Vox kendisi yapmıyordur. Trumpista Díaz Ayusa yaptırmıyordur. Ama bunların yükselişi ile İspanya “demokrasi”sinde başbakan yardımcılığı yapmış birinin evden burnunu zor çıkarması arasındaki ilişki berrak değil mi? Onlar o atmosferi yaratmasa, hatta belki de bu çeteleri himaye etmese bu yapılabilir miydi?
Ama mesele bundan ibaret değil. Evet, faşizm tehlikesi birçok ülke gibi İspanya’da da elle tutulur hale geliyor. Ama bundan daha da önemli bir şey var. Sosyalist solun hali. Post-Leninist solun hal-i pür melâli. Siz “sosyalist” bir partisiniz. Faşistler başkanınızı tehdit ve taciz ediyor. Zarf içine kurşun koyup yolluyorlar. Ve siz başkanınızı polis ve jandarmaya emanet ediyorsunuz! Kendiniz bir koruma kolu bile oluşturamıyorsunuz!
Bugün başkanınızı koruyamıyorsunuz, yarın koskoca bir halkı nasıl koruyacaksınız faşizm karşısında?