FETÖ, Leninist bir örgüt mü? Abdülhamid Çarlık taraftarı mıydı?
Özgür Gündem’e yapılan polis baskınında “gözaltına” alınan gazetecilerin büyük çoğunluğu savcılık tarafından serbest bırakıldı. Gazeteci arkadaşlarımıza geçmiş olsun dileklerimizi iletiriz. Bu satırlar yazılırken gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Zana Kaya ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İnan Kızılkaya’nın gözaltı durumu devam ediyordu. Buna karşılık, köşe yazarı Aslı Erdoğan tutuklandı. Aslı Erdoğan’ın tutuklanması, açıklanan gerekçelere bakılırsa rahatlıkla düşünce özgürlüğünün ayaklar altına alındığını söyleyebiliriz. Her üç arkadaşımızın da serbest bırakılmasını talep ederiz.
Serbest bırakılan gazetecilerin anlattıkları, polisin nasıl kamu görevi yapar gibi değil, korku salmak isteyen kabadayılar gibi hoyrat ve saldırgan davrandığını bir kez daha gösterdi. Bir gazetecinin gözündeki lensi “kendi elleriyle” (!) çıkarmaya çalışan polis mi istersiniz, köşe yazarı Ender Öndeş’in merdivenlerden aşağı indirilirken itilip düşürülmesini ve 34 saat boyunca darba ve hakarete maruz kalmasını mı, yırtılan tişörtleri mi, sokakta zanlıyı kafasını bastırarak yürüten memuru mu? Ama en kötüsü, Özgür Gündem’in değil de İMC televizyonunun muhabiri olan Gülfem Karataş’ın başına gelenler. “O… k…” lafına muhatap da olmuş, tecavüzle tehdit de edilmiş. Balık baştan kokar! Senin polisin devletin her şeyinden sorumlu olduğu gözaltındaki kadına tecavüz tehdidi yaparsa, sen sokaktaki itin kadınlara tecavüzünü nasıl durduracaksın!
Bu kadar öfkelendirici haber arasında bir de eğlencelik var! Aslında eğlencelik falan değil, düpedüz öğretici! Gözaltına alınan gazetecilerden biri, serbest bırakıldıktan sonra çevik kuvvet polislerinden birinin kendilerine otobüste şöyle dediğini aktarıyor: “Abdülhamit’in torunları kazandı, Lenin’in torunları kaybetti!”
İnsan polisimizin yüksek “tarih bilinci” ve entelektüel düzeyi ile övünsün mü, yoksa onu “dolduran”ların düşüncesinin sefaletine mi şaşsın, yoksa bu “dolduran”ların kendilerini en güçlü hissettikleri anlarda bile nasıl komünizm korkusu içinde yaşadığını düşünerek kahkahalarla gülsün mü, karar veremiyor! O çevik kuvvet polisi artık bunu “Derin Tarih” dergisinde mi okumuştur (tarih dergisinin adına bakar mısınız?!), yoksa geçtiğimiz günlerde AKP rejimine tutsak olup bülbül gibi nedamet getiren mümtaz er kişi misali, kendisi de bir süre sonra rezil olacak olan ama bugün “Reis”e biat eden bir “münevver”den mi öğrenmiştir, bilinmez! Ama inanın, bütün cehaletine rağmen ortaya konulan perspektif çağımızın ana özelliğini, nice solcudan çok daha iyi kavrıyor!
Neden cehaletten söz ediyoruz? Çünkü “Lenin’in torunları kaybetti” diyebilmek için bugünün Türkiyesi’nde yaşananlardan hiçbir şey anlamamak gerekir. Kaybeden kimdir? Fethullah Gülen cemaati. Resmi ifade ile “FETÖ”. Peki, FETÖ Leninist bir örgüt müdür? Bir bakıma, bütün İslamcı-mezhepçi örgütler gibi Leninizmin örgütlenme alanındaki dehasından bazı şeyleri çalmış olabilir. Ama mesela kim şöyle bir cümle kurabilir? “FETÖ’nün darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmasıyla birlikte Leninizm tarihi bir yenilgi aldı.” Soruyu sormak cevabını vermektir: hiç kimse!
Öyleyse geçiniz! Ama bu saçmalığa, bu düşünce sefilliğine rağmen bu sözü söyleten bir şey olmalı. Tamam, çevik kuvvet filozofumuz, belli ki kendini “Abdülhamid’in torunu”, tutsakları ise salt solcu oldukları için “Lenin’in torunu” olarak görüyor. Bu daha şimdiden tarihin Lenin’e iltifatıdır. Solun ezici çoğunluğunun Lenin’in düşüncelerini sadece “totalitarizmin kaynağı”, veya “yanlış” değil, “modası geçmiş”, “gününü doldurmuş” olarak gördüğü bir çağda, çevik kuvvet polisi, toplumsal işbölümü içindeki konumunun getirdiği avantajlı bakış açısından esas hasmının, safdil solcunun “gününü doldurmuş” olarak gördüğü Lenin olduğunu içgüdüsel biçimde anlıyor.
İyi de onları neden “Lenin’in torunları” gibi gördüğünü anlayabiliriz de, neden “Lenin’in torunları kaybetti” diyor? Sizce 1989’da Berlin Duvarı çöktü diye mi? 1991’de Sovyetler Birliği dağıldı diye mi? Yaşı muhtemelen 25-30 olan bir polis memurunun böyle bir tarih bilincine sahip olabileceğini gerçekten düşünüyor musunuz? Haydi, öyledir diyelim, ne ilgisi var bunun Abdülhamid ile? Berlin Duvarı’nın çökmesini hazırlayan “Sultan Abdülhamid Han”ın anısı mıdır? Lenin’in mirasını o mu çökertti? Yine aklı başında kimse bu sorulara olumlu cevap veremez. Peki, çevik kuvvet polisimiz neden Abdülhamid’in karşısına FETÖ’yü ya da Atatürk’ü değil de Lenin’i koymuştur? İşte bu sorunun görünürde hiçbir cevabı yoktur. Ama aslında polisin ağzından çıkan cümlede en anlamlı olan şey de tam da bu yüzden budur.
Bu karşıtlığın kurulmasının nedeni korkudur. Devlet refleksidir. Polisin kapitalist devletin ajanı olmasının, bilinçli olmadan dile getirilen bitmek tükenmek bilmeyen kaygısıdır.
Çevik kuvvet polisi de, onun arkasından suflörlük yapan mümtaz münevverler de biliyorlar. Bu büyük kriz sonunda Abdülhamid ile FETÖ’nün, hatta Abdülhamid ile Atatürk’ün üzerinden bir hesaplaşma ile değil, ister Abdülhamid, ister onun bugünkü cisimleşmesi olarak görülen Erdoğan, ister Atatürk tarafından temsil edilsin, kapitalist düzen ile işçi ve emekçilerin cephesi, yani Lenin’in tarihsel önderi olduğu kitle açısından bir hesaplaşma ile çözülecektir!
Ah bunu bir de solcular öğrense!