Devrimci İşçi Partisi ve öncüllerinin Kürt sorununa ilişkin politikasının tarihi
Bugün, yıllardır süren “açılım” ve “çözüm süreci” tartışmalarından sonra, Kürt sorunu bambaşka bir noktaya gelmişken, Kürt halkının varlığı neredeyse bütün toplum açısından aşikâr bir olgu olarak kabul görmüşken, Türkiye solunda Kürt hareketiyle yakın olmak bir yana doğrudan doğruya birleşmeye, neredeyse onun içinde erimeye yönelen çok akım var. Ama Kürt savaşının binlerce can aldığı, Kürt halkının haklarından söz edenin hakkında derhal kovuşturmanın başladığı, Kürt sorunu yüzünden aydınların hapse düştüğü, partilerin kapatıldığı dönemde, bu akımların bazıları Kürt hareketinden ve Kürt özgürleşmesine ilişkin politikalardan özenli biçimde uzak duruyor, destek vermekten, birlikte iş yapmaktan kesin olarak kaçınıyordu. Bugün Kürt hareketine yönelik eleştirel tavrı dolayısıyla çeşitli akım veya yazarların tepkisini çeken Devrimci İşçi Partisi’nin öncülleri ise Kürt halkıyla dayanışma konusunda elinden geleni yapıyor ve Kürt hareketi ile Türkiye sosyalist hareketi arasında yoğun bir işbirliğini, daha da ötede bir cephenin kuruluşunu ısrarla savunuyordu. 90’lı yıllarda Patronsuz Generalsiz Bürokratsız Sosyalizm (PGBS), 2000’li yıllarda ise İşçi Mücadelesi (İM) zemininde Kürt sorununa ilişkin yürütülen politikayı satırbaşlarıyla hatırlatalım:
· PGBS, 1993 yılında Uğur Mumcu suikasti, Turgut Özal’ın kuşkulu ölümü, Sivas Madımak yangını ve Kürt hareketi üzerindeki sonradan 1993 konsepti olarak adlandırılan ağır baskı politikasının Türkiye’de yeni bir kutuplaşma yaratma girişimi olduğunu erkenden teşhis etmişti. 1994 yerel seçimlerinde Refah Partisi’nin çok önemli bir atılım yaparak İstanbul ve Ankara’yı alması bu kutuplaşmanın ana hatlarını ortaya çıkarıyordu. PGBS “Emek ve Özgürlük Cephesi” başlığını taşıyan bir broşür yayınlayarak politik durum tespitini ve önerisini ortaya koydu. Buna göre, Türkiye adım adım İslamcı bir cephe ile Kemalist bir cephe arasında kutuplaşıyordu. Bunların her ikisi de hâkim sınıfların siyasi güçlerini bir araya getiren kutuplardı. Bunlara karşı işçi sınıfının gücüyle özgürlük mücadelesi veren Kürt halkının azmini birleştirmek, ikisi arasında bir ittifak kurmak gerekliydi. Buraya doğru yürüyebilmek için seçimlerde ve seçim dışındaki mücadelelerde faal olacak bir Emek ve Özgürlük Cephesi kurmak en doğru yoldu.
· PGBS bütün 90’lı yıllar boyunca bu politikayı savunacaktır. 1996’da Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nin kuruluşunda kitlesel bir emekçi partisinin oluşumunu hedefleyerek ve bunu bir başka broşür aracılığıyla beyan ederek yer alan PGBS, parti içinde Kürt sorununa duyarlı olan bütün eğilimlerle birlikte ÖDP ile HADEP arasında bir işbirliğini ve seçim ittifakını savunacaktır. 1999 genel seçimlerinde partinin tüzüğüne göre böyle durumlarda en yüksek karar organı olan Danışma Kurulu bu ittifak doğrultusunda karar aldığı halde, Başkanlık Kurulu sudan nedenlerle ilk fırsatta ittifak görüşmelerini terk etmiştir. Bütün ÖDP deneyimi boyunca (1996-2001) PGBS’yi bütünüyle haksız biçimde Kürt hareketinin “kuyrukçuluğu” ile suçlayanların bir bölümü (örneğin bugünkü Yeşiller ve Sol Partisi’nin EDP kanadı), şimdi Kürt hareketinin “demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum” programı zemininde Kürt hareketinin içinde erime sürecine girmiştir! Mantıklı: PGBS Kürt hareketiyle onun devrimci ve Marksist döneminde birlikte mücadeleye çağırıyordu. Bu akımlar Kürt hareketini sol liberal-postmodern karışımı ideolojisiyle benimsiyor!
· 2000’li yıllarda İşçi Mücadelesi (İM) AKP hükümetinin kurulmasından kısa bir süre sonra durumu “burjuvazinin kansız iç savaşı” olarak teşhis etti ve bu aşamadan itibaren daha önceki Emek ve Özgürlük Cephesi’ne denk düşecek biçimde “Üçüncü Cephe” çağrısını her fırsatta yineledi.
· Hem “Emek ve Özgürlük Cephesi”, hem de “Üçüncü Cephe” çağrısında özenle işaret ettiğimiz nokta, bu ittifakların seçimlerle sınırlı kaldığı takdirde yetersiz olacağı, daha da önemlisi, Kürt hareketi ile sosyalist hareketi sadece Kürt özgürlüğünün sorunları etrafında birleştiren bir ittifakın her iki tarafa da, yalnız sosyalistlere değil Kürt hareketine de yararsız olacağı idi. Yapılması gereken, siyasi alanla sınırlı kalan bir işbirliği değil, toplumsal güçler arasında bir ittifak kurmaktı. Bunun için ise oluşturulan siyasi blokun Batı’nın işçi sınıfına hitap edebilecek bir dil benimsemesi, onu muhatap alması, onu bir güç olarak hareketlendirmeye çalışması gerekiyordu. Aksi takdirde, sosyalist akımların sınırlı güçleriyle Kürt hareketine fazla bir şey katması söz konusu olamazdı. Bu konuda ısrarımızı genellikle sadece yazdıklarımızla, doktriner bir tarzda yapmıyorduk. Pratik içinde yapıyorduk. Kurulan blokların içinde yer alıyor, seçim platformlarının Kürt halkının ihtiyaçlarının yanı sıra işçi sınıfının sorunlarını da merkeze alması gerektiğini savunuyorduk. Kürt hareketi ile bir blok kurulduğunda, bu blokta başka sosyalist güçler de yer aldığı halde, işçi sınıfı yönelişi konusundaki ısrarımızda bu akımlar bizi hep yalnız bırakıyordu.
· Bu yöneliş temelinde uzun yıllar inişli çıkışlı biçimde Kürt hareketinin değişik partileriyle aynı blok içinde yer aldık, seçimlerde yoğun biçimde birlikte çalıştık, birtakım yoldaşlarımız aday oldu.
# 1995 genel seçimlerinde ilk kez kurulan Emek, Barış ve Özgürlük Bloku’nun fikri zaten PGBS’den kaynaklanıyordu. Bir yoldaşımız işçi havzası Kocaeli’nden (İzmit + Gebze + Gölcük) aday oldu. Bölgenin bazı sendikacılarının ve sosyalistlerinin de katkısıyla son derecede proleter karakterde bir kampanya yürüttü.
# 1999 genel seçimlerinde bütün çabamıza rağmen ÖDP ile HADEP arasında bir ittifak kurulamadı.
# 2002 genel seçimlerinde bir yoldaşımız Adana’da blok listesinden aday oldu. Bir başka yoldaşımız ise aday olmadığı halde çeşitli büyük kentlerde yapılan mitinglerde kitlelere sosyalizmin programıyla hitap etti.
# 2004 yerel seçimlerinde DEHAP birtakım sosyalist hareketlerle birlikte bir burjuva partisi olmakla kalmayıp 1993 konseptinin uygulanması sırasında başbakan yardımcısı olan Murat Karayalçın’ın lideri olduğu SHP’nin çatısı altında seçime girince, bunun burjuvazi ile işbirliği demek olduğunu, işçi sınıfı ile Kürt halkı arasında bir ittifak doğrultusuna aykırı düştüğünü ilan ederek blokun dışında durduk. Kuyrukçuluk örneği!
# 2007 genel seçimlerinde, PGBS döneminde Emek ve Özgürlük Cephesi/Üçüncü Cephe yönelişini benimseyeli beri ilk kez, Kürt hareketi ile sol arasında kurulan ittifaka karşı bir bağımsız aday ile seçime girdik. Bunun çeşitli nedenleri vardı. Birincisi, Kürt hareketi (o aşamada DTP) solun adaylarını bütünüyle anti-demokratik biçimde tepeden belirlemeye kalkıştı. Seçtiği adaylar (İstanbul’da Baskın Oran ile Ufuk Uras) Kürt hareketinin bile tam dostu olmayan (Baskın Oran aday yapılır yapılmaz “terör örgütü” diyecekti!), dahası sınıf mücadelesi çizgisine aktif olarak karşı çıkan liberallerden oluşuyordu. İkincisi, Kürt hareketinin kendisi de AKP karşısında ikircikliydi. DTP genel başkanı Ahmet Türk kampanya sırasında gerekirse AKP hükümetine güvenoyu verebileceklerini söyledi. Biz de ortaya çıkan koalisyonu “iki buçukuncu cephe” olarak niteledik. Bu yüzden İstanbul 2. Bölgede Baskın Oran’ın karşısında işçi mahallelerinde ve fabrikalarda propaganda yapan bir bağımsız aday gösterdik.
# 2009 yerel seçimlerinde Türkiye çapında 2007 seçimlerine benzer bir kargaşa sürerken Adana’da sosyalist gruplar ile DTP arasında kurulan ilkeli ittifak sonucunda bir yoldaşımız Devrimci İşçi Partisi Girişimi üyesi olarak Büyükşehir Belediye Başkanı adayı gösterildi. Biz bunun tam da işçi sınıfı ile Kürt halkının ittifakını temsil eden bir Üçüncü Cephe yaklaşımının ifadesi olduğun ısrarla vurguladık. Sosyalist bir belediye politikasına dayanan bir bildirge ile yarışan yoldaşımız Adana’da o güne kadar bu tür listelerin aldığı oy oranının üzerine çıkarak yüzde 10’a yakın oy aldı.
# 2010 Anayasa Referandumu’nda boykot cephesinin aktif bir katılımcısı idik. Şiarımız “Referandumda boykot, seçimlerde Üçüncü Cephe” idi.
# Ama 2011 genel seçimlerinde işçi sınıfı vurgusu iyice yok oldu. Seçim öncesi yapılan ittifak toplantılarında Kürt hareketi ile sosyalistlerin (bizim de Devrimci İşçi Partisi olarak aktif katkımızla) hazırladığı seçim programı metni, bir gecede dayatılan ve ekseninde “demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü toplum” olan bir seçim programı metni ile değiştirildi ve çöpe atıldı. Uzun süre bunu değiştirmeye çalıştık. Başaramayınca çekildik.
· Devrimci İşçi Partisi (DİP) ne Halkların Demokratik Kongresi’nde (HDK), ne de Halkların Demokratik Partisi’nde (HDP) yer aldı. Bunun nedeni, bu kuruluşların programının ve siyasi yönelişinin bütünüyle Kürt hareketinin Marksizmi reddetmesinden sonra oluşturduğu doğrultu çerçevesinde tanımlanmasıydı. Kendisine saygısı olan bir Marksist partinin başka bir partinin programı çerçevesinde bir kuruluşa katılamayacağı bizim için aşikârdı.
· DİP son cumhurbaşkanı seçiminde, anti-demokratik seçim yasası dolayısıyla solda aday gösterme olanağına sahip olan tek odak konumundaki HDP’ye sadece Kürt kitlelerinin değil, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesinden dolayı güveneceği bir seçenek arayışı içine girmiş olan milyonlarca Alevi’nin, kadının, gencin ve işçi sınıfının bir kesiminin gönül rahatlığıyla oy vereceği bir aday gösterilmesi önerisini yapmıştır. HDP kendi genel başkanını aday gösterdikten sonra dahi Erdoğan karşısında berrak bir tavır ve işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda bir politika ilenmesi yönünde adımlar karşılığında ona destek verebileceğini açıklamış, ama bu koşullar yerine gelmeyince öncü işçilere sandığa gitmeme ve seçim dışı alanlarda geleceğin mücadelelerini örme çağrısı yapmıştır.
· DİP geleneğindeki grupların Kürt hareketine ve halkına yakınlığı siyasi ittifak ile sınırlı değildir. DİP’in kendisi, son yıllarda demokratik özerklik ilanını, çift dilli yaşamı, Rojava’yı en erken ve en ikirciksiz ifadelerle selamlamış siyasi partidir. Rojava IŞİD’in saldırısına maruz kaldığında tarafını açıkça ilan etmiş bir partidir. Parti programı ve Manifesto’sunda ulusların kendi kaderini tayin hakkını açık bir dille savunan bir partidir.
· DİP, Demokratik Toplum Kongresi’nin 2011 yılında yapılan ilk genel kuruluna davet üzerine gözlemci olarak katılmıştır.
· DİP Kürt halkını sadece yazılarıyla, broşürleriyle, bildirileriyle destekleyen bir parti olmamıştır. Bayrak krizlerinde, linç girişimlerinde, Kürtler saldırı altında kaldığı durumlarda parti olarak İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Adana’da, Antalya’da saldırıya uğrayan Kürt halkının yanında yer almıştır. Roboski suikasti olur olmaz ya da 2011 seçimleri öncesi YSK hareketin adaylarını veto eder etmez parti yönetimindeki yoldaşlarımız en önde olmak üzere meydanlarda Kürt halkıyla omuz omuza bulunmuş, yürüyüşlere katılmış bir partidir. Her Newroz’da kutlama meydanlarında bayrak açan ve Kürt halkının mücadelesine selam yollayan sayılı partilerden biridir. Kürt halkına uygulanan baskılara karşı dayanışma seferlerine partili yoldaşlarımız koşarak gitmiştir: 1991 Körfez Savaşı ardından yarım milyon Kürt Türkiye’ye sığındığında veya 1992’de Şırnak kenti bir bütün olarak özel harp güçlerinin saldırısına uğradığında ve boşaltıldığında oradaydık. Roboski katliamının birinci yıldönümünde DİP Uludere Roboski’de düzenlenen anma törenine üst düzeyde bir heyet ile katılmıştır.
· DİP’in öncülleri PGBS ve İM dönemlerinde, bir yoldaşımız 1993’ten itibaren Özgür Gündem geleneğine mensup, adları sürekli değişmekle birlikte çizgisi Kürt halkının özgürlük mücadelesini temsil eden gazetelerde, bu gazeteler devlet baskısı ile kapatılırken, bombalanıp havaya uçurulurken aralıksız olarak 12 yıl boyunca köşe yazarlığı yapmıştır. Bir aşamada gazete baskı altında haftalık dergiden başka bir yayın çıkaramazken gazetenin Türk kökenli tek yazarı olarak kalmıştır. 12 yıl boyunca yürüttüğü bu dayanışma görevinden 2004’te Kürt hareketi burjuvazinin siyasi temsilcilerinden SHP’nin çatısı altında seçime girmeye karar verince ayrılmıştır.
· Kamuoyu önünde en faal biçimde yazan ve konuşan iki yoldaşımız Kürt sorunu konusunda çeşitli platformlarda, Özgür Gündem’de, Med TV’de vb. dile getirdikleri fikirleri ve Newroz düzenlemesinde tertip heyetinde yer almaları dolayısıyla defalarca, her biri yaklaşık sekiz-on defa mahkemelerde kendilerini savunmak zorunda kalmış, birkaç yılla sayılan hapis cezalarına çarptırılmışlardır. Her ikisi de hapis cezalarını çekmeden şartlı tecil hükümlerinden yararlanmışlardır. DİP’in avukatları, özellikle Çukurova bölgesinde, 1990’lı yıllardan itibaren PKK davalarında, son süreçte de Adana-Mersin KCK’da ene savunma olmak üzere Diyarbakır (Amed), İstanbul, Konya KCK dosyalarında avukatlık ve sayısız cezaevi ziyareti yapmıştır.
· DİP geleneğinin yayın organları Kürt sorunu konusunda değişen dönemlerin koşullarına göre son derecede açık sözlü taleplerle doludur. Teorik yayınlarımız geçmişte Sınıf Bilinci, bugün Devrimci Marksizm, Kürt sorunu konusunda hep hakikati yazmışlardır. Siyasi organlarımız, dün İşçi Mücadelesi, bugün Gerçek, Kürt sorununun her yönüne ilişkin berrak bir yayıncılık yapmışlardır. Tek bir örnek: Abdullah Öcalan’ın CIA tarafından Türkiye devletine teslim edilmesinden sonra Türkiye şovenist bir histeriye tutulmuşken, Öcalan’a özgürlük talep edilmiştir.
DİP, öncülleri ile birlikte 25 yılı bulan tarihinde Kürt sorunu konusunda şu ya da bu ikincil hatayı yapmış olabilir. Ama Leninist uluslar politikasının kararlı savunucuları Bolşevikler ve proletarya enternasyonalizminden en ufak bir taviz vermeyecek olan devrimci Marksistler olarak toplam sicilimizden eminiz, onunla gurur duyuyoruz,
Bize bugün Kürt hareketine dalkavukluk yapmadığımız için çatanlar ağızlarından çıkanı bunun ışığında tartarlarsa sosyalist politikanın asgari dürüstlüğünü yapmış olacaklardır.
Ne mutlu enternasyonalistim diyene!