Salgını kontrol edemeyen iktidar halkı ve sağlık çalışanlarını zapturapt altına almaya çalışıyor
Turizm başta olmak üzere sermayenin kârlarının insan hayatının önünde tutulduğu yaz aylarının ardından Koronavirüs salgının tamamen kontrolden çıktığı bir aşamaya gelmiş bulunuyoruz. İlan edilen ölüm sayıları ile belediyelerin rakamları birbirini tutmuyor. İktidarın siyasi gerekçelerle sayıları düşük gösteren istatistikleri seçtiği, iktidarla göbek bağı olanlar hariç artık herkesçe kabul edilen bir durum. Artık mızrak çuvala sığmıyor. İktidar bu yüzden gerçeği haykıranların karşısına istibdadın sopasıyla çıkıyor.
Bilim kurulu mu propaganda kurulu mu?
Bilim Kurulunun gerçek niteliği de iyice ayyuka çıkmış durumda. Bilim Kurulu toplantılarının ardından açıklanan karar ve önlemler, iktidarın, bilimsel veriler ve öneriler ışığında kararlar aldığı izlenimi yaratıyordu. Geçen zaman zarfında kararların aslında sermayenin ekonomik, iktidarın siyasi gereksinimlerine göre alındığı ve ardından Bilim Kurulunun bu kararlara güya bilimsel kılıf bulmak için kullanıldığı açıkça görüldü. İktidar sokağa çıkma yasağı kararı aldığında karanlık bir tablo çizen Bilim Kurulu, açılma ve normalleşme kararı alındığında salgının kontrol altına alınmakta olduğunu iddia etti. Daha önce halka karanlık tablolar çizen, uyarılarda bulunan Bilim Kurulu üyelerini normalleşme kararı sonrası televizyonlarda tatil planlarını anlatırken gördük.
İktidar masal anlatıyor, halk rehavete kapılıyor
Elbette ki halkın bireysel olarak gerekli önlemleri almamasının, yer yer rehavet içinde davranmasının salgının yayılmasında büyük payı vardır. Ancak halkı rehavete sürükleyen de tamamıyla iktidarın sırf turizm patronları kazansın, kârları devam etsin diye her şeyi güllük gülistanlık gösteren tutumu olmuştur. 16 Eylül’de yapılan Bilim Kurulu toplantısının ardından artık Sağlık Bakanlığı da vahim tabloyu saklayamaz hâle gelmiştir. Ancak ne salgını kontrol altına almayı amaçlayan toplumsal hayata yönelik somut önlemler ne de sağlık çalışanlarının ihtiyaçlarını ve talepleri karşılamaya yönelik pratik adımlar söz konusu. Bunun yerine Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, yıl sonunda aşının bulunacağına dair bir umutla “kritik son birkaç ayda olabiliriz” açıklaması yapıyor.
Emekçi halk gerçeği söyleyenlere sahip çıkmalıdır
Türk Tabipleri Birliği (TTB), Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) sağlık kurumlarındaki vahim tabloyu, salgının kontrolden çıkmış olduğunu tüm açıklığı ile ortaya koyuyor. Bu yüzden istibdadın hışmına uğruyorlar. Oysa hakikatin söylenmesi hem devleti kamusal alanda, hem patronları işyerlerinde gerekli önlemleri almaya zorlamak hem de halkı daha dikkatli ve duyarlı olmaya davet etmek açısından son derece önemlidir, elzemdir.
Bu kurumlar aynı zamanda canla başla, en ön cephede savaşan sağlık emekçilerinin sesini yükseltmektedir. “Sağlık emekçilerinin hakkı ödenmez” diyerek alkış kampanyaları düzenleyen sağlık bakanlığı zaman içinde mecazi değil gerçek anlamda sağlık çalışanlarının hakkını ödememiştir. Dahası salgının kontrolden çıkmasıyla sağlık çalışanlarının omuzladığı yük kaldırılamaz boyutlara ulaşmış, sağlık emekçileri büyük fedakârlıklarla mücadele ederken hastanelerde yaşanan kaos ortamı sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin ciddi şekilde artmasına yol açmıştır. Bu durum karşısında Türk Tabipleri Birliği 14-18 Eylül tarihlerini “yönetemiyorsunuz, tükeniyoruz haftası” ilân etmiş ve bu duruma dikkat çekmek üzere çeşitli eylem ve etkinlikler düzenlemiştir. Bu kapsamda sağlık çalışanları, şu ana kadar en ön safta mücadele ederken kaybettiğimiz sağlık çalışanlarının anısına siyah kurdele takarak salgına karşı mücadelelerini sürdürmüştür. TTB’nin ve SES’in bu yöndeki çabalarına tüm emekçi halk destek vermelidir. Çünkü sağlık emekçileri salt kendi koşullarının düzeltilmesi için değil, salgına karşı daha etkin bir mücadele yürütülmesi için çabalamaktadır.
Faşizm sağlığa zararlıdır
Bu çabaya karşı MHP lideri Devlet Bahçeli’nin Türk Tabipleri Birliği’ni hedef gösteren açıklamaları ibretliktir. Devlet Bahçeli, doktorları bozgunculuk yapmakla suçlamış ve işi TTB’nin kapatılmasını istemeye kadar vardırmıştır. Bu saldırgan ifadeler aynı zamanda “yönetemiyorsunuz, tükeniyoruz” diyen sağlık çalışanlarına karşı büyük bir iftirayı da içinde barındırmaktadır. Zira yapılan ima doktorların ve sağlık çalışanlarının görevden kaçtığı, mücadele alanında bozgunculuk yaptığıdır. Tekrar söylemeliyiz ki bu büyük bir iftiradır. Ortada bu mücadelede verilen sağlık emekçisi şehitler ve halen her gün hastalığa yakalanarak bedel ödeyen ve iyileşir iyileşmez tekrar sahaya koşan sağlık emekçilerinin fedakarlığı vardır.
Çalışmaktan, hizmet etmekten, savaşmaktan kaçanlar var ise de bunlar TTB, SES gibi kurumların saflarında hakkını arayan sağlık emekçileri değildir. Tam tersine hastanelerde, kendilerini korunaklı ofislerine kapatıp hastalarla temas etmeden, en yüksek performans ücretlerini cebe indirme olanağı elde edenler iktidarı arkasına alarak, makam mevki elde etmiş bürokratlardır. Bu tutumdaki başhekimlerin ve hastane yöneticilerinin tutumunun sahada mücadele eden sağlık emekçileri nezdinde yarattığı öfke çok yaygındır. Özel hastanelerini “temiz hastane” olarak pazarlayan sağlık patronları da iktidar tarafından herhangi bir yaptırıma hatta eleştiriye muhatap olmamaktadır. Hâl böyle iken Devlet Bahçeli’nin açıklamaları ancak faşizmin halk düşmanı karakterini ortaya koyması açısından bir değer taşır.
İstibdada, sermayeye ve salgına karşı mücadele bir bütündür
Siyasi iktidarın salgınla mücadeleyi tamamen bir kenara bıraktığı, salgının pençesindeki emekçi halkın algısını yönetmeye ve en ön safta bedel ödeyerek savaşan sağlık emekçilerinden yükselen sesleri bastırmaya öncelik verdiği bu dönemde, gerçeği savunmak hayatı savunmakla eş anlamlı hâle gelmiş durumdadır. TTB, SES ve sağlık emekçilerinin diğer kurumlarının sesine tüm işçi ve emekçi örgütleri seslerini katmalıdır. Bu mücadele yükseltilmediği takdirde kontrolden çıkan salgının bedelini, keyfine her gün test yapan kodamanlar, bir işaretle kendisi için ambulans uçaklar seferber edilen milletvekili çocukları, işçileri fabrikalara gönderip villalarında kalıp spor yapan patronlar değil, emekçi halk ödeyecektir. Bu yüzden istibdada, sermayeye ve salgına karşı mücadele bir bütün olarak kavranmalıdır.