Tayyip Erdoğan Suriye ile savaşa mı hazırlanıyor?
ABD ile İran'ın yaklaşık bir ay önce ulaştığı anlaşma, uygulanması kolay olmayan bir projeyi ortaya çıkardı. Anlaşmanın, genellikle sunulduğundan farklı olarak, yalnızca İran’ın nükleer silahlanma peşinde olmasına karşı “uluslararası toplum”un önlem almasıyla ilgili olmaması ihtimali yüksek. ABD ve AB’nin ısrarlı çabaları, aslında İran konusunda muhtemelen daha derin birtakım niyetler içeriyor. Bu proje bazı bakımlardan ABD’nin bir süre önce Küba’ya yönelik olarak başlattığı diplomatik atak ile benzerlikler taşıyor. İran ile Küba arasında elbette dağlar kadar fark var. Ama her ikisi de ABD hâkimiyetindeki “küresel sistem”den dışlanmış kara koyundu düne kadar. Şimdi Obama yönetimi her ikisinde de bir “açılım” sürecini başlatmaya çalışıyor. Küba’da nihai amaç kapitalizmin restorasyonu (yeniden tesisi). İran’ın ise ekonomisiyle, politikasıyla ve bir son aşamada ideoloji ve kültürüyle “küresel sistem” ile bütünleşmesi hedefleniyor gibi görünüyor. ABD (ve AB) bu sayede, sadece 75 milyonluk bir pazar ve dünyanın en önemli petrol üreticisi ülkelerinden birini dünya sistemiyle bütünleştirmiş olmayacak. Bunun da ötesinde, jeopolitik ve jeostratejik olarak Asya’da Çin’e ve Avrasya’da Rusya’ya karşı geliştirmekte olduğu ikiz kuşatma ve yalıtma politikasında Asya ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden birini yanına çekmiş olacak.
Ama böyle bir yönelişin uygulanmasının önünde çok önemli engeller mevcut. Bunlardan biri İsrail’in hiç olmazsa Netanyahu önderliğinde ABD-İran yakınlaşmasına bütünüyle düşmanca bakması. İsrail’in ve Yahudi lobisinin, ABD politikasında ne kadar ciddi bir ağırlığı olduğu göz önüne alınırsa, bu faktörün kendi başına söz konusu projenin önünde koskoca bir engel olarak yükseldiğini söylemek mümkün. Üstelik ABD iç politikasında bir süredir ortaya çıkmış olan kutuplaşma da İsrail’in elini kesinkes güçlendiriyor. Şu anda Obama’nın Demokratları karşısında ABD Senatosu’nda Cumhuriyetçi Parti çoğunluğa sahip: senatonun toplam 100 üyesinden 54’ü bu partiden. Bu 54 senatörün 45’i, bir süre önce, Obama’nın İran’la imzalayacağı herhangi bir anlaşmayı geçersiz kılmak için ne gerekirse yapacağını açıklamış bulunuyor. Bu, ABD geleneklerinde dış politikada büyük bir manevra yeteneğine sahip olan başkanın elini kolunu bağlamak demek. Bir tür kansız iç savaş ilanı. Obama’nın görev süresinin 2017 başında sona ereceği de göz önüne alınırsa, İsrail ile Cumhuriyetçi Parti’nin has gericilerinin işbirliğinin İran politikası karşısında ne denli güçlü bir engel olduğu daha iyi anlaşılır. 1916 sonunda yapılacak başkanlık seçimini Hillary Clinton değil de bir Cumhuriyetçi kazanırsa bütün bu politika geri çevrilebilir.
Suudi savaş kabinesi
İsrail’in dışında, ABD-İran yakınlaşmasının önünde ikinci engel Ortadoğu İslam dünyasının kanayan yarası mezhepçi politikalardır. Burada başı İran’ın Şii mollalarıyla bir petrol zenginliği rekabetine girmiş olan zorba Suudi rejimi çekiyor. Kral Abdullah’ın ölümünden sonra başa geçen Kral Selman, selefini gölgede bırakan bir saldırganlık sergiliyor. Yemen’de Şii Husilerin, Suudiler tarafından başa getirilmiş olan başkan Hadi’yi devirmesi karşısında Sünniliğin hâkim olduğu on ülkenin katılımı ve Türkiye’de de AKP hükümetinin açık siyasi desteği ile hava savaşına başladı. Suudi Arabistan bir süre önce Arap Birliği’nden daimi bir silahlı güç kurulması kararını çıkartmıştı. Bu gücün kurulması için bütün ülkelerin onayının beklenmeyeceği ilkesi, askeri gücün bir Sünni mezhepçi güç olarak şekillenmesi niyetini ortaya koyuyordu.
Kral Selman son günlerde Suudi kraliyet ailesi içindeki hiyerarşiye el attı ve saldırgan bir politikanın savunucularını en önemli yerlere getirdi. Kendisi 79 yaşında olan kral, birinci veliahtlığa 56 yaşındaki yeğeni Muhammed bin Nayif’i, ikinci veliahtlığa ise kendi oğlu olan 30 yaşındaki Savunma Bakanı Muhammed bin Selman’ı atadı. Dışişleri Bakanlığı’na ise Washington’da büyükelçilik yapmakta olan şahin eğilimli Adil el Cubeyr’i. (Dışişleri ilk kez kraliyet ailesi dışında birine veriliyor.) Bu yeni bileşimi Suudi rejiminin savaş kabinesi olarak nitelemek olanaklı görünüyor.
Suudilerin bu savaşçı yönelişi içinde ABD-İran yakınlaşmasına sıcak yaklaşması olanaksız. Zaten DAİŞ ve Nusra Cephesi gibi tekfirci örgütlere karşı ABD ile İran arasında adı konulmamış bir ittifak oluşması, Sünni mezhepçi cephenin büyük tepkisini topluyor. ABD bu konuda yalpalayıp duruyor; Irak’ta Şiiler ve İran ile DAİŞ’e karşı işbirliği yaparken, Yemen’de Sünni cephenin savaşını destekliyor. Ortadoğu’daki mezhepçi iç savaş eğilimleri sürerken ABD-İran dostluğunun gelişmesi son derecede büyük engellerle karşılaşacaktır.
Vahhabiliğin fedaisi Tayyip Erdoğan mı?
Gazetemiz; Ortadoğu çapında bir iç savaş anlamını taşıyan Sünni-Şii savaşının ön koşullarının her geçen gün daha çok kök saldığını, Tayyip Erdoğan’ın bu mücadelede özellikle Suriye’de koyu bir gericiliği temsil eden Suudi resmi mezhebi Vahhabiliğin fedaisi gibi davrandığını uzun zamandır vurguluyor. 2013 ortalarından beri iki gücün arasına Mısır’da Müslüman Kardeşler’in (İhvan) devrilmesi bir kara kedi olarak girdi. İhvan’ı deviren General Sisi’nin ana destekçisi Suudi krallığı iken, Erdoğan İhvan’ın baş hamisi rolüne soyundu. Ama Kral Abdullah’ın ölümünden bu yana bu çatlak aşılmış gibi görünüyor. Şimdi bir yanda İhvan karşıtı Suud ile Kuveyt, bir yanda İhvan yanlısı Katar ile AKP Türkiye’si gittikçe yakınlaşıyor.
Bu yakınlaşmanın Yemen'in ötesinde, Suriye üzerine bir anlaşma içerme ihtimali gittikçe güçleniyor. Bundan yaklaşık bir ay önce ABD yönetiminden bir kaynak, Huffington Post gazetesine Suudilerin havadan, Türkiye’nin karadan Suriye’ye saldıracağı yolunda bir haber sızdırmıştı. Şimdilerde ise Türkiye’nin geçtiğimiz sonbaharda ABD ile DAİŞ pazarlığında yeniden gündeme getirdiği “uçuşa yasak bölge” ve “tampon bölgeler” talepleri yeniden konuşulur oldu. Tayyip Erdoğan’ın son haftalarda Kürt sorununa ve “çözüm süreci”ne sırtını dönmesi, Rojava’ya da darbe vurması amaçlanan bir “tampon bölge” politikasıyla da yakından ilgili olabilir.
7 Haziran seçimlerinin AKP’ye ciddi bir yenilgi yaşatması olasılığı, Erdoğan’ın seçimin öncesinde veya sonrasında Türkiye’yi savaşa sürüklemesi tehlikesini arttırıyor. Erdoğan’ın iktidarı kolay bırakmayacağını, gerekirse Türkiye’yi bir savaşa bile sokacağını kaç zamandır söylüyoruz. Bu senaryonun temelleri atılıyor. Dikkat!