Türkiye-Suud kapışması Afrika’da
Sudan devrimi ile Libya’da savaşın yeniden parlamasının aynı zaman dilimine rastlaması, Türkiye’de istibdad kurmak için çırpınan rejim hakkında bir gerçeği çok açıklıkla ortaya koydu: Erdoğan yönetimindeki AKP, Afrika’da cirit atıyor. Bu, Türkiye için yeni bir şey değil elbette: Fethullah Gülen’in Afrika’daki marifetlerini biliyoruz. Türkçe olimpiyatlarından Mustafa Koç’a “ananas” teklifi yapılmasına kadar birçok şey kolay unutulacak gibi değil.
Ama Gülen devre dışı bırakıldıktan sonra, bu sefer de Türkiye devleti bir bütün olarak Afrika’yı hedef belledi. Afrika’nın kuzeyini anlamak mümkün: Mısır, Libya ve Mağrip ülkeleri ile Türkiye’nin tarihinin derinliklerinden gelen bir dizi ilişkisi vardır. Bunların çoğu 19. veya 20. yüzyılın farklılaşan aşamalarına kadar Osmanlı toprağı olmuştu. Dolayısıyla, buralarla ekonomik, kültürel, diplomatik yakın ilişkiler kurulmasında yadırganacak bir şey yoktur.
Akdeniz’i Umman Denizi ve Hint Okyanusu’na bağlayan Kızıl Deniz’in Afrika kıyısında yer alan ve toplu olarak Afrika Boynuzu olarak anılan ülkelerde durum biraz daha şaşırtıcı. Evet, eskiden “Habeşistan” olarak anılan Etyopya ve onun kuzey komşusu Sudan, Osmanlı ile epeyce yakın ilişkiler içindeydi. Bu iki ülkeden getirilen kölelerin Osmanlı esir ve cariye dünyasında önemli bir yer tuttuğunu biliyoruz. Bu ülkeler arasında yer alan Güney Sudan, Eritre, Cibuti de bir bakıma yukarıda sayılan en büyük iki ülkenin (Etyopya ve Sudan) uzantısıdır, çünkü tarihin çok geç bir aşamasında birbirlerinden kopmuşlardır. Geriye Somali kalıyor ki, o da Osmanlı’ya bir miktar yakındır.
Ne var ki, son dönemde her iki bölgede de ilişkilerin ağırlık merkezi tek bir alanda yoğunlaşıyor: ekonomi, kültür, eğitim, diplomasi bütünüyle ikinci plana düşmüştür. İlişkiler esas olarak askeridir. Bunun nedeni de, Mısır devrimine karşı 2013’te yaşanan Bonapartist karşı devrimden bu yana, İslam âleminin her yerinde iki büyük ittifakın karşı karşıya gelmesidir. Bir tarafı, Mısır’daki İhvan (Müslüman Kardeşler) iktidarını deviren, Mısır’ı o aşamadan itibaren petro-dolarlarıyla besleyen Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) oluşturuyor. Öteki taraf ise Katar ve Türkiye’den oluşuyor. İlk cephe İhvan’ı her gördüğü yerde ezmeye çabalıyor. İkincisi ise İhvan savunucusudur. Katar İhvan’ın baş finansörüdür. Erdoğan Türkiye’si ise Mısır’daki karşı devrimden beri Rabiacıdır. Bütün Sünni Arap âlemini kendi hâkimiyetinde birleştirme projesi 2013’ten beri ne kadar darbe yemiş olursa olsun, Erdoğan yönetiminin stratejik hedefi olmaya devam ediyor.
Libya’da Halife Hafter’in güçlerinin başkent Trablus’ta bulunan Feyyaz Saraç yönetimindeki hükümete karşı başlattığı savaş, başka karmaşık yanları olsa da esas olarak bu rekabetle ilgilidir. Suud, BAE ve Mısır’ın adamı Hafter, Türkiye’nin Libya’daki atı Saraç’ı bu rekabet yüzünden haritadan silmek istiyor. Erdoğan yönetimi ise Saraç’ı dişiyle tırnağıyla diyeceğiz ama esas Türkiye emekçilerinin dişinden tırnağından arttırdığı vergilerle satın alınan dronlarla savunmaya çalışıyor.
Afrika Boynuzu’nda ise işler çok daha yaygın bir coğrafyada kızışmış durumda. Sudan’da Ömer el Beşir katilinin 30 yıl boyunca ülkeyi İhvan ile el ele yönettikten sonra son yıllarda iki kamp arasında yalpalamaya başladığını, Yemen’de askeriyle desteklediği Suud ve BAE’nin ise ondan tam bir biat göremeyince devrilmesine katkıda bulunduğunu, bunun da Erdoğan’ın stratejisine yeni bir darbe vurduğunu daha önce Sudan devrimi hakkındaki yazılarımızda yazmıştık. Ama Beşir’i devirenler, şimdi devrimin karşısına öteki katil generallerle çıkıyorlar. ABD Etyopya’nın yeni yöneticisi Abiy Ahmet aracılığıyla devrim kampını askerlerle iş birliğinde uyutmaya çalışırken onlar askerin hâkimiyetini devam ettirmek istiyor. Türkiye’nin Sudan’ı yitirmesi, Rabiacılık açısından Sevakin adasındaki askeri üs projesinin de suya düşmesi demek. Buna karşılık, Suud-BAE ikilisi son dönemde büyük ataklar yapmış durumda: Eritre’de 2015’te kurulan BAE askeri üssüne ilaveten yakında Somali’de aynı ülkenin, Cibuti’de ise Suud’un birer üs hazırlığı var. Bir de bu devletler Kızıl Deniz Forumu diye bir ittifak kuruyor: Bu ittifak Afrika Boynuzu ülkelerini ikilinin yanı sıra Yemen, Mısır ve Ürdün ile bir araya getiriyor.
İş Kuzey Afrika ve Afrika Boynuzu ile de sınırlı kalmıyor. Sudan’ın Batı komşusu Çad üzerinde de iki kamp arasında rekabet var. O yetmiyor, BAE, kıtanın oldukça batısında yer alan Nijer’in kuzeyinde “Türkiye’ye karşı üs kurmanın eğişinde” (Africa Intelligence). Hoppala demeyin. Mısır’dan Fas’a uzanan Arap Kuzey Afrika’sının bir alt kuşağındaki ülkelerden oluşan ve “Sahel beşlisi” olarak bilinen (Doğu’dan Batı’ya gidersek) Çad, Nijer, Mali, Moritanya ve Burkina Faso’dan oluşan grubun kurduğu ortak güvenlik gücüne Erdoğan Türkiye’si 5 milyon avro yardım veriyor. (Durumu iyi anlamak için Moritanya’nın Pasifik Okyanusu’na sahili olduğunu ekleyelim!) Tabii Somali’den Sahel ülkelerine uzanan bir çizgide, Eşşebab ve Boko Haram gibi DAİŞ’e yakın Ali kıran baş kesen köktendinci haydutların da faaliyet yürüttüğünü unutmayalım.
Türkiye Arap Afrikası’nda ve kara Afrika’da adım adım Büyük Sahra Çölü’nün kumlarına batıyor. Hükümetten, bu askeri faaliyetlerin ve finansmanın kaynaklarını ve amaçlarını açıklamasını talep etmeliyiz. Bir de şunu bilmeliyiz: Türkiye Afrika’da gizli bir sömürgecilik politikasına soyunduysa, bize de bir tek kendi topraklarımızda bir devrimci parti yetmez. Devrimci faaliyet, bütün ülkelerin işçilerini bir araya getirerek bütün ulusları eşitlik temelinde kardeşleştirecek bir Enternasyonal’i, bir dünya partisini gerektirir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2019 tarihli 119. sayısında yayınlanmıştır.