Suudi Arabistan’da Amerikancı-Siyonist-Mezhepçi saray darbesi
Suudi Arabistan’da yolsuzluk operasyonu örtüsü altında gerçekleşen, bazı prenslerin gözaltına, bir prensin bindiği helikopterin “kaza” eseri düşmesine kadar varan taht kavgası, gelecekteki Suudi kralının kim olacağından çok daha fazla şeyler ifade ediyor.
Suudi Arabistan’da gelenek olarak kral öldüğünde taht hanedanın en büyük üyesine geçiyordu. Suudi Arabistan’ın ilk Kralı Abdülaziz 1953 yılında öldüğünden beri taht Abdülaziz’in kardeşleri arasında en yaşlı olana geçti. En son Kral Abdullah 2015 yılında öldükten sonra da tahta 79 yaşındaki kardeşi Kral Selman bin Abdülaziz geçti. Yeni kralın ilerlemiş yaşı kendisinden sonraki veliahtın kim olacağı tartışmalarını baştan itibaren sıcak tuttu. Kral Selman, yerleşik uygulamayı değiştirip ilk defa veliaht prensleri, bir sonraki kuşaktan belirleyince, taht savaşlarının da fitili ateşlenmiş oldu.
Genç prens tahta giden yolu temizledi
Hanedanın 31 yaşındaki genç veliahtı Prens Muhammed bin Selman, 11 prensi gözaltına aldırıp, bir prensi de helikopterinin düşmesiyle saf dışı bırakarak Krallık için ciddi bir yol temizliği yaptı. Veliaht Prens Muhammed bin Selman, bu operasyonu, bir yolsuzlukla mücadele komitesi icat edip başına geçerek gerçekleştirdi. Genç prensin yükselişinde geçtiğimiz yıl Mart ayında Trump’la Beyaz Saray’da yaptığı görüşme önemli bir aşamayı ifade ediyor. Trump’ın Suudi Arabistan ziyareti sonrasında da bu ilişki aynı sıcaklığı ile sürdü. Katar’la yaşanan kriz sürecinde Beyaz Saray, Suudi Arabistan’la ilgili meseleleri yine genç prensle telefon diplomasisi üzerinden görüşmeye devam etti.
Ilımlı İslam yani Amerikancı İslam açılımı
Prens Muhammed, saray darbesine girişmeden önce ABD politikasına uyumlu bir şekilde “ılımlı İslam” çıkışı yapmıştı. Prensin “ılımlı İslam” çıkışı Suudi Arabistan’ın özellikle Suriye’de ABD’nin ayağına bağ olan tekfirci mezhepçi örgütlerin desteklenmesi politikasını değiştireceğini gösteriyor. Yeni dönemde Suudi Arabistan’ın politikası büyük oranda ABD’nin çizdiği yolun dışına çıkmayacak. Suudi Arabistan’ın Suriye’de PYD ile yakınlaşması ve Kuzey Suriye’deki petrol pazarlıklarında rol almaya başlaması bu yönelişin bir parçası. PYD lideri Salih Müslim’in Suudi basınına demeç verip, Suudilerle akrabalık bağı olan aşiretlerle gurur duyduklarını açıklaması bu ilginin karşılıksız olmadığının bir göstergesi.
Lübnan odakta, İran hedefte
Suudiler, genel Ortadoğu politikasında İsrail’le birlikte İran karşısında Amerikancı ve Siyonist bir cephe oluşturmaya yöneliyor. Mısır’da Sisi diktatörlüğü bu doğrultuda Suudilerle birlikte hareket ediyor. Mısır’ın öncelikli hedefi Akdeniz’deki gaz kaynaklarını İsrail'le paylaşmak.
Bu politikanın ilk uç verdiği yer ise Lübnan oldu. Lübnan başbakanı Saad Hariri, Suudi Arabistan’ı ziyaretinde televizyonlara çıktı ve bir anda istifa ettiğini duyurdu. Konuşmasında Hizbullah’a ve İran’a yüklenen Hariri daha sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. 17 gün sonra Lübnan’a dönen Hariri’nin başına ne geldiği hâlâ meçhul. Ancak açık olan tek bir şey var o da Suudi Arabistan’ın Lübnan’da Hizbullah’ı milli mutabakat hükümetinden çıkartmak istemesi. Bunun için hükümette yer alan Sünnileri, bu koalisyonu bitirmeye ve ülkedeki Şiilere karşı mezhepçi bir pozisyon almaya zorluyorlar. Bu politikanın son derece karmaşık ve kırılgan iç dengelere sahip olan Lübnan’da iç savaşa kadar varacak sarsıntıları tetiklemesi mümkün.
Suudi Arabistan ve İsrail’in istediği de bu. Böylece İran’ın bölgedeki nüfuzunun en önemli dayanaklarından biri olan Hizbullah’ı Suriye sahasından ülke içerisine çekebilir, Suudi Arabistan’ın ve ABD’nin bölgedeki etkisini arttırabilirler. Dahası, Lübnan’da bir iç savaş ortamı, daha önce defalarca kanıtlandığı gibi, olası bir İsrail saldırısının da önünün açılması demek.
Erdoğan’ın ılımlı İslam’a tepkisinin nedeni
Prens Muhammed bin Selman’ın “ılımlı İslam” çıkışının, en sert tepkiyi Erdoğan’dan görmesi, Erdoğan’ın “İslam’ın ılımlısı ılımsızı olmaz İslam tektir” demesi, Suudi Arabistan’ı “kadınların araç kullanmasına izin verilmemesiyle” eleştirmesi meselenin Türkiye’ye doğrudan uzanan boyutları olduğunu gösteriyor. Kral Abdullah’ın ölümünün ardından Türkiye’de yas ilan eden Erdoğan’ın Suudi rejiminde baskı gören kadınları hatırlaması, Atatürkçülük açılımının değil Suudi Arabistan’ın Katar’la birlikte Türkiye’yi Ortadoğu’dan yalıtma politikasının bir sonucu.
Suudi saray darbesi Türkiye siyasetini etkileyecek
Erdoğan, iktidarı boyunca sıkıştığı dönemlerde Suudi parasının yardımını çok gördü. Ancak şimdi saflar değişmiş görünüyor. Zarrab davası Türkiye ekonomisini ciddi şekilde sıkıntıya soktuğunda bu sefer Suudi parası Erdoğan’ı kurtarmak için değil Amerikan muhalefetini fonlamak için devreye girecek. Bayram değil seyran değilken Abdullah Gül’ün Suudi Arabistan çıkarması yapmasına, Atatürkçü CHP’nin saflarında durduk yere Suudi Arabistan sempatisinin artmasına bir de bu gözle bakmak gerek.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Aralık 2017 tarihli 99. sayısında yayınlanmıştır.