Mezhep savaşı başını yine kaldırdı
Türkiye, 15 Temmuz’dan itibaren daha önce alıştığı coğrafyadan başka bir coğrafyaya çevirmişti yüzünü. Erdoğan Putin’i ziyaret etti. Dışişleri ve Savunma Bakanları Moskova ve Tahran müdavimi oldular, MİT müsteşarı Hakan Fidan onlara eşlik etti. Moskova Deklarasyonu için Rusya-Türkiye-İran dışişleri bakanları toplandılar. Sonra hep birlikte Kazakistan’ın başkenti Astana’ya gidildi. Mesela bu başkentin adını kim bilir ne kadar çok Türkiye yurttaşı ilk defa duymuştur!
Ama son günlerde eski alışkanlık depreşti, eski yollar kat edilmeye başladı. Son bir hafta içinde Türkiye’yi Trump’ın iki önemli görevlisi ziyaret etti. Önce CIA Başkanı Michael Pompeo geldi ve Türkiye’nin cumhurbaşkanı ile görüştü. Bir hafta sonra da bu kez Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford gelerek mevkidaşı Hulusi Akar ile İncirlik Üssü’nde görüşme yaptı. Yeni Şafak, Star, Sabah gibi gazeteler, 15 Temmuz’dan beri Amerika’nın Türkiye’ye karşı savaş açtığını söylüyorlardı, Erdoğan, Yıldırım ve dışişleri bakanı Çavuşoğlu da sürekli “üst akıl” hüsni tabiri ile ABD ve AB’yi suçluyorlardı. Şimdi bunlar birdenbire unutulmuşa benziyor. ABD’li memurların Ankara ziyaretinin hemen öncesinde ise son bir buçuk yıldır Türkiye’yi kapı komşusu yapan Almanya şansölyesi Angela Merkel de Erdoğan’ı ziyaret etti.
Ama trafik sadece Türkiye ile NATO müttefikleri arasında kurulmadı. Tayyip Erdoğan kadim dostları Körfez ülkeleri yöneticilerini ziyarete gitti. Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri sıraya girdi. Ne oluyor?
Sünni mezhepçi kampta sarsıntı
Bundan bir yıl önce yayınlanmış bir yazımızda, dünyanın Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğine geldiğini yazmıştık (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/mezhepci-troykanin-panigi-abd-ile-rusyanin-poker-oyunu-esadin-ikinci-bahari). Bunun arkasındaki cehennemi zincir şu idi: Sünni mezhepçi kampın önünde yürüyen üçlü, Suudi Arabistan, Katar ve AKP Türkiyesi, Suriye’de Rusya’nın desteğini alan Beşşar el Esad’ın adım adım kazanmakta olduğu başarıları, özel olarak da her türlü mezhepçi, tekfirci muhalefeti Türkiye’ye bağlayan ikmal yolunun kapanmasını büyük bir tehdit olarak gördüğü için savaşa doğrudan kendi orduları ile girmeye hazırlanıyorlardı; bu, özellikle Rusya ile Türkiye’yi kaçınılmaz olarak karşı karşıya getirecek bir adım olurdu; Rusya ile Türkiye kapıştığı takdirde ABD’nin NATO müttefikini yalnız bırakması çok düşük bir olasılıktı. Bu da açıkça bir dünya savaşı demekti. Ama eklemiştik: ABD (şimdilik) bir Üçüncü Dünya Savaşı istemiyor; dolayısıyla, bir yandan üçlüye göz kırparak sanki onlarla birlikte doğrudan kara ordularıyla askeri müdahaleye istekliymiş gibi yapıyor, bunu Rusya’nın Esad’ı gemlemesi için tehdit unsuru olarak kullanıyor, onları yeniden ateşkese ve müzakere masasına çekmeye çalışıyor, bir yandan da kendisi üçlüyü gemliyor.
ABD’nin bu taktiği işe yaramış, Üçüncü Dünya Savaşı’na yol açabilecek bir mezhepçi Sünni askeri müdahalesi o aşamada engellenmişti. Ama Rusya ve Suriye’nin o an yüzünü barış masasına dönmesi, o yazıda da vurguladığımız şekilde, Türkiye’ye ikmal yollarının kesilmesinin Suriye devletine stratejik bir zafer açısından üstünlük sağlaması koşulunu ortadan kaldırmadı. Sonunda, herkesin bildiği gibi, Halep’in mezhepçi ve tekfirci orduların kontrolünde olagelmiş Doğu bölümü Esad’ın ordularının eline geçti.
15 Temmuz’un etkileri
Ama bu arada köprülerin altından çok su akmıştı. Türkiye’de Erdoğan-AKP iktidarı 15 Temmuz darbe girişimi vesilesiyle uluslararası alanda ne kadar yalnız kaldığını görmüş ve Rusya’ya, bütünüyle onun koşullarıyla teslim olmuştu. Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi’nin suikaste uğramasının ertesi günü imzalanan Moskova Deklarasyonu, Türkiye’nin Suriye’de 2011 sonundan itibaren ileri sürdüğü bütün tezlerin çöküşü anlamına geliyordu. Yine Rusya-Türkiye yakınlaşması dolayısıyla, Ağustos ayında başlamış olan Fırat Kapanı, Rusya’nın izni ve denetimi, hatta zaman zaman hava bombardımanı desteği ile yürütülüyordu. Dolayısıyla, Türkiye ordusunun Suriye’ye girmesi iki ülkeyi karşı karşıya getirmemişti. Bu arada ABD kendi seçim sürecinde altüst olmuştu. Ayrıca 15 Temmuz’da İncirlik Üssü’nün oynadığı rol ve başka göstergeler dolayısıyla en önemli müttefiklerinden biri olan Türkiye üzerindeki nüfuzunu yitirmişti. Sünni üçlünün öteki güçlü unsuru Suudi Arabistan ile de arası, birçok nedenin yanı sıra ABD-İran yakınlaşması dolayısıyla kötüydü. Kısacası, ABD’nin hiçbir şeye müdahale edecek hali yoktu. Daha önceki durum 15 Temmuz sonrasında bütünüyle değişmiş gibi görünüyordu.
Ne var ki ortada bir Trump faktörü vardı. Gerçek gazetesi, bu yüzden, aslında askeri bakımdan stratejik bir zafer olarak görülmesi gereken Halep başarısı dolayısıyla Suriye savaşının sonunu ilan etmenin çok erken olduğunu, Trump’ın politikasının durumu yeniden altüst edebileceğini bu yüzden hatırlatıyordu (https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/halep-muharebesi-zafer-mi-insanlik-drami-mive https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/halep-emperyalizmin-ve-bolgesel-ortaklarinin-hezimeti).
Taktik sapmadan stratejiye geri dönüş
Tayyip Erdoğan Rusya ve İran ile ortaklık başladıktan bir süre sonra, Kasım sonunda Türkiye’nin Suriye’ye Beşşar Esad’ı devirmek için girdiğini söylemişti (http://gercekgazetesi.net/uluslararasi/firat-kalkaninin-gizli-hedefi-aciklandi-erdoganin-yeniden-esadi-hedef-almasinin-anlami). Bu tabii Rusya’yı çok kızdırdı ve Erdoğan sözlerinin yanlış anlaşıldığını ifade etti. Ama şimdi Erdoğan yeniden Rusya’nın hoşuna gitmeyen şeyler söylemeye başladı. Bahreyn ziyaretinde şöyle dedi: “Birileri hem Suriye'nin hem Irak'ın bölünmesini istiyor. Irak'ın bölünmesi çalışmasını yapanlar var. Oradaki mezhebi, etnik mücadele, çünkü orada da bir Pers milliyetçiliği olayı var. Bu Pers milliyetçiliği olayıyla da orada bir bölünme söz konusu. Bunların önünü kesmemiz gerekiyor.”
Bu açıklama son derecede önemlidir. Görebildiğimiz kadarıyla bu sefer Erdoğan sözlerini geri almak zorunda kalmamıştır. O zaman “ne oluyor?” sorusunu bir daha soralım. Olan şudur: Erdoğan-AKP Türkiye’si 15 Temmuz’un açığa çıkardığı büyük uluslararası yalnızlık karşısında ayakta kalabilmek için taktik bir sapmaya gitmiş ve Rusya ile İran yönüne doğru adım atmış, stratejik yönelişinden fedakârlık yapmıştı. O stratejik yöneliş, Sünni Arap dünyası üzerinde bir hâkimiyet kurmak, Erdoğan’ın “reisliği” altında İslam birliğine doğru yürümek, belki de hilafeti yeniden gündeme getirmektir. Şimdi bu taktik parantezin kapanması ihtimali doğmuştur. Dolayısıyla, Türkiye’nin dış politikası yeniden ABD ile birlikte, Körfez ülkeleriyle el ele İran’a ve onun müttefiklerine karşı mevzilenmeye doğru bir dönüş yapmaktadır.
Trump Sünni mezhepçiliği koltuğu altına alıyor
Bu gelişmenin 20 Ocak’ta göreve başlamış olan Donald Trump’ın ABD’nin Ortadoğu politikasını yeniden biçimlendirmesiyle yakın ilişki içinde olduğu ortadadır. Gerçek gazetesi Trump’ın Ortadoğu’daki önceliğinin Siyonist İsrail’e destek vermek olduğuna, bunun İran’a düşmanlık ve dolayısıyla Rusya’dan uzaklaşmak anlamına geleceğine erkenden işaret etti (https://gercekgazetesi.net/karsi-manset/trumpin-damadi-jared-kushner-baris-arabulucusu-mu-yoksa-siyonist-isgalin-destekcisi-mive https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/rusya-turkiye-iliskileri-trumpi-beklerken). İran’a düşmanlığın yolu ancak mezhepçi Sünni güçlere yaslanmak olabilir. Trump yönetiminin yönelişi de işte bu olmuştur. Öyle anlaşılıyor ki, Suudi Arabistan’ın Aralık 2015’te ilan ettiği, Mart ayında ise “Kuzey Gökgürültüsü” adlı dev manevrayı düzenleyen “Teröre Karşı İslam İttifakı”, biraz da Sünni cephenin en büyük askeri gücü Türkiye’nin 15 Temmuz’da yaşadığı sarsıntı dolayısıyla geri plana düşmüşken yeniden canlandırılacaktır. Basın aynı zamanda Sünni Arap ülkelerinin bir kısmının İran’a karşı İsrail ile istihbarat paylaşımı yapacağını da bildirmiş bulunuyor.
Bu, CIA başkanı ile ABD genelkurmay başkanının ardı ardına Türkiye’ye gelişini gayet güzel açıklar. Daha da ötede bu görüşmelerde ABD ile Türkiye arasında Rakka operasyonunun pazarlıklarının başlamış olduğu da basına sızmış bulunuyor. Bu, bir dönüm noktasıdır. ABD yıllardır DAİŞ’e karşı mücadelesinde PYD-YPG’nin belkemiğini oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) birliklerini kara kuvveti olarak kullanırken, AKP iktidarı Rakka operasyonunu birlikte yürütme çağrıları yapıyordu. Şimdi öyle anlaşılıyor ki, ABD, SDG ile ilişkilerini toptan bir yana koymamakla birlikte, Türkiye ile bu seçeneği tartışmaya başlamıştır. İlke olarak böyle bir operasyon gündeme gelmiş olmaktadır. Ayrıntılarda henüz anlaşma olmamış olabilir. Ama yeni bir dönem açılmaktadır.
Bunun Türkiye açısından anlamı, Ortadoğu batağına boylu boyunca dalmaktır. Her milletten memleketten askerini bu bataklıkta ölüme yollamaktır. ABD’nin kara gücü olmaktır. Bugün Suriye’ye, yarın Irak’a dalarak İran’a karşı mezhep savaşına girmektir. Trump denen gerici yaratığın oyuncağı olmaktır.
Gerçekgazetesi aylardır “Fırat Kalkanı” operasyonunun nasıl bir “Fırat kapanı”na dönüşmüş olduğunu yazıyor (https://gercekgazetesi.net/uluslararasi/firat-kapanindan-nasil-cikilir; http://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/firat-kapanindan-cikisin-yolu; https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/firat-kapani-halklarla-barismadan-ve-emperyalizme-vurmadan-cikis-zor; http://gercekgazetesi.net/karsi-manset/akar-el-bab-bitti-isik-kusatma-altinda-gercek-firat-kapani-kapaniyor). Bu teşhis adım adım doğrulandı, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) sonunda Suriye ordusu ile karşı karşıya geldi, Rus uçakları TSK’yı “kazaen” bombaladı.
Şimdi, Erdoğan-AKP iktidarı Türkiye’yi Ortadoğu kapanına sokmaya yöneliyor. “Üst akıl”, Amerika’nın bize savaş açmış olduğu iddiası falan, her şey unutulmuştur. Türkiye ABD tarihinin belki de en gerici yönetiminin emrine ordusunu vermeye hazırlanıyor. Türkiye Siyonist İsrail’in Ortadoğu politikasıyla aynı hizaya sokuluyor.
Devrimci İşçi Partisi, 15 Temmuz’dan beri döne döne söylüyor, yazıyor, haykırıyor: Ortadoğu’da en büyük gericilik emperyalizmdir. Doğru politika, bölgenin halkları arasında dostluk temelinde emperyalizmi yenilgiye uğratmak ve bölgeden kovmaktır. DAİŞ’le mücadele Suriye ordusu ile birlikte verilmeli, Türkiye Suriye topraklarında elde ettiği bütün toprak parçalarını Suriye’nin resmi hükümetine iade etmelidir. Suriye Kürtlerinin özerkliğinin Türkiye’nin “milli çıkarları”na aykırı olduğun koskoca bir balondur. Asıl Kürt varlığının inkârına dayanan politika o halkı emperyalizmin yanını iterek Türkiye’ye kötülük etmektedir.
Sünni mezhepçiliği + Trump Ortadoğu’da kan gölü yaratır!
Trump ile işbirliği ve mezhepçilik, Ortadoğu’yu felakete sürükler. Okuyucumuza, bundan bir yıl önce yayınladığımız yazıda Suriye savaşı dolayısıyla Üçüncü Dünya Savaşı’nın elle tutulur bir tehlike haline gelmiş olduğuna işaret ettiğimizi yeniden hatırlatalım. O korkunç olasılık neden gerçekleşmemişti? Yukarıda söyledik: Obama yönetimi altında ABD emperyalizmi Ortadoğu’da bir savaş istemiyordu. Bir yandan dikkatini Çin ve Rusya üzerine odaklaştırmıştı, bir yandan da kendinden önce George W. Bush’un İslam dünyasıyla ilişkileri nasıl mahvettiğinin bilincindeydi. Yeni bir Arap devriminin tohumlarını atmak istemiyordu. Obama yönetimi Ortadoğu’da mezhep savaşının baş kışkırtıcısı Suud’u gemledi ve savaşı (şimdilik) önledi.
Şimdi denklemde değişen Trump’ın ABD’nin başına gelmiş olmasıdır. Ortadoğu’da Sünni mezhepçiliği güden kamp bu sefer ABD’nin gemlemesine değil, kışkırtıcılığına maruz kalıyor. Ortadoğu bir Sünni-Şii savaşına girdiği takdirde milyonlar ölecek, camiler, türbeler, tekkeler yakılacak yıkılacak, en radikal İslamcılar kaçınılmaz olarak güçlenecektir. Bir Sünni-Şii savaşı, dünya savaşı çıkmadan da, bölgemizi ve ülkemizi felakete sürüklemeye yeter.
Öyleyse, Türkiye’nin Trump Amerikası’nın politikasına uyum sağlamasına karşı sonuna kadar mücadele etmeliyiz. HAYIR’ın bir anlamı da budur.