Sivas’ı unutmadık unutturmayacağız! Katliamlara, ırkçılığa, mezhepçiliğe, kardeş kavgasına karşı sınıf kavgasını yükselteceğiz!
2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak’ta 35 canımızın bizlerden kopartıldığı katliamın 29. yıldönümünde bir kez daha “Sivas’ı unutma unutturma!” diye haykırıyoruz. Çünkü bu katliamın hesabı sorulmadığı gibi yıllar içinde faili meçhul cinayetlerde, katliamlarda yüzlerce canımızı daha aldı bu düzen. Cinayet ve katliamların arkasındaki NATO mahsulü kontrgerilla asla tasfiye edilmedi. Emperyalistler işbirlikçi taşeronları eliyle halkımızın kanını dökmeye devam etti ve ediyor. Sömürü ve baskıyı daim kılmak için cinayet ve katliamları yöntem bilen, kardeş kavgasını körüklemekten geri durmayan bu kirli düzen yıkılmadıkça halkımız asla güvende olmayacaktır.
Sivas katliamı bir devletlû katliamdır.
Sivas katliamı, faili meçhul cinayetlerle tarihe geçen uğursuz 1993 yılında halka karşı işlenen suçlar silsilesinin bir parçasıdır. Katliamda güvenlik güçlerinin eylemsizliği, iktidarın katledilenleri suçlu ilan etmesi, yargının sistematik karartma faaliyeti ortadadır. 90’lı yıllara Bahar eylemlerinden ve madenci grevlerinden kamu emekçilerinin mücadelesine kadar 12 Eylül’ün karanlığını aydınlatan bir işçi sınıfı ve emekçi halk seferberliği ile girilmiştir. Bu seferberlik, karşısında sınıf kavgasını kardeş kavgasıyla boğmaya yönelmiş iktidarlar bulmuştur.
Dönemin başbakanı Tansu Çiller’in katliam sonrasında yaptığı “çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” açıklaması sadece kendi duygularını değil devletin politikasının da bir ifadesidir. Aynısını hapishanelerdeki katliama “hayata dönüş” adı takan, Gezi’de kaybettiğimiz canların karşısında “polis destan yazdı” diyen, Suruç’taki, Ankara Gar’ındaki katliamlarda katilleri bildiği halde “eyleme geçmeden tutuklayamayız” diyerek kollayan tutumda gördük. Bu tutum arkasındaki siyasî iradenin Sivas katliamı davasını zaman aşımına uğratması ve bunu Erdoğan’ın ifadesiyle “milletimiz için ülkemiz için hayırlı olsun” diye selamlaması elbette ki şaşırtıcı değildir.
İşte bu tutumun sahipleri bugün iktidardadır. Bir kez daha ekonomik krizin, hayat pahalılığının ve işsizliğin karşısında işçi sınıfı ve emekçi halkın ayağa kalkmasından korkanlar, sınıf kavgasını kardeş kavgasıyla boğma niyetindedir. İktidarın izlediği mezhepçi siyasetin, düzen muhalefetinin aday tartışmalarında yankı bulması, sömürücü baskıcı düzenin kapitalist sınıfsal karakterinin değil de Kılıçdaroğlu’nun mezhebinin tartıştırılması tesadüf değildir. Kimi zaman göçmenlere kimi zaman Kürtlere yönelik ırkçı kampanyaların ortaya çıkması tesadüf değildir.
Daha vahim olan ise sadece iktidarın değil muhalefetin de Saadetiyle, İyi Partisiyle, Gelecek, Deva gibi AKP artıklarıyla Madımak’ın failleri, savunucuları ve aklayıcıları tarafından istila edilmiş olmasıdır. Ülkenin ana muhalefet partisi CHP ise, her ne kadar uğradığı haksızlıklar karşısında Alevîlerin yanında olduğu görüntüsü vermekteyse de, Sivas ve benzer katliamların ardındaki kontrgerillanın kurucusu ve azmettiricisi olan, memleketteki mezhep kavgasından çıkarı bulunan emperyalizmi karşısına almak şöyle dursun, onun sözcülüğünü yapmaktadır. Oysa bu memlekette emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmek demek, yeni Çorumlara, Maraşlara, Sivaslara davetiye çıkarmak demektir.
Tüm bunlar emekçi halkın da hangi yoldan yürümesi gerektiğini bizlere gösteriyor. Irkçılığın, mezhepçiliğin karşısına işçilerin birliği ve halkların kardeşliği şiarıyla çıkmanın zorunlu olduğu günlerden geçiyoruz. Sivas’ta yitirdiğimiz canları unutmuyoruz, unutmayacağız! Katillerden, azmettiricilerden, aklayanlardan, unutturmaya çalışanlardan ve nihayet katliamcı düzenden hesabı ekmek ve hürriyet mücadelesini yükselterek soracağız!