IV. Enternasyonal’in 75. yıldönümü: tamamlanmayı bekleyen bir görev
Bundan tam 75 yıl önce, 3 Eylül 1938’de, Fransa’nın başkenti Paris’in bir banliyösünde, Fransız devrimcisi Alfred Rosmer’in evinde, Avrupa’nın büyük ülkelerinden, ABD’den, Asya’dan ve Latin Amerika’dan, sayıları onları geçmeyen delege, “Dünya Devriminin Sosyalist Partisi” adını taşıyan yeni bir uluslararası örgüt kurdular. Bu örgüt tarihe IV. Enternasyonal olarak geçecekti. Örgütün arkasındaki büyük beyin Lev Davidoviç Trotskiy kuruluş kongresinde hazır bulunamıyordu, çünkü Stalinist Sovyet bürokrasisinin basıncı altında ve kendileri bu büyük devrimciden korktukları için kapitalist Avrupa’nın devletleri Trotskiy’e vize vermiyordu. Türkiye’de Büyükada’daki dört yıllık ikametinden (1929-1933) sonra, kısa sürelerle Fransa ve Norveç’te kalan büyük devrimciye, bir tek emperyalizmle sıkı bir mücadeleye girmiş olan Meksika devlet başkanı Cárdenas, Trotskiy’in taraftarı olan ünlü ressam Diego Rivera’nın aracılığıyla iltica hakkı sağlamıştı. Oysa yeni kurulacak dünya partisinin en güçlü olduğu kıta (güçlü bir partiye sahip olan ABD dışında) Avrupa idi. Yol masrafları ve sehayat güçlükleri kuruluş kongresinin Avrupa’da yapılmasını gerekli hale getiriyordu. Bu yüzden Trotskiy’in kendisinin kongrede bulunması mümkün değildi.
Oysa, Ekim devriminin Lenin’le birlikte iki büyük önderinden biri, Ekim ayaklanmasını gerçekleştiren Askeri Devrimci Komite’nin başkanı, yeni rejimin ilk Dışişleri Halk Komiseri (yani bakanı), yabancı güçlerin de desteğiyle yeni proleter devletine savaş açan Beyaz’lara karşı iç savaşı kazanan Kızıl Ordu’nun sıfırdan kurucusu ve başkomutanı, büyük Marksist teorisyen Trotskiy, Lenin’in hasta döneminde onunla ittifak içinde, daha sonra da kendi önderliğinde bir hareketle birlikte, Sovyetler Birliği’ni adım adım ele geçirmekte olan bürokrasiye karşı tam on beş yıldır mücadele etmekteydi. 1923’te Sol Muhalefet’i, 1926’da Zinovyev ve Kamenev ile birlikte Birleşik Muhalefet’i kuran Trotskiy, 1927 sonunda iç sürgüne, o zamanki adıyla Alma Ata’ya (şimdi Almati), 1929 başında ise dış sürgüne, İstanbul’a gönderildikten sonra Uluslararası Sol Muhalafet’i kurmuştu. Başlangıçta kendini Lenin’in kurduğu III. Enternasyonal’in (Komünist Enternasyonal veya kısa adıyla Komintern) bir hizbi olarak kabul eden Uluslararası Sol Muhalefet, Komintern Stalinist önderlik altında, önce 1928’de dünya devrimi programının yerine gerici ve uydurma “tek ülkede sosyalizm” programını kabul edince, sonra da 1933’te hata üzerine hata yaparak Almanya’yı Nazilere teslim etmesine rağmen bu konuda bir satır bile özeleştiri yapmayınca, pratikte devrimci karakterini yitirdiği saptamasıyla yeni bir Enternasyonal’in kurulması gerektiği sonucuna varmıştır. İşte beş yıl süren hazırlıklardan sonra kurulan örgüt, bu yeni Enternasyonal’dir. Örgütün programı ise Trotskiy’in kaleme aldığı ve “Geçiş Programı” olarak bilinen metindir.
İki yıkım, iki ayağa kaldırma çabası
IV. Enternasyonal’in tarihi anlamını kavramak çok kolaydır. Bu örgüt, uluslararası işçi sınıfının öncüsünün tahribine karşı bu öncüyü örgütlü biçimde yeniden ayağa kaldırma çabasını cisimleştirir. 20. yüzyılın ilk yarısında uluslararası proletaryanın Marksist öncüsü iki büyük taarruzla karşı karşıya kalmıştır. Bunların ilki 1889’da kurulmuş olan II. Enternasyonal’in, uzun bir revizyonist çürümeden sonra I. Dünya Savaşı karşısında enternasyonalizmi terk etmesiyle ortaya çıkmıştır. Devrimci Marksizmin buna cevabı, savaş içinde zafere ulaşan ve Lenin’in Bolşevik Partisi’nin iktidara getiren Rusya’daki Ekim Devrimi’nin ertesinde 1919’da Komintern’in kuruluşu olmuştur. Yani (kelimeyi bugünkü anlamıyla kullanarak söyleyecek olursak) sosyal demokrasinin uluslararası işçi sınıfının devrimci öncüsünü ulusal bölüklere bölen ve burjuvazinin kuyruğuna takan politik taarruzuna karşı devrimci öncü Komintern ile bir kez daha ayağa kalkmıştır.
Bu birinci tahrip girişimi emperyalist ülkelerin işçi sınıfının ayrıcalıklı katmanları olan işçi aristokrasisinin ve sendikalarda ve partilerde gelişen işçi bürokrasisinin çıkarlarını temsil eden sosyal demokrasiden gelmişti. İkinci tahrip girişimi ise, 1920’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nde iktidara yükselen, politik karşı devrimini 1930’lu yıllarda perçinleyen, böylece Sovyet devletini yozlaşmış bir işçi devleti haline getiren, sosyalizme doğru gelişmesinin önünü kapayan yeni bir bürokrasinin, işçi devleti bürokrasisinin siyasi temsilcisi olan Stalinizmden geldi. Sovyetler Birliği’ne hâkim oldukça Komintern’i de ele geçiren, devrimci partilerin önderliklerini değiştirerek ve baskı altına alarak kendiyle uyumlu hale getiren, Komintern’i Sovyet dış politikasının basit bir aleti konumuna sokan, dünya devrimi amacından koparan bu güç oldu. Ama dünya devrimi amacından kopan bir dünya partisi anlamsız ve işlevsiz hale gelmiş demektir. Trotskiy bunu önceden görmüş olduğu için IV’ü daha Komintern yaşıyorken kurmuştu. Nitekim, daha 1924’te Lenin’in mezarı başında onun kurduğu Enternasyonal’i “ebediyete kadar” yaşatacağını söyleyen Stalin, 1943’te bir kongre bile toplamaya gerek görmeden Komintern’i dağıttı. Böylece, uluslararası işçi sınıfının öncüsü bir yarım yüzyıl içinde ikinci defa tahrip ediliyordu. IV, bu tahribata karşı, devrimci enternasyonalizmi ayakta tutmak için kuruldu.
Büyük bir tarihsel mevzi
Bu örgüt görevini kısmen de olsa yerine getirebildi. Kısaca söylenirse, kuruluşundan bugüne geçen 75 yıl boyunca IV. Enternasyonal hareketi, uğradığı bölünmelere rağmen, devrimci Marksizmin programını, dünya devrimi hedefini ve bu devrim uğruna bir devrimci Enternasyonal’in örgütlenmesinin gerekliliği fikrini ayakta tutmak bakımından dünya tarihsel birişlev gördü. Şayet ortada, bütün parçalanmalara rağmen, örgütlü bir gelenek olmasaydı, Leninizmin otantik, hakiki, yalansız devamı olan Trotskizm, dünya çapında sosyalist hareket içinde bugün sahip olduğu örgütsel ağırlığa, bu ağırlık ülkeler ve kıtalar arasında ne kadar eşitsiz ve toplam olarak ne kadar alçakgönüllü olursa olsun, sahip olamazdı.
Özellikle Berlin Duvarı’nın çöküşünün (1989) ve Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün (1991) ertesinde dünya çapında işçi sınıfı, gençlik ve aydınlar içinde sosyalizmden, Marksizmden, Leninizmden uzaklaşma had safhasına çıktığında, klasik Marksizmi savunan ve politikada uygulamaya çalışan partiler var olduysa, sol liberalizm ve ulusalcılık denen burjuva sosyalizmi akımları meydanı boş bulamadıysa, hem teori hem de pratik düzeyinde Marksizm hâlâ savunulduysa bunun ardında büyük ölçüde (bazı ülkelerde sadece) Trotskizm var oldu. Stalinist partiler Lenin’e sırt çevirerek bizim “post-Leninist” adını taktığımız bir “demokratik sosyalizm” sevdasına düştüğünde bununla mücadeleyi Trotskist partiler yürüttü.
Bu sayede birçok ülkede Trotskist partiler daha önce sahip olmadıkları bir güce kavuştu. Arjantin’de DİP’in kardeş partisi Partido Obrero, Brezilya’da PSTU, Fransa’da LO ve (şimdi tasfiye edilmiş olan) LCR, Britanya’da SWP, İtalya’da yine kardeş partimiz PCL, kendi ülkelerinde tartışmasız en güçlü Marksist parti olarak nitelenebilecek olan Trotskist partilerden sadece bazıları. Trotskizm dünya solunda hak ettiği yere kavuşacağını göstermeye başladı. Ama bu çok ağır, çok zahmetli, çok eşitsiz bir süreç içinde oluyor. Çünkü dünya çapında sosyalizm Sovyetler Birliği ve diğer bürokratik olarak yozlaşmış işçi devletlerinin çöküşünden, yani 20. yüzyılın sosyalist inşa deneyiminin bütününün yenilgiye uğramasından sonra derin bir kriz döneminden geçiyor hâlâ. 2000’li yılların ilk onyılında Latin Amerika’nın, başlarını yaşamakta olduğumuz ikinci onyılında ise Arap devriminin yükselmesi, bu sorunu otomatikman çözüme kavuşturamıyor. Kavuşturamaz da. Çünkü pratik bilincin önünde yürüyor. Bilinç otomatik olarak değişse idi, zaten Leninizme gerek olmazdı!
Tamamlanmamış misyon
Ama en iyi zamanlarında, en iyi koşullarda bile IV. Enternasyonal, kuruluşunun öngördüğü amacı yerine getiremedi. Uluslararası işçi sınıfının devrimci öncüsünü yeniden kuramadı, çünkü yeterince sınıf içinde kök salamadı. Sadece bir kadro Enternasyonali olarak kaldı. Bu proletaryanın uluslararası öncüsünü ayağa kaldırmanın gerekli koşulu idi, ama yeterli değildi. Bu bakımdan kuruluş misyonu hâlâ tamamlanmamış olarak bekliyor.
İkincisi, örgüt 1953’te ağır bir bölünmeye uğradı. O zamandan beri de üst üste bölünmeler bütünsel bir örgütü olanaksız hale getirdi. Bir bütün olarak hareketin olumlu etkileri olmakla birlikte bileşenleri her zaman beklenen göreve göreli olarak zayıf kaldı.
Nihayet içinden geldiğimiz ve henüz tam anlamıyla sona ermemiş olan gerici dönem aynı zamanda çok ciddi bir bozulmayı da beraberinde getirdi. Özellikle Birleşik Sekretarya (BirSek) olarak anılan ve örgütsel bakımdan en güçlü uluslararası odak olan Enternasyonal, Stalinistlere ve başka akımlara paralel olarak post-Leninist bir bozulma yaşadı.
İşte bu yüzdendir ki, günümüzde IV. Enternasyonal’in yeniden kuruluşu bir görev olarak önümüzdedir. Devrimci İşçi Partisi (DİP) olarak biz bu görevi bütünüyle kucaklamış bulunuyoruz. Desteklediğimiz Dördüncü Enternasyonal’in Yeniden Kuruluş Koordinasyonu (DEYK-CRFI) kendi alçakgönüllü güçlerini IV. Enternasyonal olarak ilan etmiyor! Bütün zinde, dinç ve dinamik Trotskist ve daha geniş devrimci Marksist güçlere IV’ü Geçiş Programı’nın ruhuyla yeniden kurma çağrısı yapıyor. DİP Avrupa’dan Arap dünyasına kadar birçok coğrafyada enternasyonalizmin somut takipçisidir.
Bu, bizi Türkiye solunun çok büyük bölümünden ayırıyor. Ve bize büyük onur kazandırıyor: Bizim hareketimizin, Trotskiy bir yana, Marx’ın, Engels’in, Lenin’in, Rosa Luxemburg'un, Gramsci’nin, Che’nin, yani bütün proleter enternasyonalistlerinin hakiki varisi olduğunu pratikte kanıtlıyor! Ne mutlu bize!
Nice yıllara IV. Enternasyonal!