Fransa’da iş yasası tasarısına başkaldırı
13 Kasım 2015 Paris saldırıları sonrası OHAL uygulamalarına ve köylü eylemlerine odaklanmış olan Fransa’nın gündemi, Şubat ayının ortasında, aniden değişti. Çalışma Bakanı Myriam El Khomri’nin adıyla anılmaya başlayacak olan ve 9 Mart’ta görüşülmeye başlanması öngörülen iş yasasının metninin basına sızması ile sözde “sosyalist” Hollande hükümetinin Fransa işçi sınıfına karşı büyük bir taarruza geçmeye hazırlandığı ortaya çıktı. En dikkat çekici maddeleri mevcut çalışma kanununda yer alan değişik türden ücretli izin olanaklarının patronun tercihine bırakılmasını, işten çıkartmaların büyük oranda keyfileştirilmesini ve mevcut çalışma kanununda ilk sekiz saat için yüzde yirmi beş, sonrası için ise yüzde elli oranında olan fazla mesai ücretinin yüzde ona sabitlenmesini öngören yeni iş yasası, patronların çalışma kanununa uyma zorunluluğunu dahi büyük oranda kaldırıyor. Kıdem tazminatına da bir üst limit getiren bu yasa ile Fransız burjuvazisi, Fransa işçi sınıfının büyük mücadeleler sonucu kazanılmış birçok mevziine yönelik büyük bir saldırı başlatmış oldu.
Fransız TÜSİAD’ı denilebilecek MEDEF’in açıktan desteklediği yasanın mimarı El Khomri, ilk birkaç gün sessizliğini korurken, ardından, şaşırtıcı olmayan bir biçimde, konuyla ilgili ilk röportajını “patronların iktisat gazetesi” denebilecek Les Echos’ya verdi. Fransa’nın büyük işçi sendikaları ise ilk günlerde somut bir tepki vermezken, 22 Şubat’ta, son bir yıldır işçi mücadelelerinin en yoğun seyrettiği şehirlerden biri olan Mulhouse’a gelen El Khomri ve Ekonomi Bakanı Emmanuel Macron, Peugeot işçilerinin başını çektiği yüz kadar işçi tarafından protesto edildi. Polis protestoya saldırırken, emekli Peugeot işçisi Joel Moreau da gözaltına alındı. Aynı gün, ülkenin en büyük sendika federasyonu olan CGTFransa’nın ikinci büyük kenti olan Marsilya’da 9 Mart’ta bir yürüyüş gerçekleştireceğini açıkladı.
Mulhouse’da işçilerin saldırıya uğradığı hafta sonunda, internet üzerinden imzaya açılan, “İş yasasına hayır” başlıklı bir imza metni ise, sadece iki günde 300.000 imza topladı. Tabandan gelen bu baskı sonrası, uzun yıllar sonra Fransa’da ilk kez en büyük on işçi ve öğrenci sendikası konfederasyonu ortak bir toplantı düzenleme kararı aldı. Kitleler 23 Şubat’ta yapılacak toplantıya gözünü dikmişken, toplantıda iktidar yanlısı CFDT’nin hattının belirleyici olması büyük bir hayal kırıklığı yarattı. Toplantı sonucunda, iş yasasının geri çekilmesi dahi talep edilmezken, itiraz edilen tek madde kıdem tazminatına getirilen üst limit oldu. Herhangi bir eylem ya da grev çağrısı yapılmadı.
24 Şubat’ta, CGT genel grev çağrısında bulundu ama tarih olarak 31 Mart’ın yani tam olarak beş hafta sonrasının belirlenmesi (yasanın 9 Mart’ta görüşülmeye başlayacağını hatırlatalım) kitlelerin harekete geçme beklentisini karşılamadı. Aynı gün, direnişçi Goodyear işçilerinin başını çektiği CGT Amiens örgütü 9 Mart için eylem çağrısında bulundu. Facebook üzerinden başlatılan ve sendika konfederasyonları katılsa da katılmasa da, 9 Mart’ta, yani yasanın görüşüleceği günde yürüyüşler düzenleme çağrısı yapan sayfaya binlerce kişi eyleme katılacağını belirterek destek verdi.
25 Şubat’ta, Paris’te toplanan yaklaşık yirmi gençlik örgütü, 9 Mart çağrısını desteklediklerini açıklarken, iktidardaki Sosyalist Parti’nin gençlik örgütü olan “Jeunes Socialistes” (Genç Sosyalistler) örgütünün bu toplam içinde yer alması özellikle dikkat çekiciydi. Sosyalist Parti içerisinden yasaya gelen itirazlar gençlerle sınırlı kalmadı. Partinin merkez yönetiminde yer alan Marksist kökenli Gérard Filoche, bu yasayı “Fransa’nın son yüzyılda gördüğü en büyük karşıdevrim” olarak nitelerken, Sosyalist Parti’nin Toulouse örgütü (dördüncü büyük şehir) oybirliğiyle iş yasasına karşı olduğunu belirten bir karar aldı. Kendi tabanının dahi desteğini kazanamayan Sosyalist Parti’ye ve El Khomri yasasına destek ise, eski başbakan ve yeni cumhurbaşkanı adayı sağcı Alain Juppé’den geldi.
Bu arada, internet üzerinden gelen ilginç bir açıklama ise Youtube üzerinden yayınladıkları videolarla Fransa’da bir nevi internet şöhreti haline gelmiş 12 kişinin, 9 Mart’taki eylemi desteklediklerini ve kısa sürede eylemlerin ortak sloganı haline gelecek olan “OnVautMieuxQueÇa” (Bundan daha iyisini hak ediyoruz) sloganıyla, bu konuda yayınlar yapacaklarını açıklamaları oldu.
9 Mart öncesindeki haftalarda, çeşitli Fransız üniversitelerinde öğrenciler eylemi daha iyi örgütleyebilmek için “meclis”ler kurarken, özellikle Paris 8 üniversitesinde 700 öğrencinin katılımıyla gerçekleşen meclis toplantısı, okulun tarihinde görülmüş en kitlesel etkinliklerden biri olarak, 9 Mart eyleminde görülecek kitleselliğin ilk sinyalini de vermiş oldu. Bu noktada, iş yasasına karşı hareketin en güçlü olduğu Paris 8’le ilgili biraz bilgi vermekte de fayda var. Mağrip göçmenlerinin yoğun yaşadığı Saint-Denis bölgesinde yer alan bu üniversite, aynı zamanda Paris’in en yoksul öğrenci tabanına sahip üniversitesi olarak biliniyor. Dolayısıyla, bu okulun, hem 68 kuşağı ile özdeşleşmiş Sorbonne’un önüne geçerek öğrenci hareketinin en ileri mevzii konumunu almasına hem de eylemlere Saint-Denis işçileri ile ortak bir kortej oluşturarak katılmasına şaşmamak gerek.
Eylem gününde tüm Fransa’da, sendikalara göre 450.000 ile 500.000 arası, polise göre ise 225.000 kişi sokaklara çıkarken, son yılların en kitlesel eylemleri gerçekleştirilmiş oldu. Liselilerin kitlesel katılımı ve eyleme katılmayacağını açıklayan CFDT’nin tabanının da eylemlerde yer alması dikkat çekerken, 17 Mart’ta ve 24 Mart’ta tekrar sokağa çıkma çağrısı yapıldı. 10 Mart’ta, Paris 8 Üniversitesi öğrencilerinin Genel Meclisi, Fransa’daki tüm lise ve üniversitelere merkezi bir koordinasyon oluşturma, bunun için de 21 Mart’ta Paris 8 Üniversitesi’nde gerçekleştirilecek toplantıya katılmak üzere temsilcilerini yollama çağrısı yaptı. 9 Mart ile 17 Mart arasındaki bir haftalık sürede hem Genel Meclislerin sayısı hızla arttı hem de birçok üniversitede, meclislerin bileşimi, üniversite öğrencilerini aşıp üniversitede çalışan işçileri ve eğitim emekçilerini de kapsama yolunda önemli bir adım attı.
Eylemlerin ikinci ayağında, yani 17 Mart’ta, ilk haftanın aksine, yürüyüşlere birçok şehirde polis saldırdı. Daha eylemler gerçekleşmeden dahi, 16 Mart’ta Paris 1, Paris 6, Caen, ENS ve Lyon 2 üniversiteleri kapatılırken, Lyon 2 Meclisi’nin toplantısına saldıran polis gözaltına aldığı bir öğrenciyi salondan sürükleyerek götürdü. Eylem gününde ise, en serti Paris 1 yani Sorbonne üniversitesinin önünde olmak üzere Marsilya, Strazburg, Metz, Rennes ve Toulouse şehirlerinde polis saldırıları neticesinde çok sayıda kişi gözaltına alındı.
17 Mart ile 24 Mart arasındaki haftada ise, polisin saldırganlığını protesto etmek amacıyla Fransa çapında üniversiteler işgal edildi. Paris 8 dışında hemen hemen hepsi sembolik düzeyde, bir amfiyi kısıtlı bir süre için işgal etmekle yetinse de Paris 1, Paris 8, Rennes 2, Toulouse, SciencePo ve Strazburg üniversitelerinde işgal eylemleri gerçekleşti. 24 Mart’taki eylemler önceki haftadan daha yoğun bir polis saldırısına sahne olurken, özellikle Fransa’nın önemli liman kentlerinden Le Havre’da iki bin liman işçisinin katılımıyla gerçekleşen eylemlerde şehirde yaşam durdu. Rennes’de çatışmalar bütün gün sürerken, Paris’te yer alan Bergson Lisesi önünde kalabalık bir polis grubunun saldırısına uğrayan bir lise öğrencisinin yerde yatarken defalarca coplandığı görüntüler, bu eylemler sırasındaki polis şiddetinin de sembolü haline geldi.
CGT’nin çağrıcısı olduğu 31 Mart genel grevinin öncesinde ise, Fransa çapında hazırlıklar had safhaya ulaştı. Birçok üniversitede, 31 Mart günü yoklama alınmaması için yapılan eylemler sonuç verirken, Bergson Lisesi’nde yaşanan saldırı liseliler arasındaki hareketliliği de arttırdı. Paris’te bulunan iki büyük garda, demiryolu işçileri kendi “Genel Meclis”lerini kurarken, liselerin işgal edileceği korkusu, tüm Fransa’da onlarca lisenin 31 Mart günü tatil edilmesine yol açtı.
Eylemlere katılım ise, sendikaların dahi şaşırdıklarını belirtmelerine yol açacak şekilde kitlesel oldu. Polisin verdiği sayıya göre 390.000, sendikaların verdiği sayıya göre ise 1.200.000 kişi sokaklara indi. Daha da dikkat çekici olan ise, bu artışın, Paris’te yağan bardaktan boşanırcasına yağmurun, Fransa’nın kalbi olan bu şehirdeki eyleme katılımı ciddi şekilde düşürdüğü koşullarda gerçekleşmesi oldu. Öyle ki, polisin saldırdığı Paris’teki eylem sırasında kitle alışılageldik “C’est tous ensemble qu’on va gagner!” (Hep beraber kazanacağız!) ve “La loi travail ne passera pas!” (İş Yasası geçmeyecek!) sloganlarının yanına, bir ölçüde şakaya vurarak “Il fait moche, il fait froid, c'est la faute au patronat!” (Hava soğuk, hava berbat, patronlarda kabahat!) sloganını da ekledi. Paris’te eyleme katılım 9 Mart’a kıyasla ancak sınırlı bir artış gösterirken (hatta polisin verdiği sayılara göre azalırken) diğer şehirler, tarihsel büyüklükte eylemlere şahit oldu. Marsilya’da katılım 120 bini bulurken, bu sayı Toulouse’da 100 bin, Lyon’da ve Bordeaux’da 30 bin, Strazburg’da 12 bin, Rennes’de ise 10 bin oldu. Dahası, eylemler neredeyse bir avuç insanın yaşadığı kasabalara kadar yayıldı. 31 Mart eylemleri ile hareketin önemli bir eşiği aştığını burjuva basını dahi kabul etmek zorunda kalırken, 9 Mart ile 31 Mart arasında yaşanan sıçramayı, Strazburg kenti hakkında bir sendikacının iki eylem arasındaki farkı ifade etmek için kurduğu cümle çok güzel anlatıyor: “9 Mart, muhtemelen Strazburg’un son on yılda gördüğü en büyük eylemdi; 31 Mart ise muhtemelen Strazburg’un tarihinde gördüğü en büyük eylemdi”.
Hareket ise büyümeye devam edecekmiş gibi gözüküyor. 5 Nisan ve 9 Nisan için eylem çağrıları yapılırken, 31 Mart akşamında, Paris’teki büyük eylemlere ev sahipliği yapan République meydanı işgal edildi. Aynı akşam, Strazburg Üniversitesi Genel Meclisi, okulu kalıcı olarak işgal etmeye karar verdi. Strazburg Üniversitesi, aynı gece gerçekleşen sert bir polis saldırısı sonrası boşaltıldı. Paris Valiliği ise gün boyunca çok sayıda insanın katıldığı etkinliklere ve toplantılara sahne olan meydanın işgaline cumartesi akşamına kadar izin vereceğini açıklasa da, bu yazının kaleme alındığı 3 Nisan Pazar günü itibariyle henüz bir saldırı gerçekleşmemişti. Meydanın işgali ne kadar sürerse sürsün, gözüken o ki hareket her geçen gün daha kitlesel ve daha militan hale geliyor. Devrimci bir önderliğin yokluğunda bunun nereye kadar gidebileceğini göreceğiz, fakat geldiği noktada dahi kitlelerin gücü Hollande hükümetine ve MEDEF’e kâbuslar gördürmeye yetiyor.