Sungur Savran: “Fransa’da Yeni Halk Cephesi faşizme karşı mücadelede yalnızca bir geçiş aracı”
Odak dergisinin internet sitesi yoldaşımız Sungur Savran ile Fransa’daki gelişmeler ve özel olarak da Yeni Halk Cephesi adını taşıyan oluşum konusunda bir mülakat yaparak birkaç gün önce yayınlamış bulunuyor. (Sungur Savran: “Fransa’da Yeni Halk Cephesi faşizme karşı mücadelede yalnızca bir geçiş aracı” | Odak Dergisi (odakdergisi2.com)) Fransa’daki durumun proletarya sosyalistleri açısından ayrıntılı bir değerlendirmesini içerdiği için mülakatı biz de yayınlıyoruz.
1) Yeni Halk Cephesi’nin yakaladığı başarıyı nasıl değerlendiriyorsunuz? İşçi sınıfının ve gençliğin bu süreçte nasıl etkisi oldu?
Yeni Halk Cephesi, faşizmle mücadelenin uzun vadeli ihtiyaçları açısından son derecede yetersiz, buna karşılık faşizmin yükselişinin önlenemez bir süreç olarak görünmeye başladığı günümüz aşamasında başarılı bir hamle ile kitlelere yeniden bir mücadele aşısı yapmak bakımından çok faydalı olmuş bir araç. Düşman kapıya dayandığında ilk yapmanız gereken şey kapıyı tutmak ve onu içeri salmamaktır. Yeni Halk Cephesi, genel seçimlerin 30 Haziran ve 7 Temmuz’da ardı ardına yapılan iki turunda doğru taktiklerle faşizme başbakanlık makamının kapısını (şimdilik) kapatmıştır. Bu büyük bir başarıdır. Ama Fransa bu sayede sadece aklını başına toplamak için bir mühlet elde etmiştir. Bu mühlet iyi kullanılmadığı takdirde Yeni Halk Cephesi ya dağılır ya da işlevsiz hale gelir. Bu yüzden meseleyi bugüne kadar elde edilen başarının değerlendirilmesi açısından değil, bugünü de kapsamakla birlikte yarın ve öbür gün faşizmin yükselişine karşı ne yapılması gerektiği stratejik sorusu zemininde tartışmak gerekir.
Önce okurunuza biraz hatırlatma yapalım. Marine Le Pen’in önderliğindeki Rassemblement National (Ulusal Derleniş-RN) en azından 2014 Avrupa seçimlerinden ve 2017’de liderinin Macron’a karşı yarıştığı cumhurbaşkanı seçiminden bu yana çok hızlı bir yükseliş içinde. Le Pen, son dönemde Jordan Bardella adında çok genç (28 yaşında) bir yeni önderi kendi veliahtı olarak hazırlıyor. Bardella 9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde liste başı idi. Kendisini izleyen iki adayın oyunun toplamından daha fazlasını (yüzde 31.5) aldığında RN’nin artık iktidara çok yaklaşmış olduğu tescillendi.
Biz uzun yıllardır RN’nin ve ona benzer diğer partilerin “sağ popülist” olarak nitelenmesine şiddetle karşı çıkıyoruz. Marine Le Pen’in partisinin, kapitalizmin tarihî gerilemesinin ürünü olan ve 2008’den beri kendini 1930’lu yılların Büyük Depresyon olarak bilinen büyük krizine benzer bir ekonomik krizle ortaya koyan sarsıntının işçi sınıfı ve yoksul emekçi halk kitlelerinde yarattığı memnuniyetsizliği işçi sınıfının bir başka bileşenine, göçmen kitlelere karşı öfkeye dönüştüren politikasının faşizmin en tipik özelliğini taşıdığını söylüyoruz. Onun ve benzer parti ve hareketlerin klasik faşizmden şimdilik en önemli farkı sokak çetelerine, milislere, paramiliter örgütlenmelere sahip olmamalarıdır. Bu, faşizmin örgütlenmesinin esaslı bir özelliği olduğu için de içerikte faşist olup biçimde henüz tam onun özelliklerini taşımayan bu partileri ön-faşist olarak niteliyoruz.
“Popülizm” veya başka etiketler altında faşizmi halkın gözünden gizleyen sol liberal veya postmodern düzen sosyalistlerine de ağır eleştiriler yönelttik yıllar boyu. Şimdi Marine Le Pen iktidarın eşiğine gelince halk uyandı, “popülizm” safsatası da şimdiden dolaşımdan çekildi. Ama yerini şimdilik “aşırı sağ”a bıraktı. Halkın, modern barbarlığın taşıyıcısı olan, işçi sınıfının en büyük düşmanı has faşizmi tanımasına engel olanlar yarın tarih önünde hesap verecekler! Bu noktayı kaydedip ilerleyelim.
Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Bardella’nın Avrupa seçimlerinde elde ettiği büyük başarı karşısında halkı kendi liberalizminin etrafında toplayabilmek amacıyla derhal meclisi feshetti. Ve herkesin bildiği gibi genel seçim bunun sonucunda 30 Haziran’da ve 7 Temmuz’da iki tur halinde gerçekleşti.
Bu seçimin en önemli sorusu şuydu: RN’nin en yüksek oyu alacağı hemen hemen kesindi, bunun sonucunda Bardella’ya başbakanlık verilecek miydi? Yani faşizm iktidarın kapısından geçecek miydi? İşte Yeni Halk Cephesi’nin en büyük başarısı Macron’un meclisi feshetmesinden sonraki 24 saat içinde kurulan bu cephenin RN’nin, ikinci turdan, en yüksek oyu almasına rağmen sandalye sayısı bakımından üçüncü güç olarak çıkmasını sağlamasıdır. Basın ve birçok yazar yanılıyor: İkinci turda RN’nin oyu düşmedi, oy sayısı bakımından hâlâ birinci. Sadece diğer partilerin uyguladığı seçim taktiği dolayısıyla aynı oyla elde edebileceği sandalye sayısında çok ciddi bir düşüş yaşadı. Yani oy sıralamasında hâlâ birinci parti ama mecliste üçüncü güç.
Bu nasıl oldu? Bizim insanımızın anlaması biraz zor çünkü Fransa’nın seçim sistemine yabancıyız. Bizde geniş seçim bölgesi ve tek turlu bir seçim sistemi var. Fransa’da ise dar bölge sistemi ve iki tur var. Bu sistemde birinci turun sonunda partiler aralarında anlaşarak veya hatta anlaşmadan bile hangi bölgede adayları seçilemeyecek görünürse o bölgede seçmenlerini ikinci turda başka adaylara oy kullanmaya çağırıyor. Yani fiilen bazı başka partiler desteklenmiş oluyor, bazı partiler ise engellenmiş. Bu seçimde Yeni Halk Cephesi’nin desteklediği parti Macron’un bloku oldu, amaç RN’nin engellenmesiydi. (Muhtemelen bir miktar Macron’cu seçmen de Cephe’nin adayının kazanabileceği bölgelerde onlara oy kullandı.)
Demek ki Cephe seçimden büyük başarı ile çıkmıştır. Dört sol parti arasında bir cephe kurarak birinci parti haline gelmenin koşullarını yaratmış (birinci turda her dar bölgede tek aday sayesinde seçime güçlü girme), ayrıca ön-faşist partinin adaylarının önemli bir bölümünün seçilmemesini sağlamıştır (ikinci turda Macron’cularla karşılıklı olarak bir diğerinin adayına oy verme).
Ama bu bundan sonrası için, yani orta ve uzun vadede anti-faşist mücadeleye yeterli düzeyde fayda getirir mi? Bunu ayrı tartışmamız gerekir.
“YHC Abdurrahman Çelebi”
2) Kurulan birliğin sizce kuvvetli ve zayıf yanları nelerdir?
Cephe’nin anti-faşist mücadelenin uzun vadeli çıkarları açısından değerlendirilebilmesi için ne tür bir cephe olduğuna bakmak gerekir. İlk bilmemiz gereken cepheyi oluşturan partilerin karakteridir. Bunlardan düzene en bağlı unsur Sosyalist Parti’dir (SP--Avrupa’nın güney kuşağında sosyal demokrasi “sosyalist” adını kullanır). Bu parti aslında “Sosyal Kapitalist” olarak nitelenmelidir. Reformist de olsa bir işçi partisi olma karakterini çoktan, üstelik kendi bilinçli seçişiyle, hitap etmesi gereken kitlenin artık proletarya değil, “orta sınıflar”, ekoloji duyarlılığı, kadınlar, öğenciler vb. olması gerektiği yolunda kararlar alarak yitirmiştir. Tarihî önderlerinden Mitterrand’ın 1981-1995 arası 14 yıllık cumhurbaşkanlığı ve ardından birçok kez iktidar deneyimi partiyi Fransız burjuvazisinin ana partilerinden biri yapmıştır.
Yeşiller esas olarak zengin modern küçük burjuvazinin (“serbest meslekler”) ve eğitimli yarı-proletaryanın (kültür endüstrisi, üniversite öğretim üyeleri vb.) partilerinden biridir. (Bu katmanlar SP üzerinde de çok etkilidir.) Bazı konularda “ilerici”dir ama (özellikle Almanya’daki kardeş partisi örneğinde defalarca kanıtlanmış olduğu gibi) son derecede Amerikancı/NATO’cu bir politikası vardır.
Fransız Komünist Partisi “millî komünizm”in emperyalist bir ülkedeki en önemli temsilcilerinden biri olan güçlü bir parti idi. Her geçen yıl gücünden yitirmekle birlikte hâlâ bir işçi örgütü karakterini taşıyor ama şimdiki yönetimi, özellikle başkanı Fabien Roussel partiyi hızla sağa çekiyor.
YHC’de burjuvazi ile mücadelede gerçekten işe yarayacak tek parti Boyun Eğmeyen Fransa’dır (BEF olarak analım). Bu partinin başında karizmatik bir lider, etkili bir hatip, mücadeleci bir radikal reformist olan Jean-Luc Mélenchon vardır. Bazen bir ülkedeki siyasi mücadelelerde tek bir önderin adı bütün siyasi ve toplumsal güçleri belirli saflaşmalara iter. Örneğin bizde 1970’li yıllarda Ecevit böyleydi. Bugün Fransız burjuvazisinin “istemezük” dediği ilk güç Mélenchon’un adıyla anılıyor!
YHC’nin bir de “gizli” beşinci partisi var. Trotskist gelenekten gelen ama Trotskizmle artık ilişkisi kalmayan, bizim “post-Leninist” olarak nitelediğimiz NPA ve işçi sınıfı içinden gelen önderi Philippe Poutou bugün Mélenchon’un partisi içindedir. O yüzden “gizli” mensubu diyoruz. Bu parti diğer dördüne göre çok daha küçük olduğundan aşağıda onun etkisini BEF ile birlikte ele alacağız.
Bir kere genel bir değerlendirme olarak şu sonuca rahatlıkla ulaşabiliriz: YHC böylesine sağcı sol partilerden oluşuyor; üstelik bunlardan biri (SP) tam bir burjuva partisi haline gelmişken, biri de zengin küçük burjuvazinin partisi iken, YHC’nin hızla yükselmekte olan faşizm tehlikesine karşı gerçek bir baraj olabilmesi imkânsıza yakındır.
Peki, buna rağmen nasıl olmuştur da bu seçimde bu kadar büyük bir zafer kazanmıştır YHC? Bu, büyük ölçüde Mélenchon partisi sayesinde olmuştur. Mélenchon önce (ayrıntısına giremeyeceğimiz) 2022 cumhurbaşkanı ve ardından genel seçimlerinde açık ara en büyük sol parti olarak bu partileri NUPES adlı bir parlamenter cephede etrafına toplamış olduğu için bunlar ön-faşist partinin Avrupa seçimlerindeki büyük zaferi sonrasında hızla bir cephe kurabilmişlerdir.
Ama YHC’nin zaferinin asıl değerlendirmesi şimdi geliyor. Okurlarımız siyasi hayatın parlamentodan ibaret olduğu yanılsamasına kapılmasın. YHC’nin 30 Haziran-7 Temmuz’da elde ettiği başarı dar anlamda bir seçim zaferi değildir. Belki, yukarıda anlattığımız gibi, ikinci turda RN’nin oyu yüksek olduğu halde az sayıda sandalye kazanması bir seçim başarısıdır. Ama dikkat! YHC ilk turda RN’ye yakın oy almıştır: RN yüzde 33,5, YHC ise yüzde 29! İşte bu çok yüksek oranın (ve ayrıca Mélenchon’un partisinin hepsinden yeni olmasına rağmen en güçlü sol parti olmasının) sırrı Fransa’nın 2016’dan beri sınıf mücadeleleriyle çalkalanıyor olmasından geliyor! Sokak sandığı belirlemiştir, tersi değil! Mücadele eden kazanmıştır, en çok mücadele eden en çok kazanmıştır!
Fransa’nın 2016’da SP’li cumhurbaşkanı François Hollande döneminde meclise getirilen İş Yasaı’ndan itibaren çok sayıda büyük emekçi eylemine sahne olduğunu birçok yazımızda anlattık (en önemlisi şurada). Hızla sayarsak belki birçok okurumuz da en azından bazısını hatırlayacak. İş Yasası konusundaki ilk kitle mücadelesinden sonra Macron döneminde (2017’den bu yana) başka sektörel işçi mücadeleleri, bir yıl boyunca çok sert yaşanan Sarı Yelekliler hareketi, demiryolu işçilerinin emeklilik rejimine ilişkin mücadeleler, en son 2023 baharında (bizdeki terminolojiyi kullanırsak) “mezarda emeklilik yasası” ve ardından Nail adlı 15 yaşında bir Arap kökenli gencin polis tarafından öldürülmesi karşısında varoşların şiddetle ayağa kalkması. Doğru, Sarı Yelekliler hariç bunların hiçbiri amacına ulaşamamıştır. Ama Fransa bugün (yine!) Avrupa’nın sınıf mücadeleleri başkentidir! İşte ilk sorunuza esas şimdi cevap veriyoruz: YHC’nin zaferini Fransız işçi sınıfının, yoksul emekçi halkının ve gençliğinin (özellikle İş Yasası ve son emeklilik eylemlerinde gençliğin, Nail vak’asında da göçmen kökenli gençliğin rolü büyüktü) aylarca sebatla, fedakârca mücadele etmesine bağlıyoruz.
Ama uzun vadede YHC’nin bu haliyle faşizme barikat olması mümkün değil. Hani koyunun olmadığı yerde keçiye “Abdurrahman Çelebi” denirmiş. YHC kısa vadeli bir “Abdurrahman Çelebi” olmuştur Fransa’daki büyük mücadele açısından.
“Birleşik İşçi Cephesi ve Leninist parti gerekli”
3) Birliğin Fransa’da ve dışında anti-faşist mücadeleye faydaları neler olabilir?
Önce Fransa’ya bakalım. Bazen en zayıf siyasi kurumlar dahi (parti, cephe, hükümet) belirli bir momentte doğru taktikler uygulayabilir ama strateji doğru olmadığı için sonuç daha sonra hüsran olur. Bugün YHC’nin durumu tam böyle.
Bunun bir nedenini yukarıda anlatmış olduk. YHC’yi oluşturan partileri incelediğimizde “bu kantar bu sıkleti çekmez” denecek bir durumla karşı karşıyayız.
İkincisi, aslında strateji BEF için faşizmle sonuna kadar bir sınıf temelli mücadele olsa bile (ki bu bile kuşkulu, birazdan döneceğiz), SP için faşizme karşı strateji bir Macron-SP koalisyonudur. SP bir burjuva partisi olarak sırtındaki Mélenchon yükünden kurtulmak istiyor. Bunu anlamayan Cephe’nin dinamikleri konusunda hiçbir şey anlayamamış demektir. SP yeniden iktidar olmak, Hollande sonrasında kaybettiği gücünü yeniden kazanarak “sol”un birinci partisi olmak, bir emperyalist odak olarak AB’nin Atlantisist (siz bunu Amerikancı ve NATO’cu diye okuyun) ve neoliberal tarzda inşasına “modernite” adına, nezih bir toplum adına, sosyo-kültürel ilericilik adına sahip çıkmak istiyor.
Macron da bunun gayet iyi farkında. Macron son dönemde deyim yerindeyse “madara” oldu. Halkı faşizme değil kendi liberalizmine oy vermeye çağırdı. Halk oyunu sola verdi. Yani Macron baskın seçim çağrısıyla kendi ayağına sıkmış oldu: birinci parlamenter blok olmaktan çıkıp sandalye bakımından ikinci, oy bakımından üçüncü güç derekesine düştü. Ne iktidar!
Şimdi Cephe kendi içinden başbakan adayı gösterdi ama Macron Olimpiyatları bahane ederek Ağustos’a, belki de paralimpik oyunları da katarak Eylül’e kadar kendi başbakanı Attal’in devam edeceğini söyleyerek “Jüpiter” lakabının hakkını (!) verdi, halka ve oyuna ne kadar tepeden baktığını gösterdi. Ama bunu basit bir anti-demokratik adım olarak almamak gerekiyor. Nasıl SP içten içe Macron yükünden kurtulmaya can atıyorsa, Macron da Cephe’nin sabrını zorluyor ki sonunda SP baklayı ağzından çıkarsın, cephe bölünsün, Macron da (kim bilir belki de bu seçimde yeniden siyasi hayata dönen ve meclise giren Hollande’ı başbakan yaparak!) bir liberal koalisyon kursun.
SP’nin ve Macron’un bu amacı ortak stratejisi kazanırsa bunun kaçınılmaz sonucu Marine Le Pen’in 2027 seçimlerini kazanmasıdır. Neoliberalizm faşizm üretiyor! İtalya’da Meloni vak’asında olduğu gibi Fransa’da da faşizmin iktidara geçmesidir. 21. yüzyıl faşizminin Mussolini ve Hitler’den farklı olarak iktidara geçer geçmez faşist bir rejim kuramayacağı az çok bellidir. (Gerçi Trump Amerika’da ortalığı sarsarsa Avrupa’da da çiviler gevşemeye başlayabilir.) Ama zaten korkulan neydi? Genç Bardella’nın başbakan olmasıydı. Biz ise şimdi “yarı-başkanlık” sistemine sahip bir ülkede üç yıl sonra esas liderin cumhurbaşkanı olmasından söz ediyoruz. Bu senaryo Cephe’nin mutlak anlamda yenilgisi olmayacak mıdır?
Nihayet, işin esasına gelelim. Faşizmle mücadelenin en etkili biçimde yürütülebilmesi için faşizmin doğru bir analizinin yapılabilmesi gerekir. Sabah akşam her baskı rejimi için kullanılarak tağşiş edilmiş anlamıyla değil, has anlamıyla faşizm, kapitalist üretim tarzının tarihî gerilemesinin ürünü olarak burjuvazinin girdiği çıkmazdan kurtulmak için en son sarıldığı barbarlık hareketidir. Faşizm, kapitalizmin çöküş aşamasında karşılaştığı dev ekonomik depresyonun her yanından saldığı sınıf çelişkilerinin, ırkların, ulusların, dinlerin ve uygarlıkların çelişkileriyle ikame edilmesi yoluyla devrimi önleme stratejisidir.
O zaman panzehiri de, birincisi, burjuvazinin bütün siyasi güçlerinden arındırılmış, proletaryanın çevresinde bütün ezilen ve sömürülen halk kitlelerini toplayan bir birleşik işçi cephesinin kurulmasıdır. İkincisi, bu cephenin mücadelesi içinde yükselecek devrim hareketini zafere ulaştıracak her ülkede proleter öncüsünün devrimci partisinin, bir Leninist partinin inşa edilmesidir. Üçüncüsü, bu devrimin ayakta kalabilmesi ve mücadelenin bütün ülkelerde kazanılabilmesi için bir Enternasyonal, bir dünya partisi kurulmasıdır.
YHC bu cephe değildir! Olsa olsa öyle bir cepheye bir geçiş yolu olabilir. Mélenchon’un BEF’i bu parti değildir! Olsa olsa devrimci bir partinin müttefiki olabilir. Yani her şey YHC bakımından en iyi şekilde yürüse de böyle bir cephe ve böyle bir reformist parti sorunu çözemez. Tekrarlayalım: Faşizme karşı Mélenchon ile, hatta hâlâ alacalı bulacalı bir işçi sınıfı partisi olan Komünist Parti ile uzun süre omuz omuza yürünemez demiyoruz. Bunlarla yetinemeyiz diyoruz. Bunların işe yaraması için bile bir Leninist parti gerekir diyoruz.
Öyleyse ne yapmalı? YHC içinden ve dışından çalışarak kitleleri gerçek bir birleşik cepheye doğru yönlendirmeli, Bolşevik tipte bir partinin inşasını hızlandırmalı ve her adımda Lenin’in kurduğu tipte bir Enternasyonal inşası için elden geleni yapmalıdır.
“Fransa’da uygulanan teknik bir seçim taktiği, bizde CHP’ye oy Menşevizm”
4) Türkiye’de sol bu birlikten neler öğrenebilir, nasıl esinlenebilir?
Kendimize dersler çıkarmak bakımından en açık tartışmayı Yeni Yaşam gazetesinde Ertuğrul Kürkçü ile Veysi Sarısözen yaptı. Kürkçü, Fransa solunun başarısının yalnızca bir cephe kurmuş olmasından değil, aynı zamanda seçimin ikinci turunda Macron blokuna oy kullanılması (ve bazı Cephe adaylarının da Macron taraftarlarınca desteklenmesi) sayesinde gerçekleştiğini ileri sürerek Fransızların da bizden (HDP ve Yeşil Sol’dan) öğrenecekleri var dedi. Sarısözen, Kürkçü’ye cevabında, Fransa konusunda pek fikir belirtmeden daha ziyade parti içindeki tartışmalarla ilgilendi, Yeşil Sol’un, Kürkçü’nün eleştirdiği, son yerel seçimlerde İstanbul’dan aday çıkarmasını savundu,
Fransa’da Mélenchon’un birinci turda sandıkların kapanmasından sadece dakikalar sonra Cephe’nin üçüncü ya da daha aşağıdaki sıralarda gelen ve kazanma şansı olmayan adaylarının çekilmesi gerektiğini açıklaması (Cephe’nin diğer partileri zaten bu görüşteydi), ikinci turda hem Macron blokunun hem de (daha düşük düzeyde) Cephe’nin çıkardığı milletvekili sayısını arttırmış, ama daha da önemlisi bu sayede faşistlerin çıkardığı milletvekili sayısının aksi takdirde olacağından çok daha düşük olmasını sağlamıştır.
Biz bu taktiği doğru buluyoruz. Buna karşılık, hem Kürt hareketinin hem de Türkiye’nin sosyalist partilerinin yıllardır çeşitli bileşimlerde ve seçimlerde farklı şekilde CHP’ye oy kullanmasını son derecede yanlış buluyoruz. Özellikle sosyalist partiler açısından bu, demokrasi sorununu burjuvazinin çözeceği yolunda halka bir inanç aşılamak, yani tipik bir Menşevik politika gütmek anlamını taşır.
Fransa’da yapılan bir teknik seçim taktiğidir. Dar bölgenin verdiği avantaj da kullanılarak tek tek adaylar üzerinden oy tercihleriyle faşistlerin sandalye sayısı sınırlanmıştır. Kimse Macron’u ya da başka bir burjuva partisini iktidara aday göstermemiştir. Cephe seçimlere kendi bayrağıyla katılmakta ve kazanamayacak adaylarını seçimden çekmektedir. O kadar. Gerisi faşist partiye karşı oy kullanmak anlamını taşır.
Bu, demokratik devrim konusunda bütün umutlarını ve halkın ufkunu burjuvaziye bağlayan Menşevikleri şiddetle eleştirmesine rağmen, Lenin’in ikinci seçmenler düzeyinde Kadetler diye bilinen ana burjuva liberal partiyle bile seçim anlaşmalarına girmesine benzer bir vak’adır. İşçiye ve halka burjuvaziyi bir umut olarak göstermeden Çarlık baskısının taraftarlarını (ya da Fransa’da faşizmi) zayıflatma yönünde bir taktik.
Buna karşılık, Türkiye’de özellikle cumhurbaşkanı seçiminde veya yerel seçimlerde CHP’ye verilen oylar, sosyalist partilerin ya da Kürt halkını temsil eden partinin, burjuvazinin bu has partisini halka “bunlar iktidarda olduğunda işler daha iyi olacak” demektir. Bu seçim politikası CHP’yi iktidara aday göstermekten başka bir şey değildir.
Bizim Cephe’den (yukarıda sıralanan bütün zaaflarına rağmen) öğreneceklerimiz var ama “CHP’ye oy verelim” dersi Fransız deneyiminden çıkmaz.
Onun dışında bizce istibdad rejimini faşist ilan etmek doğru değildir. Öyleyse faşizm ile ilgili geliştirilmesi gereken taktiklerin mekanik biçimde AKP iktidarına uygulanması da yanlış olur. Buna karşılık, son cumhurbaşkanı seçimlerinde, hatta kısmen yerel seçimlerde ortaya çıkan tablodan görüldüğü gibi, farklı çatılar altında toplanmış olmakla birlikte faşizm Türkiye’de gelecek için ciddi bir tehlikedir. Erdoğan sonrası iktidar mücadelelerinde karşımıza önemli tehlikelerden biri olarak çıkabilir. Proletarya hareketinin bu sorunu şimdiden etraflı olarak düşünmesi gerekiyor.