Yarı askeri istibdad rejiminde iç kavga
Bir ülkedeki siyasi tartışmaların iktidar ve muhalefet partileri arasında gerçekleşmesi beklenir. Ancak son dönemde Kara Harp Okulu mezuniyet töreninde genç teğmenlerin kılıç çekerek ve “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganlarıyla toplu yemin etmeleri, Cumhur İttifakı’ndan Hüda-Par’ın Anayasa’nın ilk üç maddesinin değiştirilmesi üzerinden yarattığı tartışma, Cumhurbaşkanı Başdanışmanlarından Yiğit Bulut’un İsrail’in Türkiye’ye saldıracağına dair iddiaları vb. ile siyasi tartışmalar en sert yankılarını iktidar cenahı içinde buldu. Bu tartışmalar sarayla AKP arasında kavga var iddialarını beraberinde getirdi. Bu kavganın arka planında son yerel seçimlerde AKP’nin aldığı hezimet yatıyor. Hezimetin ardından AKP içindeki bir dizi eski kadro sebebin, AKP’nin fabrika ayarlarından uzaklaşması olduğu tezini işliyor. Bu tez MHP ile ittifakın, sarayda görevlendirilmiş olan milliyetçi, solcu, ulusalcı vb. danışmanların politikalara yön vermesinin, AKP’nin Kemalizme doğru kaymasının sorgulanmasını da beraberinde getiriyor. Her ne kadar bu tartışmalar yerel seçim hezimetinden sonra ısınsa da aslında kavga, Anayasa Mahkemesi ile Yargıtay arasındaki krizde, İçişleri Bakanlığının el değiştirmesiyle birlikte Süleyman Soylu ekibinin polis teşkilatından tasfiye edilmeye başlanmasında, Sinan Ateş cinayeti ve sanık sandalyesinde MHP ve Süleyman Soylu ile ilişkili Ayhan Bora Kaplan gibi unsurların yer aldığı davalarda da su yüzüne çıkmıştı.
“Tek adam rejimi” yanılgısı
“Saray ile AKP arasında kavga” tezi kendi içinde çelişki taşıyor. Zira hem AKP’nin başında genel başkan olarak hem de yürütmeyi temsil eden sarayın başında aynı kişi, yani Erdoğan bulunuyor. Dahası hem saray danışmanları hem de AKP kadroları kendi aralarında yaptıkları kavgada sürekli Erdoğan’a bağlılık yeminleri ediyor, Erdoğan kendi taraflarına yakın bir açıklama yaptığında bunu, karşı tarafa karşı kullanıyorlar. Örneğin teğmenlerin yemin görüntülerinin ardından AKP sözcüsü Ömer Çelik itidalli bir açıklama yapmış, saray danışmanlarından Yiğit Bulut da parti sözcüsünü referans vererek teğmenleri savunmuş ve teğmenleri eleştirenleri yermişti. Daha sonra Erdoğan teğmenlerin cezalandırılması ve ordudan tasfiye edilmeleri gerektiğini söylediğinde bu sefer diğer taraf atağa geçti. Danışmanları da parti sözcülerini ve görevlilerini de atayan aynı kişiyse herkes sabah akşam Erdoğan’a biat gösterileri düzenliyorsa bu kavga nereden ve nasıl çıkabiliyor? Bu tablo Türkiye’de muhalefetin diline pelesenk olmuş “tek adam rejimi” iddiasıyla ne kadar örtüşüyor?
Tüm bu sorular bizi gerçeği görmek için görüntüye değil görüntünün arkasındaki çelişkilere bakmaya zorluyor. Gerçek gazetesini ve Devrimci İşçi Partisi’ni takip edenler bizim, görüntüye bakarak, ülkede bir “tek adam” rejimi olduğuna ilişkin yapılan değerlendirme ve yorumları eleştirdiğimizi bilirler. Tam tersine biz Erdoğan’ın iktidardaki hakimiyetinin özellikle 15 Temmuz’dan sonra oluşan güç dengeleri ve ittifaklar temelinde sınırlandırıldığını söylüyoruz. Hükümetin sivil görüntüsünün bir yanılsama olduğunu içişlerinde, dış politikada bilhassa da Kürt meselesinde inisiyatifin asker, polis, istihbarat gibi devletin silahlı çekirdeğini oluşturan yapının içindeki güç odakları tarafından şekillendirildiğini vurguluyoruz. Bu bir “tek adam rejimi” değildir!
“Tek adam rejimi” değil yarı askeri rejim
Bu rejim, devletin silahlı güçlerinin yürütmenin organik parçası olduğu bir “yarı askeri rejim”dir. MHP gibi bir partinin bu silahlı güçlerle ilişkisi üzerinden fiilî koalisyon ortağı haline geldiği, kamuoyunda “saray danışmanları” olarak bilinen kişilerin adeta bir dokunulmazlık zırhı içinde her tarafa parmak salladığı, eski Erdoğan muhalifi, Kemalist, ulusalcı hatta solcu ama mutlaka ordu destekçisi bazı gazeteci ve yazarların iktidarın yılmaz savunucusu pozlarında dolaştığı, emekli askerlerin yandaş kanallarda ekonomiden sanata her konuda ahkam kestiği siyasal yapının arkasında, bu yarı askeri rejim vardır. Yarı askeri rejimin, sadece iktidarı değil, muhalefeti de dizayn ettiğini görmek gerekir. Tayyip Erdoğan ve Özgür Özel arasında başlayan normalleşme süreci, CHP’nin bu sürecin bir parçası olarak ekonomik krizin halkta yarattığı öfkenin gazını almak için adeta fiilî bir “anestezi bakanlığı” ile iktidar ortağı haline gelmesi Erdoğan’ın ikna ediciliğinin sonucu değildir kuşkusuz. Bu anlamda Özgür Özel, “biz içeride muhalefetiz dışarıda Türkiye’nin partisiyiz” diyerek dış politikada yarı askeri rejimin askeri kanadına tabi olduğunu ilan etmektedir. “Tek adam rejimi” bir yanılgıdır. Bu yanılgı muhalefeti siyasi konularda “tek adam” Erdoğan’la karşıtlık ya da çelişki içine düşen her konuda bir olumluluk aramaya itmektedir. Bu o kadar büyük bir yanılgıdır ki sol muhalefeti sadece Millet İttifakı gibi gerici projelerle oyalamamış, içeride faşist Ümit Özdağ’dan medet ummaktan dışarıda Amerikan emperyalizmi ve/veya İsrail Siyonizmine destek olmaya kadar savurabilmiştir.
Gerçeği görmek ve doğru tutum almak sınıf siyaseti ile mümkün
Bu elbette ki sadece durumun yanlış tespit edilmesinden kaynaklanmıyor. Aynı zamanda Türkiye’de sol muhalif güçlerin işçi sınıfından kopuk olmasından ve küçük burjuva bir karakter taşımasından ileri geliyor. Oysa omurgasını işçi sınıfının oluşturduğu, bakış açısını sınıf siyasetinin belirlediği bir muhalefet bu derecede savrulmayacaktır. Sınıf siyaseti teğmenlerin yemin şovunda laiklik namına bir ilericilik de AKP saflarından yükselen tepkiden askeri vesayete karşı demokratik bir tepki de görmez. Sınıf siyasetinin bugünün Türkiye’sine baktığında gördüğü devletin jandarmasının Soma’da Fernas madencilerini dövüp AKP milletvekili maden patronunu koruduğu, devletin polisinin Çatalca’da direnen Polonez işçilerini ters kelepçeyle gözaltına alıp Ürdünlü sermayeyi kolladığıdır. Sınıf siyaseti, Anayasa tartışmasında ilk dört maddeyi değil sermayenin ve emperyalistlerin çıkarları karşısında fiilen yürürlükten kaldırılmış olan sendika ve örgütlenme özgürlüğü, toplanma ve gösteri hürriyeti, işkence ve angarya yasağı gibi maddelerini gündeme taşır. Sınıf siyaseti Can Atalay’ın özgürlüğünü savunurken sermaye düzeninin koruyucusu Anayasa Mahkemesini yüceltmez. Sınıf siyaseti kendi iç kavgalarında birkaç emniyet müdürünü tasfiye etti diye emekçi halka istibdadın sopasını elinden düşürmeyen İçişleri Bakanlığına övgüler düzmez.
Sınıf siyaseti bakış açısı yarı askeri rejimin, sermayenin ve emperyalizmin çıkarlarını koruyan, işçi sınıfına karşı, kadınları, Kürtleri, Alevileri ezen keyfi ve baskıcı bir istibdad rejimi olduğunu kolaylıkla görür. Dolayısıyla bu yarı askeri istibdad rejimine karşı bu rejimden fayda sağlayan sermayeyle ve emperyalistlerle ittifak yapmaz. Onlardan ve uşaklarından medet ummaz. Sınıf siyaseti istibdadın iç kavgasından umutlanmaz. Sınıf siyasetinin tek umudu işçi sınıfının giderek yükselen ayak seslerindedir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ekim 2024 tarihli 181. sayısında yayınlanmıştır.