Kapatım!

Anayasak Mahkemesi bir Kürt partisini daha kapattı. Kürt halkının temsilcilerinin onurlu bir tavır takınmasına, başını dik tutmasına Türkiye’nin devlet sistemi tahammül edemedi.

2007’de Abdullah Gül’ün seçilememesi için darbeye gerek bırakmayan 367 kararını alan mahkeme, AKP’nin kapatılma davasında üyelerinin oylarını milimle ölçerek dağıtan mahkeme, 12 Eylül Anayasası’nın bekçisi olan mahkeme, bu sefer de oybirliğiyle bir başka siyasi karara imza attı. Ama hiç kimse aldanmasın: Bu kapatma kararı mahkemenin değildir, devletindir. Karardan bir gün önce Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, açık bir şekilde yargıyı etkileme suçunu işleyerek, gayet yüksek perdeden DTP’yi tehdit ediyor, Anayasa Mahkemesi’ne kapatma çağrısı yapıyordu. Eğer sadece AKP olsaydı çağrıyı yapan, Anayasa Mahkemesi belki de sırf onu memnun etmemek için tersine karar verirdi! Devletin merkezi güçleriyle tam bir bütünleşme içindeki mahkemenin bu kararı, bu seçişin yüksek yerlerde belirlendiğini gösteriyor.

Günün sözü elbette şu: "Bu konuda asıl sorumlu, gerek Anayasal, gerekse yasal değişiklikleri yerine getirmeyen TBMM'dir diye düşünüyorum. Mahkeme, yasa hükümlerini uygulamak zorunda kalmıştır." Bu sözü söyleyen kim biliyor musunuz? Mehmet Ali Şahin. Yani Meclis'in AKP'li başkanı! Aklınız neredeydi, beyefendi?

Bu tür seçme saçmalar, aslında burjuvazinin demokratik geçinen bütün temsilcileri için söz konusu. Demeçler tipik olarak bir kakofoni. Söze "siyasi olarak yanlış olmuştur" diye başlayan, "ama olması da gerekirdi" diye devam eden, "hukuken doğru olmuştur" diye fetva veren, "ama yeni parti kurulacaktır, bir işe yaramaz" diye bitiren o kadar çok "şahsiyet" var ki! En güzeli şu: Mahkeme DTP'nin "terör yanlısı" olduğunu açıklamış, "bölücü" demiş, o yüzden kapatmış. Bu kararı doğru bulanlar, en Atatürkçüsü dahil, DTP milletvekillerine dönüp, "aman sine-i millete dönmeyin" diyorlar. Size ne? Madem bunlar "terör yanlısı", meclisinizde niye istiyorsunuz onları?

Kapatılma Kürt hareketine büyük bir darbe olmaz. Eğer sine-i millete dönme kararı uygulanırsa, Kürt hareketi mecliste temsil ve faaliyet olanağını yitirecektir, doğru. Ama bu hareket bu kadar zamandır hep mecliste temsil edildiği için büyümedi. Yitirilmiş bir mevzi vardır kuşkusuz. Ama bunun ötesinde Kürt halkı parti kapatmaya da alışıktır, açmaya da.

Bugünkü nesnel durum şudur: Eğer sine-i millet kararı uygulanırsa, hükümetin karşısında muhatap adayı olarak sadece Öcalan ve PKK kalacaktır. Ahmet Altan gibileri, PKK'yi "iki halkın düşmanı" ilân ederken, bir yandan da AKP'ye yağcılığa devam ediyor, "sen onlara bakma, daha da iyi, açılıma devam et" diyorlar. Bunlar ne söylediklerinin farkında değiller. AKP bir savaşı bitirmeye, PKK'yi silahsızlandırmaya çalışıyordu. Savaşı bitirmek isteyen savaşanla konuşur. AKP bunu yapmıyor, yapamıyordu ama hiç olmazsa bin dereden su getirerek, resmi sıfatı başbakan olan önderini AKP Genel Başkanlığına tenzil ederek de olsa DTP'yi muhatap almıştı. Ahmet Altan'lar ise, sanki savaş yokmuş gibi, sanki amaç savaşan tarafı, PKK'yi savaşı bitirmeye teşvik etmek değilmiş gibi, AKP'ye Kürt hareketinin tamamını karşısına alarak "yürü aslanım" diyorlar. Barış havarisi Yasemin Çongar hanımefendi, "mazlum Kürtleri" "zalim"e, yani PKK'ye isyana çağırıyor; böylece Kürt sorununun çözümü önündeki en büyük engel ortadan kalkarmış! Bunların bu yazdıklarının tek bir faydası var. Çok destekledikleri "açılım" biterken, ondan ne murat etmiş olduklarını itiraf ediyorlar: Kürt hareketinin tasfiyesi! Altan gibilerinin ve genel olarak liberallerin anlayamadığı, buradaki ilişkinin padişah ile tebaası arasındaki ilişki değil, bir savaşta yenişemeyen iki taraf arasındaki bir ilişki olduğudur.

Bu gelişmeler, CHP'den daha fazla MHP'nin yelkenlerini doldurabilir. AKP'nin şovenist propagandadan en çok etkilenecek tabanının başta Orta Anadolu olmak üzere MHP'ye CHP'den çok daha yatkın duracağı açıktır. Faşizmin önümüzdeki dönemde gelişme eğrisine çok dikkat etmek gerekiyor. Önümüzdeki günlerde de faşistlerin, DTP'nin ve açılımın kapatılmasının getirdiği şımarıklıkla Kürtlere ciddi saldırılarda bulunması ihtimali küçümsenemez.

Kürt hareketi şimdi büyük görevlerle karşı karşıyadır elbette. Ama bir de oturup düşünmesi gerekiyor. 2003'te ABD Irak'a savaş açıp ardından ülkeyi işgale girişince, Kürt hareketinin neredeyse tamamı, "ABD Ortadoğu'ya demokrasi getirmeye geldi" dedi, sadece Irak'a değil, İran'a ve Suriye'ye de değil, Kürt sorununu çözmeyen bir Türkiye'ye de dersini vereceğine inandı. Marksistler dört yıl boyunca uyardı: Türkiye ABD'nin kolay kolay vazgeçeceği bir müttefik değildir dediler. Sonunda, 5 Kasım 2007'da Beyaz Saray'daki Bush-Erdoğan görüşmesinden sonra ABD Türkiye ile PKK'ye karşı aynı askeri saflarda yer aldı. Sonra birkaç ay önce ABD'nin Irak'tan çekilme planlarıyla iç içe "açılım" başladı. Kürt hareketinde bir ümit, bir ümit. Marksistler yine uyardı: Bu, Kürt sorununu değil, Kürt hareketini çözme operasyonudur dediler. Liberallere güvenmeyin, bunlar da AKP'nin Kürt hareketini çözme misyonunun parçasıdır, hatta akıl hocasıdır dediler. Şimdi Kürtler de aynı bakış açısına gelmiş bulunuyorlar. Kürtler kendi kendilerine sormalı ve karar vermeliler: Kürtlerin gerçek dostları kimlerdir?

Biz devrimci Marksistler, düzenle bütünleşme yolunda gösterdiği eğilimleri sürekli eleştirmekle birlikte Kürt hareketinin yanındayız. İster DTP olsun, ister şimdi kurulacak yeni parti, onu düzenin ve devletin baskılarına karşı sonuna kadar savunuruz. Kürtlerin bütün haklarını elde etmek için verdikleri mücadeleyi sonuna kadar savunuruz. Bu da tek bir şeyin işaretidir, Kürtlerin gerçek müttefiki işçi sınıfıdır. Bugün sendika bürokratlarının ve burjuva politikacılarının pençesinde kıvranan işçi sınıfı değil. Onları aşarak düzene karşı mücadele eden bir işçi sınıfı. Bizim bütün amacımız da bu mücadeleyi ayağa kaldırmaktır.

Bu gerçekleştiği gün Kürtler karşılarında bambaşka bir Türk halkı bulacaklardır.