Ruhlar ve Mezar Kazıcıları
Bu yazı 8 Kasım 2010 tarihinde BirGün gazetesinde yayınlanmıştır.
Kapitalizmin bunalımı, ekonominin dar sınırlarının ötesine çoktan geçip, siyasi ve toplumsal alanları da içerecek şekilde genelleşti. En geniş anlamında kapitalizmin bunalımı, mekansal olarak da genelleşti. Dünyanın tümünü etkisi altına aldı. Zaman ve mekanda genişleyerek genelleşen bunalım, normalleşti. Bugün için asıl mesele, bunalımın nasıl aşılacağına dair belirli bir çıkış yolunun bulanamamış olmasıdır. Bu, bunalımın hiçbir zaman aşılamayacağı anlamına gelmiyor. Varlık sürekli hareket halinde olduğuna göre, bunalım da er ya da geç geride bırakılacaktır. Yalnız, bunalımın geride bırakılması tarihsel bir ilerlemeyi içermeyebilir. Çünkü tarihin ileri bir aşamasına geçilmesi ile takvimsel zamanın ileriye doğru akması, bir ve aynı şeyler değildir. Takvimsel zaman ileriye doğru akarken, maddi yaşam koşularından türeyen çelişkiler çözümlenememiş olarak varlıklarını sürdürmeye devam edebilirler. Eğer durum buysa, takvimsel zaman akıp giderken, insanlık kendi gelişim serüveninde ileriye doğru değil, tam aksine geriye doğru adımlar atıyor olabilir. Dolayısıyla, yaşamakta olduğumuz bunalım tarihin iki yönünden birisine doğru ilerleyerek, geride bırakılacaktır: İleriye ya da geriye doğru.
Marx’ın Hegel’den esinlenerek yazdığı, bütün büyük olayların ve kişilerin tarihte hemen hemen iki kez yinelendiğine dair sözleri iyi bilinir. Bu sözleri hatırlayanlar, Marx’ın Hegel’in öngörüsüne yaptığı eklemeyi vurgulamayı ihmal etmezler: ‘ . . . birinci kez trajedi olarak, ikinci kez komedi olarak.’ Bu sözlerin yer aldığı metinde Marx, iki önemli kavram daha kullanır: Devrimci bunalım çağı ve ruhlar. Yinelenen tarihin komik ya da trajikomik olacağını belirtmek için Marx’ın söz konusu metnine başvuranlar, genellikle bu iki kavramı es geçerler. Bu ihmalkarlık, Marx’ın ne demek istediğini anlamamızı oldukça güçleştirir. Her şeyden önce, tarihsel büyük bir olayın ya da kişinin ikinci kez yinelenmesi olgusunun, aslında devrimci bir bunalım çağına girilmekte oluşuna işaret ettiğini görebilmemizi zorlaştırır. İkincisi, komik ya da trajikomik olarak ikinci kez yinelenen tarihin, sadece ruh olarak var olduğunun unutulmasına yol açabilir. Bu ikisi birlikte düşünüldüğünde, bunalımı geriye doğru ilerleyerek aşmak niyetinde olanların, ruh çağırmaktan başka bir seçenekleri olmadığını söylemek mümkündür. Komik ya da trajikomik olan da budur. Marx’ın sözleriyle, ‘ . . . devrimci bunalım çağlarında, [tarihi geriye doğru ilerlemeye zorlayanlar] korku ile . . . ruhları kafalarında canlandırırlar, tarihin yeni sahnesinde o saygıdeğer eğreti kılıkla ve başkasından alınma ağızla ortaya çıkmak üzere, onların adlarını, sloganlarını, kılıklarını” kullanırlar.
İçinden geçmekte olduğumuz dönem, devrimci bir bunalım çağının ilk evresi görünümündedir. Kamusal alanda gözlediğimiz birçok sosyal, siyasal ve kültürel belirti, bu tezimizi destekler niteliktedir. Şimdilik sadece siyasi alana bakmakla yetinelim. Bu köşede, dünya genelinde kurulu düzeni savunan siyasi partilerin hızla sağa kaymakta olduğunu daha önce yazmıştık. Ulusalcılaşma, ırkçılaşma, köktendincileşme gibi eğilimlerin tümünü içeren bu genel gözlem, tarihi geriye doğru ilerletme yöneliminin gün geçtikçe daha da güçlenmekte olduğuna işaret etmektedir. Maddi varlıklarını onlarca, hatta yüzlerce yıl önce yitirmiş olan pek çok tarihsel büyük kişiliğin, günümüzün ‘eğreti kılıklı’ siyasetçilerinin nefesleriyle hayata döndürülmeye çalışılması, söz konusu bu süreçle birebir ilişkilidir. Yani dünya genelinde sağcılaşan burjuva siyasi alanı, zorunlu olarak ruh çağırma seanslarına maruz kalmaktadır. Uzatmamak için sadece iki güncel örnek vereceğim. Bir tanesi ABD’den, diğeri AB’den.
Bildiğiniz gibi, ABD’de geçtiğimiz hafta ara seçimler yapıldı. Demokrat Parti adayları Cumhuriyetçiler karşısında açık ara farkla hezimete uğradılar. Seçim boyunca aşırı sağcı bir retorik ile tutucu bir ideolojiyi harekete geçirerek, ‘çay partileri’, kitlesel mitingler ve gösterilerle coşan, coşturan Cumhuriyetçiler, hem Temsilciler Meclisi’nde hem de Senato’da güçlendiler. O kadar öyle ki, Kongre’de Başkan Obama’nın geleceği artık büyük ölçüde Cumhuriyetçilerin eline geçmiş oldu. Değişimci ve yenilikçi olduğu iddiasıyla iktidara gelen Başkan, bundan böyle Cumhuriyetçilerin uygulayacağı siyasi basınçla, tutucu politikaları kanunlaştırmak zorunda kalacak gibi. Cumhuriyetçilerin yapılacaklar listesinde, Obama’nın bugüne kadar emekçi halktan yana gerçekleştirdiği en ciddi ‘reformlardan’ birisi olarak görülebilecek olan sağlık reformunun geriye yani eskiye döndürülmesi geliyor. Kısacası, ABD’de ‘Koca Eski Parti’ (Grand Old Party) olarak bilinen Cumhuriyetçiler, tarihsel adlarına yakışır biçimde, tarihi eskiye yani geriye doğru ilerletmek üzere göreve gelmiş bulunuyorlar. Bu gelişmeler, bütünsel anlamda şuna işaret ediyor: Gelecek günlerde, örneğin Başkan Reagan’ın ‘eğreti kılığında’ yeni başkan adaylarının ortaya çıkma olasılığı artmıştır. İzleyip, hep birlikte göreceğiz.
İkinci örneğimiz AB’den. Geçtiğimiz hafta Britanya ile Fransa aralarında yeni bir askeri pakt oluşturmak üzere Londra’da anlaşmaya vardılar. İngiltere Başbakanı David Cameron ile Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’nin imzalarını taşıyan bu anlaşmayla, Avrupa’nın iki büyük kapitalist devleti askeri güçlerini birleştirmek üzere önemli bir adım atmış oldular. Medyadan öğrendiğimize göre, bu iki devletin sahip olduğu askeri gücün toplamının içeriği şöyle: AB’nin toplam askeri bütçesinin yüzde 45’i, personelinin yüzde 55’i ve askeri araştırma ve teknoloji geliştirme bütçesinin yüzde 70’i. Şöyle durup biraz düşününce bu gelişmenin, barış için oluşturulduğu her daim zikredilen AB’nin içinde eski zamanlardan bir esinti olduğunu görmek zor değil. Sanki bir şekilde geçmişin dünya savaşları dönemine doğru ilerliyoruz. Yani bütün o barış retoriğine rağmen, sanki geriye doğru ilerliyoruz. Nitekim, Associated Press’in konuyla ilgili bir yorumunda, yaşasalardı Fransız Napolyon ile onu baş düşmanlarından İngiliz General Horatio Nelson’ın, yani aramızdan yüzlerce yıl önce ayrılmış bu iki büyük tarihsel kişiliğin, şaşırıp kalacakları belirtilerek, yaşayanların beyinleri ve gözleri geçmişe yöneltiliyordu. Bakalım bundan sonra AB’de daha hangi tarihi büyük kişilerin ruhları siyasi alanda dolaşıma sokulmaya başlanacak.
Evet, hızla komik ya da trajikomik bir döneme doğru ilerliyoruz. Yalnız unutmamak gerekir ki böylesi dönemlerde ruh çağırma seansları artsa da, bundan daha hızlı ve daha çok artan Marx’ın başka bir metinde (Manifesto’da) bütün çıplaklığıyla dile getirdiği başka bir varlıktır: Kapitalist toplumsal ve üretim ilişkilerinin sürmesi için çırpınan burjuvazinin kendisinin yarattığı kendi ‘mezar kazıcıları’ yani proleterler. Ülkemizde, Yunanistan’da, Fransa’da, Britanya’da, ABD’de bu öngörünün ne kadar doğru olduğunu yakın zamanlarda gördük, görmeye devam edeceğiz. Dolayısıyla bu yazıyı şu sonuca bağlayalım: Eğer ortalıkta ruhlar ve mezar kazıcılar dolaşmaya başlamışsa bilin ki devrimci bir bunalım çağına girilmiştir.