Söz cambazlığı
Adalet Bakanı cezaevinde açlık grevcilerini ziyaret etmiş. Belli belirsiz birtakım şeyler söylemiş. Bakanlar Kurulu’ndan söz etmiş. BDP yetkililerine de “söz orucu” tavsiye etmiş. Söz orucu, kendi hükümetinin üyelerine lazım. Her şeyden önce, her konuşmasında Kürtlere kin kusan başbakanına ve Türkiye’de ileri ne varsa ona kin kusan İçişleri Bakanı’na.
Böyle demagojik yaklaşımlara olanak bırakmamak için artık sayıları (bakanın açıklamasından anlaşıldığına göre) 700’e yükselmiş açlık grevcilerinin taleplerinin ne olduğunu bir kez daha hatırlayalım. İki temel talepleri var grevcilerin. Birincisi, Kürt halkının önderi olduğunu belirttikleri Abdullah Öcalan’ın güvenliğinin, sağlığının ve özgürlüğünün sağlanması. İkincisi, Kürtçenin eğitim dili olarak kullanılması ve mahkemelerde Kürtçe savunma yapılabilmesi.
İlk noktayla ilgili olarak kafaların berrak olması gerekir. Burada kısa vadeli ve uzun vadeli iki sorun vardır. Kısa vadeli bakıldığında, Abdullah Öcalan bir yıldan fazla süredir, “koster bozuk” gibi sıradan ve gülünç gerekçelerle avukatlarıyla görüştürülmemektedir. Bu uygulamaya derhal son verilmesi Adalet Bakanlığı’nın sadece yetkisinde değildir. Görevidir! Çünkü Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi bir haktır. Kimse bu kadar uzun süre bütün toplumdan tecrit edilemez. Adalet Bakanı, sağa sola akıl vereceğine görevini yapmalı, bu yasadışı uygulamayı derhal bir bakanlık talimatıyla durdurmalı, Öcalan’a avukatlarıyla görüşme olanağını tanımalıdır. Bunu yapmamak ve “söz orucu” gibi tavsiyelere tevessül etmek kelime cambazlığından başka bir şey değildir.
Uzun vadeli soruna gelince. Öcalan, ünlü Fransız romancı Alexander Dumas’nın Monte Kristo Kontu romanındaki karakter gibi, 13 yıldır bir ada hapishanesinde yatmaktadır. Bunun 11 yılı bütünüyle tecrit koşullarında geçmiştir. (Şimdiki kısa vadeli tecrit başka türlü bir tecrittir. 11 yıllık tecrit, başka mahpuslarla bir araya gelememek anlamına tecrittir. Son bir yıldaki ise toplumun bütününden tecrit!) Bu kişi artık “bebek katili” diye yaftalanması ve aforoz edilmesi mümkün olmayan bir insandır. Kürt halkı için hiçbir zaman öyle olmamıştır. Ama şimdi devlet açısından da durumu bütünüyle farklılaşmıştır. Devlet Öcalan ile Türkiye’nin en büyük, en yakıcı sorununu çözmek için görüşmeler yapmak zorunda kalmıştır. Başbakan bu görüşmelerin bir daha yapılabileceğini daha yeni ifade etmiştir. Bu görüşmelerin yapılması gereklidir. Bu tür bir insanı, Türkiye topraklarında yaşayan milyonlarca insanın sahip çıktığı bir insanı bu koşullarda yaşatmak, sonra da “görüşme” yapmak mümkün değildir. Evet, bu konu Adalet Bakanı’nın yetkisinde olmayabilir. Ama bu konuda başbakan bir vaat yaptığı takdirde, grevciler muhtemelen bunu göz önüne alacaklardır.
İkinci talep, zaten yerine getirilmesi en doğal taleplerden biridir. Mahkemelerin Kürtçe savunmaya izin vermeleri için hükümet talimat veremeyebilir. Oysa Türkiye mevzuatını bağlayan uluslararası mevzuat açıkça bunun bir hak olduğunu ortaya koymaktadır. Başbakan BDP’lilerin dokunulmazlığının kaldırılması için yargıya talimat veriyor da bu konuda neden ağzını bile açmıyor? Ama diyelim mahkemelere müdahale edemediniz. Peki, bugüne kadar mahkemeleri bağlayacak tek maddelik bir yasa tasarısını neden meclise getirmediniz? Anadilinde eğitim ise çok temel bir haktır. Bunun da çoktan tanınmış olması gerekirdi. Sizin asırlarca gecikmeniz yüzünden yüzlerce Kürt insanımızın hayatı şimdi tehlike altındaysa, kendi pisliğinizi temizlemek size düşer.
Bırakın “söz orucu” gibi söz cambazlıklarını! Bırakın bir haftalık bayram tatilinin arifesinde Bakanlar Kurulu diye ipe un sermeyi. Adım atın adım! Yoksa yaşanabilecek ölümlerin sorumluluğu alnınıza kara bir leke olarak yapışacaktır.