Trotskiy’e Lenin yoluyla dönün!
Aşağıdaki metin Devrimci İşçi Partisi’nin, Lev Davidoviç Trotskiy’in, 1930’lu yıllardan itibaren Sovyetler Birliği’nde iktidarı ele geçirmiş olan bürokrasinin baş temsilcisi Yosif Stalin’in görevlendirdiği bir ajan tarafından 1940 yılında öldürülmesinin 80. yılı vesilesiyle yayınladığı bildiridir. Bu bildiri, açık açık Trotskist hareketin birçok akımının Lenin’e karşı tutumunun son derece mesafeli, hatta kayıtsız olduğunu ileri sürüyor, onları sert biçimde eleştiriyor, bütün gerçek devrimcileri Trotskiy’in kendi tavrını benimseyerek Lenin’e dönmeye çağırıyor. Lenin’in ölümünün 100. yılında uluslararası Trotskizmin ve Türkiye Trotskist hareketinin bu yaşamsal hatasının altını bir kez daha çizmek amacıyla bildiriyi yeniden yayınlıyoruz. Yarın Sungur Savran yoldaşımızın bu bildiriden hareketle Trotskist harekete sorular sorduğu bir yazısını yayınlayacağız.
Tam olarak 80 yıl önce 20 Ağustos 1940’ta, Stalinist bir ajanın elindeki buz baltası Trotskiy’in kafatasını parçaladı, bir gün sonra da ölmesine yol açtı. O balta yalnızca 20. yüzyılın en büyük devrimcilerinden, en keskin zekâya sahip aydınlarından ve bütün çağların en büyük Marksist kuramcılarından birini hedeflemiyordu; aynı zamanda Bolşevizmin ve Ekim devriminin Rusya’daki ve uluslararası alandaki devamlılığını da hedef alıyordu. Dolayısıyla bu, 20. yüzyılın en büyük devrimcisi Lenin’in mirasına bir suikast girişimiydi.
Dünya devrimine, insanlığın kurtuluşuna ve Marksizme, devrimci bir önder ve teorisyen olarak başlı başına muazzam katkılarına rağmen, Trotskiy’in esas önemi ve komünist harekete, dünya-tarihsel ölçekte ele alındığında, en büyük katkısı, kendi kuşağı içinde Leninist mirası ve Bolşevik pratiğin devamlılığını tek başına sonuna kadar savunmuş olmasından kaynaklanır. Bu kavga, Ekim devrimini gerçekleştirerek ve Komintern’i kurarak dünya devriminin ilk dalgasını tetikleyen komünist kuşağı yok eden ayrıcalıklı bir bürokratik zümrenin yükselişini önlemeyi amaçlayan çok zorlu bir kavgaydı. 1940’a gelindiğinde, Stalin’in yalnızca acımasız bir önderi olduğu bürokrasi, Ekim’e öncülük eden önderliğin tamamını katletmişti. Bu kuşaktan geriye yalnızca Trotskiy’in yol gösterici ışığı kalmıştı. 80 yıl önceki suikast gerçek Leninistlerin son halkasını fiziksel olarak ortadan kaldırma işini tamamlamıştı.
O zamandan beri her türden Stalinist hareket ve hükümetlerin tamamı, Sovyetik, Maocu, Hocacı, ve diğerleri ile bunların günümüzdeki taklitçileri, görünüşte Leninisttirler, ancak aslında Lenin’in mirasının belirleyici ilkelerinden toptan bir kopuş olan bu ideolojiye takılıp kalmış durumdalar. Aslında Lenin’in tüm hayatını adadığı esas hedef olan “Dünya Devrimi”nin bu tahrifçiler tarafından “Trotskist” bir kavrama dönüştürülmesi ve böylece alaycı biçimde dışlanması, tarihin en büyük ironilerinden biridir! Eğer amaç Lenin’in dünya devrimi programından vazgeçip, “tek ülkede sosyalizm” gerici ütopyasını seçmek ise, o zaman elbette Trotskiy bir haindir, çünkü o Bolşevizmin ve Komintern programının özünün çarpıtılmasını şiddetle reddetmiştir. Öyleyse, Stalinizmle taraf tutmak Trotskist virüse karşı bir mücadele olarak sunulmuştur, halbuki bu aslında Lenine karşı topyekün bir savaştır.
Tarih Trotskiy’in görüşlerini defalarca doğrulamıştır. Onun, 20. yüzyılın en büyük Marksist eseri olan İhanete Uğrayan Devrim’de kuramsal olarak tanıtladığı ve Komintern ilkelerinin damıtımı olan 1938 Geçiş Programı’nda siyasal olarak öne sürdüğü, eğer işçi sınıfı bürokrasiyi siyasi bir devrimle alaşağı etmezse, bürokrasinin nihayetinde kapitalist özel mülkiyeti yeniden tesis edeceği tespiti, çarpıcı ve acıklı biçimde doğrulanmıştır. Dünyanın her yerindeki genç nesil sosyalist ve komünist militanlar 20. yüzyıldaki sosyalist inşa deneyiminin çöküşü ile ilgili şu noktayı iyi tespit etmeli: ister Sovyetler Birliği, ister Çin ve birçok başka ülke olsun, bu ülkelerde kapitalizmin restorasyonuna yolu açanlar emperyalizm veya yeni oluşan bir burjuvaziyi temsil eden bozguncu iç güçler olmadı, tersine tam da saygın “Komünist Parti” ismini kötüye kullanan liderliğin kendisi oldu. Kapitalizme dönüşün önünü açanlar Gorbaçovlar ve Yeltsinler, Dengler ve Jaruzelskiler oldu.
Son dönemin Stalinistlerinin hâlâ “tek ülkede sosyalizm” programına, onun bir eylem rehberi olarak sefil biçimde çöktüğünü gösteren sayısız kanıta rağmen takılıp kalmaları ancak dogmatikliklerinin uçsuz bucaksız derinliğini doğrular. Trotskiy’in büyük bir güven duyduğu genç nesiller, bugün Stalinist soyağacından gelenler arasında kulağa en radikal gelen “komünist” partilerin bile söylemlerinde baskın olan tüm komünist ifadelere rağmen “komünist ve işçi partileri” adıyla, Çin Komünist Partisi ile birlikte uluslararası toplantılara katılmaktan kaçınmadıklarını bir an için bile unutmamalı! Çok eskiden devrimci olsa da, şimdi acımasız bir kapitalist sömürüye dayanan bir ülkenin yönetici gücü olan bu partinin hayaleti karşısındaki yüz kızartıcı boyun eğiş kadar Stalinist “komünizm”i anlatan bir şey yoktur.
Bu “komünist” partilerin alt kademelerinde binlerce, on binlerce ve hatta partinin boyutuna bağlı olarak bazen yüz binlerce dürüst ve içten işçi, köylü ve genç vardır. Onların gerçek, devrimci Marksizme kazanılmaları gerekir. Lenin’e yeniden bir yol açılması gerekir. İşte bu yol bugün Trotskiy’den geçer. Trotskiy yoluyla Lenin’e dönüş, bu ifade özet olarak Stalinist bir gelenekten gelseler dahi kurtuluş arzulayan işçi sınıfı savaşçılarının büyük görevidir.
Trotskist harekette Lenin yok!
Peki onların, hakiki Marksizmin ve komünizmin ne olduğu, kapitalist sınıf toplumu ile nasıl savaşılacağı konusunda yollarını aydınlatmak için kime dönmeleri beklenir? Tahrifattan oluşmuş koskoca bir jeolojik katmanın altına büsbütün gömülmüş Lenin’e nasıl geri dönecekler? Pek tabii Dördüncü Enternasyonal'in mirasçısı olan hareketin, daha doğrusu hareketlerin, aracılığıyla! O örgüt ki, Trotskiy’in, dünyanın dört bir yanındaki yoldaşlarıyla birlikte, suikastın hemen öncesinde, Komintern’in ve Leninist mirasın sadece düşünsel alanda değil, aynı zamanda devrimci örgütlenme alanında da devamlılığını sağlamak için kurduğu örgüttür. Bu örgütlenme girişimi, Leninist geleneğin en iyi örnekleri arasında sayılabilecek bir adımdır.
İronik olan şudur ki, bazı istisnalar hariç, kendilerini Trotskiy’in mirasçıları olarak gören bu hareketlerde Lenin fiiliyatta yoktur. Değişik ölçülerde olmakla birlikte, Trotskist hareket Trotskiy’in mirasını savunmak konusunda çok hassastır, ancak bugünün devrimci partilerini ve Enternasyonal’i kurmak için Lenin’in kavrayış ve sezgilerinden çok ender faydalanır. Trotskist hareketin ciltleri dolduran siyasi literatüründe Lenin hemen hemen mevcut değildir. Özel olarak Lenin’in katkısı olan fikirler ikinci plana itilir veya daha da kötüsü toptan terkedilir. Birçok Trotskist hareketin eğitim müfredatında Lenin’e özgü Marksizme odaklanılan kısımlar olup olmadığı şüphelidir.
Fakat en vahim olanı, kendini Dördüncü Enternasyonal’in mirasçısı olarak gören hareketlerin, Lenin’in işçi sınıfı ve devrim için savaşçı bir öncü partinin vazgeçilmez önemi konusundaki uzlaşmaz tutumunu görmezden gelmeleri ve hatta terketmeleridir. Ne Yapmalı? Lenin’in Marksizminin en tipik ve belki de en çığır açıcı ürünüdür. Bunun nedeni, bu kitapçığın Lenin’in hayatı boyunca azimli bir şekilde peşinden koştuğu gayesi olan parti inşasının kuramsal ve bir noktaya kadar fiili temellerini ortaya koymasıdır. Lenin’in devrimci kuramı ve pratiği içinde, Trotskiy’in, önemini 1917 Şubat devrimi bu iki devi biraraya getirene kadar kavrayamadığı biricik husus budur. Ancak partinin her şeyin üstündeki önemini kavradığı andan itibaren Trotskiy, Lenin’in deyişiyle, “en iyi Bolşevik” olmuştur.
Trotskist hareket bunun büyük kısmını görmezden gelir. Önemli istisnalar hariç, Trotskistlerin çoğunluğu açısından Bolşevik ismi devrimci Marksistleri sahte Marksistlerden ayıran bir niteleme değildir. Trotskiy’in kendisi için bu böyleydi. Bu nedenle 1930’lu yıllarda başında olduğu hareketi bizzat kendisi çoğu zaman Bolşevik-Leninist olarak anardı.
Trotskiy’in katkılarını ve önemini Lenin’den ve fikirlerinden koparırsanız, onun Marksizmini fakirleştirir, onun dünya-tarihsel önemini çarpıtır ve tanınmaz hale getirirsiniz. Trotskiy sadece bir sürekli devrim kuramcısı değildi veya sadece bir Stalin ve bürokratik olarak yozlaşmış Sovyet devleti muhalifi de değildi. Hayır, o 20. yüzyılın ilk yarısında önce sosyal demokratlar ve daha sonra Sovyet bürokrasisinin Stalinist temsilcileri tarafından iki kez yok edilen uluslararası işçi sınıfının öncü örgütünü yeniden ayağa kaldırmaya çalışıyordu. Bunun için bir tarafta Bolşevizm, Komintern ve Lenin ile diğer tarafta yeni nesil devrimciler arasında bir bağ kurmaya çalışıyordu. 1935’te günlüğüne yazdığı, kelime kelimesine budur.
“Şu anda yapmakta olduğum işin, son derece yetersiz ve kesintili yönlerine rağmen, hayatımın en önemli işi olduğuna, 1917’den daha önemli, iç savaş döneminden daha önemli vs. olduğuna inanıyorum. Yapmış olduğum işlerin ‘yeri doldurulamaz’ olduğunu söyleyemem. Halbuki şu anda yaptığım, kelimenin tam anlamıyla ‘yeri doldurulamaz’ bir şey. İki enternasyonal’in çöküşü, bunların şeflerinden hiçbirinin altından kalkamayacağı bir sorun yarattı. Kişisel yazgımın özel koşulları beni bu sorunla baş başa getirdi, ciddi bir tecrübeyle tepeden tırnağa silahlanmış olarak. İkinci ve Üçüncü Enternasyonal şeflerinden gına getirmiş yeni kuşağı devrimci metodla donatmak, ben hariç hiç kimsenin başaramayacağı bir görevdir. ”
Bu büyük insana saygı duyun! Hayatının en büyük görevi olarak gördüğü işi devam ettirin! Bolşevizme, Komintern’e ve Lenin’e geri dönün! Eğer yapmazsanız, onu izleme yolunda göstereceğiniz tüm çabalarınız heba olacaktır, çünkü onun kendine biçtiği görev budur. Lenin’den uzaklaşmak devrimci bir hareketi, söylemler ne olursa olsun, Trotskiy’in de uzağına düşürür. Dolayısıyla şiar açık olmalı: Trotskiy’e Lenin yoluyla dönün. Böylece sözde komünist partilerdeki yüz binlerce dürüst ve içten parti emektarı işçiyi ve gençleri Trotskiy yoluyla Lenin’e yönlendirebilirsiniz.
Trotskiy suikastinin bu 80. yıl dönümünde yas tutmuyoruz. İki büyük devrimcinin hayatını kutluyor ve onların gösterdiği yolu takip edeceğimize, 20. yüzyıldaki boşa çıkarılmış devrimlerden sonra içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda dünya devrimini nihayet gerçekleştireceğimize, böylece bir sınıfın diğerini sömürmesinin son bulduğu, ve aynı zamanda ırk, ulus, cinsiyet veya din temelinde tüm baskıları ortadan kaldırarak insanlığın topyekün özgürleşmesinin sağlandığı sınıfsız ve sınırsız bir toplumu mümkün kılacağımıza and içiyoruz.
Ancak bu şekilde anılabilir Trotskiy—ve de Lenin.