İstibdad çürüyor iç kavga büyüyor
Türkiye Doğu Akdeniz’de geri çekilirken, ülke ekonomisi dibe doğru batarken iktidar içindeki çatlaklar da derinleşiyor. Çelişkiler görünür hale geliyor, çekişmeler yer yer kavgaya dönüşüyor. Yarı-askeri rejim niteliğindeki istibdadın asker ve sivil kanatları başarısızlığın siyasi faturasını birbirinin üstüne yıkmanın peşinde. Bir yanda Erdoğan ve çevresinde kümelenmiş, damat Berat Albayrak vasıtasıyla ekonomiyi yönlendiren bir odak diğer yanda ise hükümette Süleyman Soylu ve Hulusi Akar’ın başını çektiği ve hükümet dışında Bahçeli’yle işbirliği içinde polisi, askeri ve gayriresmî olarak mafyayı yönlendiren, içişleri, Kürt sorunu vb. ile Suriye, Libya vb. konularda belirleyici rol üstlenen başka bir kanat söz konusu.
Erdoğan Soylu çekişmesi sürüyor
Tayyip Erdoğan ve Süleyman Soylu arasındaki istifa olayının bir iktidar çekişmesi olduğunu daha önce ayrıntısıyla ortaya koymuştuk. Soylu’nun Erdoğan’a bağlılık söylemleriyle, Erdoğan’ın da Soylu’nun başarılarını övmesiyle meselenin üstü örtüldü sadece. Kavga bitmedi, canlı yayında Mehmet Metiner’le Süleyman Soylu arasında “İçişleri Bakanlığında FETÖ’cüler var” tartışması çıktı. Erdoğan’ın meclis fedailerinden Metin Külünk, Soylu’nun himaye ettiği Milli Beka Hareketi ile karakolluk oldu. Gerilim giderek kontrol edilemez şekilde tırmanıyor. Müge Anlı’nın bir şov programı ya da Rıdvan Dilmen’in hakemlerle ilgili başlattığı bir polemik bile bir anda Erdoğan’ın damadı Berat Albayrak ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adlarının sıklıkla telaffuz edildiği bir tartışmaya dönüşebiliyor.
Tarikat ve cemaatler gündemde: Dert ne din ne laiklik… Kavga iktidar kavgası
Tarikat ve cemaatler üzerinde de yoğun bir rekabet ve çekişme var. Muhalefetle bir şekilde dirsek temasına geçen herkes cezalandırılıyor. Furkan Vakfı’nın lideri Alparslan Kuytul ve çok sayıda müridin tutuklanması bunun bir örneğiydi. Süleymancılar’ın bazı yurtlarının kapatılması, 2018’de Meral Akşener’i, 2019’da İmamoğlu’nu el altından desteklemelerinin bir bedeli olarak yorumlanıyor. Adnan Oktar’ın cemaati ve Uşşaki tarikatı ise görünürde iktidara tam anlamıyla biat içindeyken bir anda tasfiye oldular. Adnan hocanın rezil televizyon programlarında ifşa olan kirli ilişkileri ve Uşşaki tarikatı liderinin küçük bir çocuğa cinsel tacizde bulunması belli ki sadece görünürdeki sebepler… Yoksa iktidarın bazı yayın organları Uşşaki tarikatını yerin dibine sokarken bazılarının ise böyle bir olay hiç olmamış gibi suspus olması nasıl açıklanır?
Bugün maşalar yarın paşalar
Sonuçta iktidarın çizdiği dairenin biraz dışına çıkan her yapıya operasyon yapılıyor. İsmailağa, İskenderpaşa, Menzil gibi iktidara biat etmiş birtakım Nakşibendi tarikatlar ile her kandilde Erdoğan’dan aldığı telefonları canlı olarak Youtube kanalından yayınlayan, Genelkurmay Başkanı ile Ayasofya’da fotoğraf çektiren Hüsnü Bayramoğlu’nun nur cemaati gibi yapılar ise devletin resmî tarikatı-cemaati gibi hareket ederek ihya oluyorlar. Ama iktidara tam biat etmek bu alanda tetikçilik ve ihbarcılık rolünü de kabul etmek demek. Cübbeli Ahmet’in “Selefi dernekler silahlanıyor” iddiası cemaatler üzerindeki kavganın son dönemdeki en popüler konusu. “Silahlanma”, “iç savaş” lafları havada uçuşuyor. Bu yapılar Türkiye’nin Suriye ve Libya politikası sayesinde devletin kanatları altında serpildi gelişti. Adeta dokunulmazlık kazandı. Bu politikalar çökerken ve bir makas değişikliği gündemdeyken bunun iç politikada yansıması olmaması düşünülebilir mi? Peki sadece bu çöküşün bedelini bu dernekler mi ödeyecek? Şimdilik maşalar konuşuluyor. Bu politikanın mimarı ve uygulayıcısı paşaların ne zaman gündeme geleceği, onların nasıl inisiyatif alacağı, ne hamle yapacağı ise merak konusu.
AKP genel kurulu: Ufukta beliren savaş meydanı
Tüm bunlar olurken perde arkasında çekişen, birbirinin altını oyan, çatışan ve iktidar paylaşımı mücadelesi veren güçler için önemli bir savaş meydanı da ufukta belirmiş durumda. AKP’nin olağan genel kurulu yaklaşıyor. İl ve ilçe kongreleri yapılıyor. Erdoğan’ın her dört il ve ilçe başkanından üçünün değişeceği bir değişim sürecinin talimatını verdiği söyleniyor. Erdoğan partisine tam olarak hâkim olmak istiyor. Ama aynı zamanda da bazı anketler AKP kadroları içinde Erdoğan’dan sonra en popüler ismin Soylu olduğunu gösteriyor. Bu durum AKP’nin içini epey karıştıracak gibi gözüküyor.
Ancak bu mesele AKP’nin iç işi olarak görülmemeli. İstibdad içindeki gerilimler kopma noktasına yaklaştıkça mutlaka dışarıya, muhalefete doğru taşacaktır. Bu alan istibdada karşı hürriyet isteyen halk kesimlerinin bir şekilde gözünü dikmiş olduğu bir alandır. Bu alanda zaten Davutoğlu ve Babacan mevzi almış bekliyor. Ama bir ayakları hâlâ iktidarın içinde. İyi Parti’nin Bahçeli ve MHP’nin yerine göz diktiği çok açık. Bahçeli ise cemaatin baş ideologlarından Mümtazer Türköne’yi içeriden çıkartarak elbette ki onun ülkücü ağabeyine vefa göstermekten fazlasını yapıyor. Erdoğan’a söven Alaattin Çakıcı’nın içeriden çıkartılıp Erdoğan için miting yapan Sedat Peker’in yurtdışına kaçması gibi bu olay da, Bahçeli’nin Erdoğan’a “ben sana değil sen bana muhtaçsın” mesajı olarak yorumlanabilir. Herkes yaklaşan deprem öncesinde hareket ya da kaçış rotasını şimdiden çiziyor. Bir anda tam bir köşe kapmaca oyunu başlayabilir.
İstibdadın çöküşü kendiliğinden hürriyet getirmez
Türkiye’nin düzeninin burjuva sınıf karakterini görmez ve kaba bir “tek adam” tanımlamasıyla her şeyi anlamaya çalışırsanız, iktidarın içindeki çelişkiler dışa yansıdığında, bundan “tek adam” rejiminin değişeceğine dair boş umutlara kapılabilirsiniz. Daha önce olduğu gibi kendinizi Erdoğan’ın “Türkiye ittifakı” sözüyle umutlanırken bulabilirsiniz. CHP’si, İyi Parti’si hatta pek çok solcu nasıl da heyecanlanmıştı… Hâlbuki “Türkiye ittifakı” söylemi sermaye egemenliğinin çürüyen ve çöken istibdadın altında kalmaması için bir çıkış yoludur. İstibdadın ortakları aralarında barışınca derhâl unutulmuş ve unutturulmuştur. Yarın Soylu ya da Bahçeli, Erdoğan’ın karşısına geçerse bu yine “tek adam” rejimini bitirmek için falan olmayacaktır. İstibdada karşı hürriyet ne iktidarın kendi iç çatışmalarıyla ne de düzen muhalefetinin bu çatışmalara şu ya da bu yoldan taraf olmasıyla kazanılabilir. İşçi sınıfı ve emekçi halkın bu gerçeği anlaması ve düzen partilerinden kopması elzemdir.