“Esas”lı hürriyet mücadelesini “şekil”le engelleyemezsiniz!

Feyzioğlu-Erdoğan

İstibdad cephesinin baskılarına karşı ekmek ve hürriyet mücadelesi birçok kesimde farklı şekillerde yükseliyor. Kimi yerlerde emekçiler haklarını alabilmek için polis saldırılarına rağmen mücadelelerini sürdürüyor, kimi yerlerde insanlar doğanın kapitalist emellerle talanına karşı bir araya geliyor, kimi zaman da sanatla bir isyan çığlığı yükseliyor. Baroların bu sene Beştepe’de düzenlenen adli yıl açılışını protestosu da hürriyet mücadelesinin bir parçasıydı.

Esasen her yıl Yargıtay’ın belirlediği, yargı gücüne ait bir mekânda düzenlenen adli yıl açılışı, bu yıl geçen sene de olduğu gibi Beştepe’de düzenlendi. Yargının, yürütmenin sultası altına alınmasının bir tezahürü olarak seçilen bu mekâna 50’yi aşkın baro açılışa katılmayacaklarını bildirerek tepki verdi. Protestoya katılan barolara kayıtlı avukatların sayısı, Türkiye’deki tüm avukatların toplamının yüzde 95’i kadar. Buna rağmen Barolar Birliği başkanı Metin Feyzioğlu, Erdoğan’ın davetine icabet ederek Beştepe’ye gitti.

Nereden nereye…

Metin Feyzioğlu’nun, 2013 yılında barolar birliğine seçilmesinin esas nedeni avukatlar içindeki muhalif eğilimi yansıtıyor olmasıydı. Feyzioğlu’nun 2014 yılında Danıştay’ın kuruluş yıldönümünde yaptığı konuşma ve o dönem Başbakan olan Erdoğan’ın Feyzioğlu’na tepki vererek salonu nasıl terk ettiği hâlâ hatırlardadır. O konuşmada Feyzioğlu “Zat-ı Alinize ve buradaki muhterem heyete iletmek üzere, üzerimde bir selam borcu var. Van'da konteyner kentte yaşamaya devam eden kiracıların selamı. Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir. Sosyal devlet, yurttaşın barınma ihtiyacını gidermek zorundadır. Deprem, kiracı-mal sahibi ayrımı yapmadan binaları yıkıp insanlarımızı öldürmüş, deprem konutları ise öncelikli olarak mal sahiplerine ve yalnızca bir kısım kiracıya ise kurayla tahsis edilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti bu insanlarımızın mağduriyetini giderebilecek kudrete kuşkusuz sahiptir. Basit bir yönetmelik değişikliğiyle bile çözüm bulunabileceğini düşündüğümüz bu sorunun kısa sürede giderilmesini dileyerek bu selamı sizlere iletiyorum” demiş, devamında da bombalanmış boşaltılmış köylerden ve Cumartesi annelerinden bahsetmiş devletin sorumluluğunu “ima” edebilmişti. Erdoğan ise “bir saattir sen konuşuyorsun, siyasi konuşma yapıyorsun, Van’la ilgili söylediklerin baştan aşağı yalan, edepsizlik yapıyorsun” şeklinde sözler sarf ettikten sonra salonu terk etmişti.

Her ne kadar görünürdeki atışma o dönem bazı sol çevrelerin, demokrat ve bir kesim aydınların göğsünü kabartsa da mevcut çekişmenin içeride süregiden pazarlığın bir tezahüründen başka bir şey olmadığını, İstanbul Barosu başkanı Durakoğlu’nun şimdilerde Feyzioğlu’nu nitelemek için kullandığı “eksen kayması”nın aslında muhalif bir gömlekten ibaret olup nasıl kolayca çıkarılıp kenara atıldığını takip edebilmek için biraz daha geriye gitmek gerekir. 2014 Mayıs’ında gerçekleşen yıldönümü toplantısının öncesinde, henüz 17-25 Aralık sürecinin sarsıntıları devam ederken; Fethullah Gülen’in yıllardır müttefiki olduğu Erdoğan’ı hedef almasıyla birlikte yalnızlaşması sonucu yeni bir ittifak arayışında darbeciler ve Ergenekoncularla nasıl yeniden pazarlık masasına oturduğunu, Feyzioğlu-Erdoğan arasında 4 Ocak 2014’te gerçekleşen görüşmeninse ne şekilde değerlendirilmesi gerektiğini kaleme almıştık. (https://gercekgazetesi.net/gundemdekiler/akp-ergenekon-ittifakina-dogru) Feyzioğlu’nun generallere yapılan “haksız yargılamalar”ın yenilenmesi endişesinin de hukuki kaygılardan ileri gelmediğini şu an daha iyi gözlemleyebiliyoruz. Tabii varılan anlaşmaların Erdoğan’ın içine düştüğü zor durumdan kurtulmasını nasıl sağladığını da.

Yapılan pazarlıklar meyvelerini verirken, Feyzioğlu da yavaş yavaş konumunu berraklaştırıyordu. Nitekim 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Feyzioğlu, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı sıfatı ile bulunduğu bir toplantıda yaptığı 10 dakikalık kısa konuşmasında yalnızca Erdoğan’a desteklerini sunarak kürsüden inmekle yetinmişti. Erdoğan ise edepsiz dediği, salonu terk etmesine vesile olan o konuşmayı yapmış olan Feyzioğlu’nu bu defa gayretle alkışlamış sonrasında yan yana oturdukları koltuklarda sohbeti sürdürmüştü. Bu süreçte adım adım Erdoğan’ın açık destekçisi hâline gelen Feyzioğlu bu defa baroların ve avukatların desteğini kaybetmeye başladı.

Ekmek ve hürriyet mücadelesini birleştirelim!

Bu gelişmelerin akabinde Feyzioğlu’nun Beştepe’ye gitmesi ile avukatlar nezdinde temsil yeteneğinin kalmadığı ayyuka çıkmış oldu. Bunun ardından, ilk olarak aralarında İstanbul, Ankara, İzmir ve Adana barolarının da yer aldığı baro yönetimleri, birliği olağanüstü genel kurula çağıran kararları aldılar. Ancak kanunun olağanüstü genel kurulun toplanması için şart koştuğu 10 baro tamamlanmamıştı. Barış Pınarı operasyonu sırasında Feyzioğlu’nun sınıra gidip sivillerin öldürülmesinde bir beis görmediği tarzında açıklamalarda bulunması bardağı taşıran son damla oldu. Bunun üzerine Diyarbakır, Van ve Şanlıurfa barolarının da birliği olağanüstü genel kurula çağırma kararı almaları ile 10 baro şartı sağlanmış oldu. Ancak birlik ilginç bir kararla baroların bu talebini reddetti. Ret gerekçesini ise “yönetim kurulu toplantısının yapıldığı tarihte TBB’ye gerekli olan 10 baro yönetimi kararının ulaşmaması” olarak gösterdi. Olağanüstü genel kurul çağrısının özüne bakılmaksızın şekli gerekçelerle reddedilmesi yalnızca alicengiz oyunudur. Ancak yargının istibdadın sultası altına alınmasına göz yuman Feyzioğlu’nun barolar nezdinde bir temsil yeteneği kalmamıştır. Feyzioğlu temsil yeteneğinin olmadığı yerde daha fazla duramayacaktır.

Bugün hürriyet, ekmek gibi su gibi ihtiyaçtır. Hürriyet mücadelesi şekli bir kararla engellenemeyecek kadar esaslıdır. Baroların hürriyet mücadelesinin yanındayız. Bu mücadele, emekçilerin ekmek mücadelesiyle birleştirilmeli, Feyzioğlu ile başlayarak istibdadın aktörleri sahneden indirilmelidir.