Bir büyük sarsıntı dönemine doğru
Son dönemdeki gelişmeler ne çok kafa karışıklığını temizlemeye yaradı! Birincisi, Türkiye solunun “faşizm” kavramını nasıl suistimal ettiğini, doğasına aykırı bir şekilde kullandığını ortaya çıkarttı. Kimi sadece faşizm demiyor, bir de “açık faşizm” diyor. Faşizm kavramının sıradanlaştırılması tam anlamıyla sola yol şaşırtan bir nitelik kazanmıştır. Bugün vardığımız yer, “faşizmi sandıkta geriletmek” ucubesidir. Pratikten öğrenemeyenler, Erdoğan istibdadının bir faşizm olmadığını kabul etmek yerine işçi sınıfına (pek ilgilendikleri yok ya!) ve gençliğe, faşizmin sandıkta geriletilebileceğine dair bir yanılsama yayıyorlar. Gelecekte gerçekten faşizm ile karşılaştığımızda bilinçlerin nasıl bulanacağı ortada. İdeolojik cinayet!
İkincisi, faşizm ya da “açık faşizm” teorisyenlerinin de arasında bulunduğu koskoca bir umutsuzlar koalisyonuna seçimler Erdoğan’ın hiç de güçlü olmadığını öğretmiş olmalı. Bakın DİP 2017 referandumu sonrasında yayınladığı ilk bildiriye “İstibdad kaybetmiştir!” başlığı atmıştı. Biz, kendi yazımızda, yaşananın, AKP-MHP oy toplamının yüzde 10 gerilemesini de içeren, büyük kentlerde AKP hegemonyasının sarsıldığı, 7 Haziran 2015 seçimleriyle karşılaştırılabilir bir “hezimet” olduğunu yazmıştık. Bütün bunların kökü 2013 yılıdır, Gezi’dir. Halk AKP iktidarını bir sarsmıştır, o iktidar bir daha yerli yerine oturamamıştır.
31 Mart seçimleri, bu sarsıntıya işçinin yoksulun ekonomik krize tepkisinin eklenmesiyle AKP için ciddi bir yenilgiye dönüşmüştür. 23 Haziran İstanbul seçimi bize 31 Mart’ta Ankara, Antalya, Adana, Mersin ve benzeri bir dizi kentin de AKP’nin elinden kayıp gittiğini unutturmasın. 23 Haziran’da ekonomik krizin yanına bir ideolojik kriz eklendi: Türkiye halkı, geçmişten beri haksızlığa maruz kaldığını düşündüğü politik kadro ve geleneklere sandıkta sahip çıkmıştır. (Menderes’in izleyicileri, 28 Şubat sonrasında Milli Görüş ve AKP vb.) Bu sefer de öyle oldu, ama bu kez halkın gözünde zalim ile mazlum yer değiştirmişti. AKP mazlum olmaktan çıkmış, zalim konumuna yerleşmişti. Bu, istibdad için bir başka sarsıntı kaynağı olacaktır.
Erdoğan’ın 31 Mart yenilgisine verdiği yanıt, “Türkiye ittifakı” önerisi, Gerçek gazetesinin Mayıs sayısında ileri sürdüğümüz gibi, Gül-Babacan ve Davutoğlu çıkışlarıyla daha da fazla tehlikeye girecek olan iktidarını korumanın ve krizin yükünü işçi sınıfının sırtına daha az riskli şekilde yıkmanın formülü idi. Çubuk’taki cenazede Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırı ve onu izleyen gazeteci avı, muhtemelen buna hızlı bir cevaptı. Ortaya iki kamp çıktı: MHP, Soylu, hatta Akar bir yanda, “Türkiye ittifakı” bir yanda. Erdoğan mütereddit. Şimdi solun bir dizi unsuru bu ikiliği kendine temel alıyor. Böylece üçüncü bir gerçek daha doğrulanmış oluyor: DİP’in 24 Haziran seçimlerinden sonra söylediği gibi, AKP kendi içinde bir güçler ittifakıdır: Erdoğan tek başına değil, TSK yönetimi ve Soylu’nun ardındaki Ağar’ın kontrgerilla güçleri ile birlikte yönetmektedir Türkiye’yi. Bir de bunlara çok yakın ama partinin dışındaki örtülü koalisyon ortağı var: MHP. Bu mu Erdoğan’ın büyük gücü?
Şimdi geriye doğrulanacak başka bir şey kalıyor: Amerikan muhalefetinin, onun baş mimarı Kılıçdaroğlu’nun ve güzide evladı İmamoğlu’nun istibdada nasıl destek olacağını yaşayarak göreceğiz. Türkiye solunda 23 Haziran sonrası durum ve görevler için her şey söyleniyor. Ama ekonomik kriz bir türlü bu tahlilin bir parçası haline gelemiyor! İnanılır gibi değil! Oysa ekonomik kriz (ve dış politika-savaş) belirleyicidir. “Seçimsiz dört yıl” söylemini çok teşhir ettik. İktidar ya kendi başına ya da CHP’nin yardımıyla işçi ve emekçilerin elinde son ne kaldıysa, işine, aşına, hakkına saldıracaktır. Sınıfın saflarında yer almayanlar, CHP’nin kıyısında politika yapanlar veya HDP’ye iltihak etmiş olanlar, Kılıçdaroğlu’nun ve İmamoğlu’nun sol müfettişleri olarak tarihin gerçek akışının dışında kalacaktır. Başka bir dönem açılıyor. Kemerlerinizi bağlayın!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Temmuz 2019 tarihli 118. sayısında yayınlanmıştır.