Maraş katliamının 40. yıldönümü: Sınıf mücadelesini ezmenin bir aracı olarak mezhepçilik
Bu yıl Maraş katliamının 40. yıldönümü. Resmi rakamlara göre 150 canımızı kaybedişimizin 40. yılı. Maraş halkı 150 kişinin öldürüldüğüne hiçbir zaman inanmadı. “Manzara gözlerimin önünden gitmiyor, ölü yığınları her yerde” diyordu katliamın tanıklarından biri.
40 yıldır sorumlular hakkında ne doğru düzgün bir yargılama yapıldı ne de sorumlulardan hesap soruldu. Yargılananlar ise göstermelik mahkemelerin ardından salıverildi. Katliamı yapanların yerine engellemeye çalışan devrimciler, Aleviler yargılanıp işkence gördü.
Türkiye’de burjuva iktidarlarının tarihi, katliamların tarihidir. Dersim katliamı ile başlayan süreç, Madımak ile devam etmiştir. Bu bazen iç savaş örgütü olarak kullandığı faşist çeteler aracılığıyla doğrudan Alevi mahallelerine saldırmakla olmuştur, bazen de iktidarlar başka aygıtlar kullanarak kendisi yapmıştır bu katliamları.
Maraş katliamında yaşananlar kan dondurucu bir nitelik taşıyor. Katliam günler, hatta aylar öncesinden geliyorum diyor; fakat bu gelişmeler devletin hiçbir kademesini harekete geçirmiyordu. Devlet katliama adeta göz yumuyor, hatta uygulanmasına yardımcı oluyordu. Bu sebeple Maraş katliamı tıpkı diğer Alevi katliamları gibi devletlû bir katliamdır.
Maraş katliamının arka planı
Maraş katliamının neden yapıldığını anlayabilmek için katliamın arka planına bakmak gerekir. Öncelikle Maraş katliamı devletin bilgisi dahilinde faşist bir güruhun gerçekleştirdiği bir katliamdır. Katledilenlerin sayısı hâlâ tam olarak bilinmemektedir. 1970’li yıllarda faşist hareketin karakteri Alevi düşmanlığıyla sabitti. Politikasını Alevi düşmanlığı üzerinden gerçekleştiriyordu.
1970’li yıllar boyunca Maraş’ta asıl örgütlenmesini gördüğümüz köylülerin toprak mücadelesi yaşanıyordu. Köylülerin toprak mücadelesi özellikle Elbistan ve Pazarcık ilçelerinde yoğunlaşıyor ancak bu ilçelerle sınırlı kalmadan şehir geneline hızla yayılıyordu. Sosyalist hareket de yine bu dönemde örgütlenme gücü kazanmıştı kendine. Bir taraftan toprak mücadelesi yaşanırken bir taraftan da sınıf mücadelesi başını göstermeye başlamıştı. Öyle ki Pişkinler İplik Fabrikası işçileri o dönem Sünni Türk işçilerinin yoğun olarak bulunduğu ve hayli güçlü olan Milliyetçi İşçi Sendikaları Konfederasyonu'ndan (MİSK) ayrılıp Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nda (DİSK) örgütlenmeye karar vermişlerdi. MİSK’ten ayrılan grup hızlıca DİSK’te örgütlenirken patron, DİSK’e üye olan tüm işçileri işten atmıştı. İşçilerin işten atılmasıyla beraber bir direniş patlak vermiş ve yaşanan bu gelişme bir anda hem kentin hem de işçilerin siyasi gündemini epeyce değiştirmişti. Sınıf mücadelesine duyulan sempati örgütlenmeye dönüşmüş, işçiler oldukça sert bir direniş göstermeye başlamışlardı.
Durum böyle olunca faşist hareket de güçlü oldukları alanı kontrol edilemez bir biçimde kaybettiklerini fark etmişlerdi. İşçiler ve emekçi halk arasında güçlerini kaybetmeye başlayan faşist hareket, katliam planını hemen devreye soktu. 1978 yılının Nisan ayında bir Alevi dedesi olan Nihat Özkan’ı öldürdüler. Cenazesini provoke etmeye çalıştılar. Aylarca katliam provalarını yapmaya devam ettiler. Olaylar birbiri ardına gelmeye başlamıştı. Ama doruk noktası Aralık ayı içinde gerçekleşmişti.
19 Aralık gecesi “Güneş ne zaman doğacak?” filminin gösterimi sırasında Çiçek Sineması’na hafif tesirli bir bomba atıldı. Sinemaya Türkoğlu ilçesinden gelen bir grup faşist “Kanımız aksa da zafer İslam’ın” ve “Müslüman Türkiye” sloganlarıyla CHP il binasına saldırdılar. 20 Aralık akşamı solcuların gittiği Yeni Mahalle'deki Akın Kıraathanesi bombalandı.
22- 25 Aralık’ta katliam ve direniş
21 Aralık’ta TÖB-DER (Türkiye Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) üyesi iki solcu öğretmen faşistlerce katledildi. Ertesi gün Cuma günüydü ve faşistler Cuma namazı esnasında kalabalık olmak üzere örgütlendiler. 10 bin kişilik faşist grup, anti-faşist sloganlarla yürüyen beş bin kişiye ve cenazeye saldırdı. Öyle korkunç bir saldırıydı ki bu, kitle cenazeleri yere bırakmak zorunda kalmıştı. Üç faşist öldürüldü. Kitle, Yörük Selim Mahallesi'ne uzun gayretler sonucunda ulaşabildi.
22 Aralık gününde ise faşistler bu defa Sünni ailelerin yoğunluklu olarak yaşadığı mahallelerde, Alevilerin bu mahallelere silahlı saldırı yapacakları söylentilerini yaydılar. Belediye anonsları kullanılarak üç faşistin cenaze törenine halk çağrıldı. Cenazenin ardından 15 bin kişilik bir grup Yörük Selim Mahallesi'ne doğru, “Allah’ını seven, peygamberini seven yürüsün”, “Komünist Alevileri öldürün!”, “Alevileri yaşatmayın, bunları öldüren cennetlik olur!”, “Kahrolsun komünistler!”, “Müslüman Türkiye”, “Alevilere ölüm!”, “Komünistler Moskova'ya!”, “Yaşasın Türkeş” sloganlarıyla saldırıya geçti. Yörük Selim Mahallesi’nde çok ciddi bir direnişle karşılaşan faşistler, devrimci güçlerin direnişini kıramadı, çok sayıda kayıp vererek geri dönmek zorunda kaldılar. Bu sloganlar atılıp saldırı girişimleri yaşanırken kolluk kuvvetlerinin kılını bile kıpırdatmaması devletin katliama göz yumduğunu gözler önüne seriyordu.
Esas katliam, mahallede kitle direnişi karşısında faşistlerin yenilgisinin yarattığı hınç sonucu yaşandı. Devrimcilerin Yörük Selim Mahallesi’ne çekilip orada direnişi örgütleme çağrısına uymayan, evini terk etmek istemeyen, çoğunluğu CHP tabanında yer alan pek çok kişi faşistler tarafından öldürüldü. Kadınlar tecavüze uğradı, çok sayıda insan işkenceye maruz kaldı, yakılarak katledildi.
Tüm bu süreçte kılını bile kıpırdatmayan kolluk güçleri ancak cenazeleri kaldırmak için 25 Aralık günü geldi. Devletin eli bu katliamla birlikte 12 Eylül darbesine giden süreçte epey güçlendi. Çünkü Maraş’ın da içinde olduğu 13 ili kapsayan bir sıkıyönetim ilan edilmişti artık.
Maraş katliamının dersleri
Devlet Maraş katliamı ile 12 Eylül darbesinin zeminini hızla hazırlamıştır. Yitirdiğimiz canlarımızın katillerinden hesap sorulmamıştır. Bu katliam başka katliamların yolunu döşemiştir. Bazı farklılıklarla birlikte Maraş katliamını, Çorum ve Madımak katliamları izlemiştir. İşçiler ve emekçiler olarak bu katliamlardan dersler çıkarmak, katliamların yeniden yaşanmasının önüne geçmek gerekiyor. Bunun yolu, katliamın faşist niteliğinin bilinmesinden ve faşizmin siyasi teşhirinden geçiyor. Bunun yolu, Maraş'ta daha da büyük bir katliamın yaşanmasını engelleyenin, zaman kaybetmeksizin devrimcilerin çağrısıyla anti-faşist bir direnişin örgütlenmesi olduğunu, asıl kayıpları bu direnişe katılmayan, evlerini terk etmeyenlerde yaşandığını kavramaktan geçiyor. Bunun yolu, Maraş dosyasının yeniden açılmasından ve katliamın sorumlularından hesap sormak için mücadeleden geçiyor. Bunun yolu mezhepçi, ırkçı politikaların karşısında "kardeş kavgasına hayır" demek, sınıf kardeşimizle ekmek ve hürriyet kavgasında birleşmekten geçiyor.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Aralık 2018 tarihli 111. sayısında yayınlanmıştır.