Halkı yoksullaştıran, borç batağına batıran, milletin birikimlerini sermaye peşkeş çeken Erdoğan ve AKP’ye oy yok!
Tayyip Erdoğan 1 Kasım seçimlerinden önce 1.300 lira asgari ücret vaadiyle gelmişti. Asgari ücreti 1.300 lira yaptılar. Peki ya alım gücü? Ücretlere zam gelir gelmez iğneden ipliğe her şeye zam yağmaya başladı. 2015 yılında 454 dolar değerinde olan asgari ücret 2016 yılında 1.300 liraya yükselmesine rağmen 448 dolara düştü. 24 Haziran’a giderken 1.603 lira olan asgari ücretin dolar karşılığı ise 356 dolara kadar düşmüş durumda. Bu rakam kriz yılı olan 2009’un 359 dolarlık asgari ücretinin bile altında. Durum ortadayken Erdoğan, açlık sınırının altındaki asgari ücrete tepki gösteren işçilere “gözünüze dizinize dursun” dedi.
Asgari ücretli giderek yoksullaşırken herkesin diline pelesenk olmuş bir cümle var: Kriz olsa herkesin elinde son model cep telefonu olur mu? Olur! 2002 yılında 6,7 milyar lira olan hanehalkı borcu 575 milyar liraya çıkarsa bal gibi olur. Halkın telefon da hakkı, araba da hakkı, ev de hakkı… Ama kapitalist AKP’nin yönetiminin politikası vatandaşa hakkını vermek değil: Halk borçlanır, telefon alır, araba alır, kapitalistler kazanır, ev taksidine girer müteahhitler kazanır, borcunu ödemek için daha çok borçlanır tefeciler kazanır, sonunda vatandaş borç kölesi yapılır. İşte AKP’nin emekçi halka reva gördüğü budur.
***
AKP’li yıllar başta KİT’ler yani devlet işletmeleri olmak üzere milletin birikimlerinin sermayeye peşkeş çekildiği yıllar oldu. Maliye Bakanı Naci Ağbal’ın açıkladığı rakamlara göre 2003 yılından 2017’ye kadar 101 kuruluştaki kamu payları satıldı. 10 liman, 85 elektrik santrali, 40 işletme, 11 otel ve sosyal tesis ile 3 bin 631 taşınmaz özelleştirildi. Bu dönemde 37 maden sahası, üç gemi, 6 bin 808 makine-teçhizat, 155 isim hakkı/marka ve araç muayene hizmetleri de devletten özel sektöre satıldı. Son olarak bu kervana Şeker fabrikaları da katılmış durumda.
AKP, 60 milyar dolarlık satış yapıldığını söyleyerek övünüyor. Ancak bu bir başarı değil. Satılan devlet işletmeleri ile özel sektör sadece kamu mallarının üzerine konmadı; aynı zamanda tekel konumundaki bu işletmelerin yüksek kârlarını da iç etti. Bugün sadece Tüpraş’ın yıllık faaliyet kârı 1 milyar doların, cirosu ise 10 milyar doların üzerinde. Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşu olan Tüpraş, 2005 yılında Koç Holding ve Shell ortaklığına 4 milyar dolara peşkeş çekildi.
Sadece sanayi ve kamu işletmeleri değil hastaneler ve okullar da özel sektöre geçti. Beraberinde sağlık ve eğitim de paralılaştı. AKP şehir merkezlerinde devlet hastanesi bırakmıyor. Şehirleri özel hastanelere bırakıyor, kamu-özel ortaklığı ile inşa edilen şehir hastaneleri ise köprülerdeki geçiş garantisi gibi müteahhit şirketlere yatak doluluğu garantisi veriyor. Yani geçmediği köprünün parasını ödeyen millet, hasta olmadığı halde sağlık tüccarlarının cebini dolduracak. Özelleştirilen eğitimin hâli ise içler acısı. Devlet okullarını bitiren adeta birer toplama kampına dönüştüren AKP, dershaneleri de özel okula çevirerek eğitimde özelleştirmeye çağ atlattı.
Milletin birikimlerini peşkeş çeken, halkın sağlığını, genç kuşakların eğitimini sermayenin ellerine bırakan AKP, sermayeye kazandırıyor ama halk kaybediyor. Özelleştirilen tüm KİT’lerin ve diğer varlıkların, kilit sanayi dallarındaki özel teşebbüslerle birlikte işçi denetiminde kamulaştırılmasından başka çıkar yol yok. Bu gidişata son vermek için Erdoğan’a ve AKP’ye oy yok!
Bu yazılar Gerçek gazetesinin Haziran 2018 tarihli 105. sayısında yayınlanmıştır.