Yıldırım ve Soylu'dan (K)eyfi (H)ukuksuz (K)ıyım itirafları
KHK ile ihraç edilen Öğretim elemanı Nuriye Gülmen ve öğretmen Semih Özakça'nın süresiz açlık grevleri 112. gününe ulaştı. Cezaevleri koşullarında çok daha güç şekilde sürdürülen eylem her iki eğitimcinin de hayatlarını tehdit eder bir boyuta ulaşmış durumda.
AKP iktidarının bu eyleme yönelik gösterdiği her tepki, Nuriye ve Semih'in binlerce kamu çalışanı gibi haksızlığı uğradığının birer kanıtı niteliğinde. Söz gelimi Başbakan Binali Yıldırım konuyla ilgili basın mensuplarının sorularına şöyle cevap veriyor: "Ben Başbakan olarak yargısal faaliyetlere kardeşim niye böyle yapıyorsunuz diyecek durumda değilim." Halbuki zaten sorunun kendisi herhangi bir "yargısal faaliyet" olmaksızın kamu çalışanlarının görevlerine son verilmesi.
Ne Nuriye ne Semih ne de binlerce kamu çalışanı hakkında kamudan atılmalarına yönelik açılmış bir dava yok. Kamudan ihraçlar bizzat Başbakan Binali Yıldırım'ın altına imza attığı KHK'lar ile gerçekleşiyor. Yani bir yargı kararı yok. İdari ve siyasi işlemler söz konusu. Binali Yıldırım neyin altına imza attığını bilmiyor. Ya da bilmezlikten geliyor. Her iki durumda da sadece hukuksuzluk ve haksızlık değil aynı zamanda devlet idaresindeki acizlik de ortalığa saçılmakta.
Binali Yıldırım'ın işaret ettiği komisyon da "yargısal" geçerliliği olan bir kurum değil. Üyeleri iktidar tarafından atanmış memurlardan oluşan, hangi yasaya ve hukuki kriterlere göre karar vereceği belli olmayan bu komisyon bir yargı mercii değil. Dolayısıyla OHAL vesilesiyle kapatılmış olan yargıya itiraz yolu, bu komisyonun oluşturulmasıyla fiilen açılmış değil.
Açlık grevinin 111. gününde 111 imza ile çeşitli gazetelere verilen ilan da benzer bir sonuç doğurdu. İlan da hükümete adım atması için çağrı yapılıyordu. Bu konuda bir sonuç elde edilemedi. Ancak hükümet adına İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamaları OHAL'in ve KHK'ların gayri meşru karakterinin bir kez daha gözler önüne serilmesine neden oldu.
Soylu twitter üzerinden yaptığı açıklamalarla açlık grevi yapan eğitimcileri terörist ilan etti. İlanı verenleri ise terör örgütüne güvenip devletin savcısına hakimine güvenmemekle itham etti. Halbuki her iki eğitimci için de bu yönde herhangi bir mahkeme kararı yok. Tam tersine geçmişte haklarında açılan davalardan beraat etmişler. Açılan son davaların ise Yüksel caddesinde sürdürdükleri eylemi kırmak ve onları dört duvar arasında tecrit etmek için açıldığını herkes biliyor. Bu davalarda hiç bir yeni delil olmadığı da ortada. Süleyman Soylu, her şeyden önce hukukun en temel kavramlarından biri olan masumiyet karinesi yani aksi ispatlanmadıkça herkesin masum olduğunun kabul edilmesi gerektiği ilkesi bizzat iktidar tarafından ayaklar altına alıyor.
Sonuçta Soylu'nun güvenin dediği hakimlerin eğitimcilerin suçsuz olduğuna dair beraat kararları var ve tersine bir hüküm yokken, hakimlerin bağımsızlığına en ufak bir saygısı,aldığı kararlara en ufak bir güveni olsa kendisinin Nuriye ve Semih'in serbest bırakılmalarını savunması gerekirdi. Halbuki kimin hak arayışı içinde olduğu kimin hukuku ayaklar altına alıp yargıyı kendi siyasi çıkarlarının tetikçisi haline getirdiği ortada... Bunu biz söylemiyoruz, tüm söz ve davranışlarıyla AKP iktidarının temsilcileri itiraf ediyor.