İran: Trump gerilimi altında cumhurbaşkanlığı seçimi
Trump’ın Siyonizme tam destek veren bir politik doğrultu ile Beyaz Saray’a girmesi, İran’a ilişkin uluslararası denklemi altüst etti. Trump, aynen İsrail gibi, emperyalizm ile İran arasında 2015 yılında imzalanmış olan nükleer anlaşmaya karşıydı. Bu ise İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin geçtiğimiz dört yıl boyunca icraatının merkezinde yer alan atılımdı. Ruhani’nin imzaladığı bu anlaşma aynı zamanda İran’ın son yıllarda emperyalist yatırımlar konusunda yapmakta olduğu açılımın da temelini oluşturuyordu. Trump’ın anlaşmaya karşı tavır alması, bir bakıma Ruhani’nin İran için belirlediği bütün stratejinin tehlikeye girmesi demekti.
İşte İran, Mayıs ayında yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimine bu yeni Trump konjonktüründe gidiyor. Ruhani, kendisinden önceki cumhurbaşkanları gibi (Hameney 1981-1989, Rafsancani 1989-1997, Hatemi 1997-2005, Ahmedinejad 2005-2013) ikinci bir defa seçilip sekiz yıl başta kalmayı planlıyordu. Ama şimdi stratejik yönelişinin başarısızlığa düşmesi olasılığı, bir ay sonraki seçimi çok daha çetin duruma getiriyor.
Ahmedinejad sahnede
İşte geçtiğimiz hafta Ruhani’den önceki son cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad’ın yeniden cumhurbaşkanlığına adaylığını koyması bu çetin koşulların tam orta yerinde büyük bir sürpriz yarattı. Ahmedinejad her bakımdan gerici, rejimin demokratik yönde açılım yapmasına tamamen karşı, ama tarz olarak kentlerin ve kırların yoksul halkının sorunlarına Batı’yla barışmak isteyen “ılımlı”lara göre çok daha yakın duran bir cumhurbaşkanı idi. Geçen yıl aday olacağını açıkladığında, çok geniş bir destek görmüştü. Ama İran’ın dini lideri ve her konuda son sözün sahibi olan Ali Hameney bu açıklamanın ardından Ahmedinejad’ın aday olmasına karşı olduğunu açıklamıştı. Ahmedinejad bunun sadece bir tavsiye olduğunu belirtse de Hameney bir Cuma namazında tekrar bu seçimlerin kutuplaşmasını istemediğini belirtmişti. Bu durumda Ahmedinejad’ın aday olması, aslında mutlak bir otoriteyi temsil eden Hameney’e meydan okumak oluyor. Kaldı ki, İslami Şura Meclisi bu koşullar altında muhtemelen bu adaylığı onaylamayacaktır. Zaten Ahmedinejad’ın kendisi cumhurbaşkanıyken yardımcısı olan Hamid Begayi lehine adaylıktan çekileceği de konuşulmaktadır.
Solcuların katili de gündemde
Bunun arka planında muhafazakârların (kendilerini andıkları adla “usulcüler”in) hem radikal, hem de ılımlı kanatlarının Trump’ın yeni politikasının kendi önlerini açtığına dair kanısı yatıyor. Usulcüler nükleer anlaşmaya karşıydılar. Şimdi bu anlaşmanın tehlikeye girmesiyle seçimlerde Ruhani’ye karşı başarılı olabilecekleri hesabını yapıyorlar. Ahmedinejad’ın atağı biraz da bu genel ruh durumu ile ilgili olabilir. Oysa usulcülerin çoğunluğu şimdiye kadar başka bir adayın, İbrahim Reisi’nin arkasında toplanmış görünüyordu. Hameney belki de muhafazakâr kanadın oylarının iki aday arasında bölünmesini istemiyor.
İbrahim Reisi, tam bir solcu katili. 1988 infazlarının baş icracısı olduğu biliniyor. 1988 infazları, İran İslam Cumhuriyeti’nin muhaliflerine karşı uyguladığı tam bir kitle kırımıdır. Halkın Mücahitleri, Halkın Fedaileri ve Tudeh’e (Komünist Partisi) bağlı, cezaevlerinde yatmakta olan militanlar o yılın Temmuz ayından yılsonuna kadar kitlesel olarak katledilmişlerdir. Verilen sayılar 5 bin ila 30 bin arasında değişmektedir. Reisi, işte İran tarihinin en büyük siyasi katliamı olan bu dehşet verici kampanyanın sorumlusudur.
İbrahim Reisi, aynı zamanda, günümüzde İran’ın en zengin kuruluşunun da başındadır. İran ekonomisinin en güçlü oyuncuları arasında dini vakıflar özel bir rol oynar. Reisi, bunların en büyüğü olan, tarihi 12 yüzyıl geri giden Astan Kuds Rızai adlı bir kuruluşun mütevelli heyeti başkanıdır. Vakıf, otomotiv sanayisi, endüstriyel tarım ve başka bir dizi alanda işletmelere sahiptir. 20 bine yakın işçi istihdam etmektedir. Yıllık geliri 210 milyar dolar olarak hesaplanmaktadır.
Kapitalist dinbazlar
Görüldüğü gibi, İran’da din kılığı altında tam anlamıyla kapitalist çıkarlar arasında bir mücadele sürmektedir. Ruhani Batı’nın emperyalist sermayesi ile bütünleşmenin taraftarı kapitalist grupların sözcülüğünü yaparken Reisi İran’a özgü kapitalist çıkarların temsilcisidir. Ahmedinejad’ın ise bu kapitalist çıkarların karşısında hiçbir açık ve net politikası yoktur. O da iktidarı boyunca aynı çıkarlara yaslanmıştır ve gelecekte de farklı bir yöneliş vaad etmiyor.
İran halklarının bu din tüccarı kapitalist güçlerin baskıcı rejiminden kurtuluşu, işçi sınıfı içinde ciddi bir politik örgütlenme yoluyla bağımsız bir politika izleyen bir partinin kuruluşunu gerektiriyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Nisan 2017 tarihli 91. sayısında yayınlanmıştır.