Türkiye’deki tasfiye ve cadı avı, ilericileri hedef alıyor
Aşağıdaki yazı İsviçre’nin bastamag.net adlı sitesinde yayınlanmış bir röportajdır. Türkçe’ye Sinem Feral tarafından çevrilmiştir.
Türkiye beş aydır olağanüstü rejimde yaşıyor. Erdoğan hükümeti, Temmuz’daki darbe girişimi ile ilişkili olduğu iddia edilenlerin kurum ve idarelerden temizlenmesi bahanesi altında, tüm muhalefeti bastırmakta. Yayını durdurulan gazeteler ve görsel-işitsel medya, hapsedilen gazeteciler ve yazarlar, tutuklanan milletvekilleri, kapatılan insan hakları savunucusu dernekler, kamu görevinden çıkartılan sendika üyeleri : Türk solu, bu dev “tasfiyenin” kırbacına en sert şekilde maruz kalmaktadır. Sivil toplum, her şeye rağmen direnmeye çabalamaktadır. Muhalefet, “Hesap verme anı bir gün gelecek ve biz orada olacağız” demektedir. İstanbul ve Ankara’da röportaj.
İki avukat, Şirvan ziyaretlerini anlatıyorlar. Şirvan, Türkiye’nin güneydoğusunda, Irak ve Suriye ile sınırı olan bir şehir. Geçtiğimiz 17 Kasım’da 16 işçinin yaşamına mal olan maden ocağı kazasının ardından gitmişler şehre. Galata’da, İstanbul barosu lokalindeyiz. Çağdaş Hukukçular Derneği’nden avukatlar, haftalık toplantılarını yapıyorlar. Mekan soğuk, tartışma hararetli. Gülüşmeler, ortamı bir nebze ısıtıyor.
Bu sahne, sıradan bir sahne olurdu; eğer dernek, bundan bir kaç hafta önce, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından kapatılmamış olsaydı. Gerekçe ? Terör örgütleri ile işbirliği. Başka bir açıklama yapılmıyor, her türlü savunmayı imkansız kılacak şekilde… Mevcut iktidara darbe girişiminden beri ülke, kanun hükmünde kararnamelerle yönetilmekte. Olağanüstü halde Bakanlar Kurulu’ndan çıkma kararların, Meclis onayına ihtiyacı yok. Bu, keyfîliğe kapı aralayan bir durum. Bunun sonucu, 375 dernek, idari karar ile kapatılmış durumda.
“Türkiye, tarihinin en gerici dönemlerinden birini yaşıyor”
Levent Dölek’in bu konuda bildikleri var. Bu uzun boylu bıyıklı sendikacı, keyfîliğe ve keyfî ihraca maruz kalanlardan; sendikası olan Eğitim-Sen üyesi diğer 10 000 kişi gibi. Ordu ve Yargı’nın ardından ihraçlar, en çok eğitim kurumlarını etkiledi. Kurumları, darbe girişiminin suç ortağı olduğu iddia edilenlerden temizleme bahanesi ile 15 Temmuz’dan beri sürüyor ihraçlar. Darbe girişiminde bulunmakla suçlanan muhafazakar Gülen Hareketi üyesi olan ya da olduğu varsayılanları hedef alıyor… Ama Erdoğan Hükümeti, bunu, yörüngesinde olmayanları ve özellikle de sol muhalefeti temizlemek için kullanıyor.
Türkiye’nin prestijli üniversitelerinden biri olan İstanbul Üniversitesi’nde İktisat Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Levent Dölek, ihraç edildiğini Resmi Gazete’den öğrendi. İsmi, kamu görevinden çıkartılanları sıralayan uzun listedeydi. “Türkiye, tarihinin en gerici dönemlerinden birini yaşıyor. Yine de, direnişin zayıflamadığını görüyoruz. Gücümüz, meşruiyetimizdedir” dedi ve ekledi : “İyimserim”. 100 000’den fazla üyesi olan Sendikası sayesinde, keyfî ihracına karşı mücadele verebilmek için hem hukuki yardımdan ve hem de, işine son verilenlere yardım için öngörülmüş finansal destekten faydalanmakta.
Gösteriler, konserler ve her çeşitten girişim, keyfîliğe ve siyasi baskıya dur demek için birbirini izliyor, ama dağınık biçimde. Haftada iki, Piyanist Ayşe Tütüncü ve Saz Ustası Tuncer Duman, Bakırköy Cezaevi önünde sanatlarını sahneliyorlar. Dört aydır hapiste olan iki yazar, Aslı Erdoğan (49) ve Necmiye Alpay’ın (70) özgürlüğü için gece nöbeti tutulmakta. Pro-Kürt bir gazete olan ve 16 Ağustos’ta kapatılan Özgür Gündem çalışanları da Kürt silahlı hareketini desteklemekle suçlanıyorlar.
“Faaliyetlerimizi güçleştirecek, ama hep buradayız”
Daraltılmış adalet sistemine rağmen kuruluşlar, usanmadan, başvurabilecekleri tüm hukuk yollarını deniyorlar. “Esas olan, zamanı geldiğinde kullanabileceğimiz her şeyi sabırla arşivlemek” diye açıklıyor İnsan Hakları Derneği üyesi ve avukat Hüseyin Boğatekin. Dernek’e ulaşan şikayetler, yasama seçimlerinin ardından 2015 Haziran ayından itibaren tavan yapmış. Söz konusu seçimlerde HDP, önemli bir ilerleme ile oyların %11’ini kazanmıştı. Dernek, kendilerine yapılan bildirimleri yöntemli biçimde denetlemekte ve insan hakları ihlalleri ile temel özgürlüklere hukuk dışı müdahalelerin kaydını tutmakta. Dernek’in 2016 raporu, öncekilere nazaran oldukça kalın olacağa benziyor.
Bu zor ve riskli ortamda yine de hareket etmeye nasıl devam edilebilir? Pek çok mücadeleci, Erdoğan’dan sonrasını tasarlıyor. ÇHD başkanı Gökmen Yeşil de iyimserliğini ortaya koyuyor : “Ne kaybettik? Maddi kaybımız var, orası kesin, broşürler ve üyelerimizden aidat toplamak için yasal statümüzü kaybettik ki bu durum, işimizi zorlaştıracak. Ama hâlâ buradayız”. Gülümsüyor. “Toplanıyoruz ve tabi ki aynı ismi koruyarak faaliyetlerimizi sürdüreceğiz. Kısacası, devam ediyoruz ! ”.
“Yargı, uzun süredir bağımsız değil”
Bu iyimserlik, herkesçe paylaşılmıyor. “Olağanüstü hal, tüm muhalefetten kurtulmak için kullanıldı. Keyfîlik hüküm sürüyor” diyor HDP sözcüsü milletvekili Ayhan Bilgen. Ona göre bilanço, çok ağır. Hareketin on milletvekili, kırka yakın belediye başkanı ve binlerce üye parmaklıklar ardında. Daha yeni, yüzlercesi, Beşiktaş’ta gerçekleştirilen saldırı gerekçesi ile gözaltına alındı. Parti, medya tarafından da marjinalleştiriliyor.
Çünkü medya, artık geniş ölçüde iktidarın elinde. Ya da, Türk medyasından geriye ne kaldı ise… Temmuz sonundan beri 150’ye yakın medya kuruluşu- gazeteler, televizyon kanalları, radyolar, dergiler, yayın evleri, basın acentaları…- kapatıldı. Ve 148 gazeteci, Human Right Watch verilerine göre hapsedildi. Bu şartlar altında, HDP’nin denediği gibi, OHAL’in kaldırılması için kampanya yapmak zor. OHAL, en son Ocak’a kadar uzatıldı.
Hükümet, rejim değişikliğine ilişkin bir anayasal tartışma açmak için durumdan faydalanıyor. Aşırı milliyetçi partinin (MHP, son yasama seçimlerinde oyların %12’sini kazanmıştır) desteği sayesinde bu girişim sonuç verebilecek. “Güçler ayrılığı artık yok. Otoriter bir rejim teklifini bize tasdik ettirmeye çalışıyorlar. Bu, tek bir adamın hüküm sürmesinden ibaret bir teklif”. Bu bağlamda, insan haklarının kör göze parmak ihlallerinin cezalandırılması, illüzyon gibi kalıyor. “Tüm hukuk yolları tıkalı. Yargı, uzun süredir bağımsız değil”.
“Hesap verme anı bir gün gelecek ve biz orada olacağız”
Türkiye’nin Avrupa Birliği’nden uzaklaşması, gelecek aylara ilişkin umut vermiyor. Ankara ve Brüksel arasında süren diplomatik soğukluk, ticari ilişkiler üzerinde ağır sonuçlar doğurabilir : Türkiye, ihracatının yarısını AB üyesi ülkelere yapıyor. Muhalefet kanadında neredeyse bir ekonomik kriz umudundan bahsedilecek. Çünkü iktidardaki parti, gücünü esas olarak ekonomik istikrardan alıyor gözüküyor. AKP’yi 2002’de iktidara getiren de, yine bir ekonomik kriz olmuştu. Belki yine yeni bir kriz, onu yerinden edecek. Son ayların siyasi istikrarsızlığı, TL’nin Dolar ve Avro karşısındaki düşüşüne katkıda bulundu.
Yakın gelecek, sol ve Türk sosyal hareketi için iç açıcı değil. Pek çok kişi, baskının artacağını düşünüyor. Ama Avukat Gökmen Yeşil, her şeye rağmen umut aşılamaya çalışıyor : “Bizim leitmotivimiz, ödün vermeden çalışmamızı sürdürmektir. Hesap verme anı bir gün gelecek ve biz orada olacağız”.
Selin Kaya (metin ve fotoğraflar)
Fotoğraflar:
-Eğitimcilerin kitlesel ihracına ve OHAL’e karşı İstanbul Üniversitesi önündeki gösteri, 8 Aralık 2016.
-Levent Dölek, İstanbul Üniversitesi’nde çalışırken kamu görevinden çıkartılan eğitimci ve sendikacı, 8 Aralık 2016.
-Piyanist Ayşe Tütüncü, Bakırköy Cezaevi önünde hapisteki yazarlar Aslı Erdoğan ve Necmiye Alpay’a destek konserinde, 6 Aralık 2016.