Zarrab davasında ipin ucu Erdoğan'a uzanıyor: ufukta Yüce Divan var!
Reza Zarrab'ın ABD'de yargılanması süreci devam ediyor. Reza Zarrab'ın avukatları 19 Mayıs'ta tutuksuz yargılama için kefalet dilekçesi verdi. Bu dilekçede 10 milyon doları nakit, 40 milyon doları da tahvil olmak üzere 50 milyon dolarlık bir kefalet ücreti önerildi. Ancak mahkeme kefalet talebini kabul etmedi. Tahliye talebinin reddi için savcı Bharara, gerekçe olarak 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk dosyasını gösterdi. Zarrab'ın avukatları ise cevap olarak AKP'lilerin dört bakanı aklamak üzere yoğun çaba sarf ettiği TBMM komisyon raporunu sundu. Mahkeme 2 Haziran’da bir duruşma daha yaptı, avukatlar bir kez daha kefaletle tahliye talep etti. Gazetemiz yayına hazırlanırken hâkim henüz kararını vermemişti.
Savcılık ve savunma arasında hukuki mücadele devam ederken, davanın Türkiye'ye uzanan boyutları adım adım ortaya seriliyor. Sadece savcılıktan değil Zarrab'ın avukatlarının savunmasından da, yolsuzluk ve rüşvet suçlamalarının Erdoğan ve ailesine uzanan boyutları ortaya çıkıyor. Avukatları Zarrab'ın ne kadar yardımsever bir insan olduğunu ispat etmek için Emine Erdoğan'ın vakfı olarak bilinen Togem Derneği'ne toplam 2,5 milyon doları bulan 150 ayrı bağış yaptığını söylediler. Togem-Der internet sayfasında ise Reza Zarrab'ın adı derneği destekleyen kişiler arasında geçmiyor. Bu da Erdoğan'ın, bizzat "yardımsever bir işadamı" olarak tanımladığı Zarrab'ın bağışlarının meşru olmadığına yönelik bir itirafı niteliğinde.
Zafer Çağlayan, Egemen Bağış, Fikret Orman ve 80'den fazla Türk
Reza Zarrab'ın Zafer Çağlayan aracılığıyla ve Bilal Erdoğan'ın bilgisi dâhilinde Türgev'e de yüklü miktarda bağış yaptığı, Türgev başkanı ile yaptığı telefon görüşmelerinin kaydının ve Zarrab'ın kuryesinin ağır bir bavulla vakıf binasına girerken çekilen görüntülerinin basına yansımasıyla 17-25 Aralık sürecinde ortaya çıkmıştı.
Reza Zarrab soruşturmasında onunla mali ilişkiler içerisine girmiş olan 91 Türk işadamı ve siyasetçi olduğu haberleri basına yansıdı. Bunlar arasında 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmalarının kilit isimleri Egemen Bağış ve Zafer Çağlayan'ın bulunduğu hemen hemen kesin. Reza Zarrab'a Beşiktaş'ın yeni stadından milyon dolarlık loca satan ve stat açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan'a gösterdiği yalakalık derecesindeki ilgiyle gündeme gelen Fikret Orman'ın da 91 kişilik listede olduğu söyleniyor.
Tüm bunlar, belli ki buzdağının görünen yüzü sadece. Zarrab davası ilerledikçe hem ucu Erdoğan ve ailesine uzanan rüşvet ve yolsuzluk iddiaları hem de bu iddiaların nasıl bir delil karartma rejimiyle örtbas edildiği daha da fazla tartışılacak.
Emperyalistlere güvenme! Çalınan emeğine ve geleceğine sahip çık! En yüce divan halktır!
Zonguldak madenlerinde 4 aylık ücretlerini alabilmek için açlığa yatan maden işçilerinin olduğu, asgari ücrete 300 liralık zammın kıyametleri kopardığı, işçilere verilen ücret zammının iğneden ipliğe zam yapılarak ve vergiler yoluyla geri alındığı bir ülkede milyonlarca doların havalarda uçuştuğu bağış adı altındaki kara para aklama ve rüşvet zincirinin üzerine gidilmelidir. Bu yolsuzlukların üzerine gitmesi gereken güç de işçi sınıfı örgütleridir. Çünkü milyonlarca dolarlık kara para trafiğinde bu ülkenin nüfusunun çoğunluğunu oluşturan işçinin emekçinin, tüyü bitmemiş yetimin hakkı vardır.
Öte yandan ABD mahkemesinden ve yurtdışından bu kirli ilişkileri aydınlatacak ve hesap soracak bir irade bekleyenler hüsranla karşılaşabilir. ABD'nin Türkiye'de halkın çalınan paralarının hesabının sorulmasıyla ilgilenmediği açık. En fazla İran'a yönelik ambargonun delinmesi yoluyla ABD'nin çıkarlarına zarar verilmiş olmasıyla ilgilenirler. Oysa Türkiye'nin işçi ve emekçi halkı açısından İran'a yönelik haksız ambargonun delinmesi karşı çıkılacak bir şey değildir. Sorun bu esnada İran ve Türkiye emekçi halklarının hakkının çalınması, üçkâğıtçı tüccarlara peşkeş çekilmesidir. Zarrab davası büyük bir davadır. Ucu apaçık Erdoğan'a uzanmaktadır. Ancak ABD'nin Erdoğan'la Ortadoğu'da yapacağı kirli işler için bu davayı bir şantaj malzemesi olarak kullanması, bu kirli ilişkileri tüm açıklığıyla ortaya dökmesinden daha büyük bir olasılıktır. Ucu Erdoğan'a uzanan bu dava Yüce Divan'da sonuçlanmalıdır. Bugün tüm yargı sistemini zincire vurmuş istibdat rejimi bizleri umutsuzluğa sevk etmemelidir. İşçi ve emekçiler haklarına sahip çıkar, çalınan emeklerinin hesabını sorarsa Erdoğan dâhil hiçbir güç bu hesabı vermekten kaçamaz. Her zaman dediğimiz gibi en yüce divan halktır.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Haziran 2016 tarihli 80. sayısında yayınlanmıştır.