Kirli bir pazarlığın kirli sonucu: “bir içeri, bir dışarı” anlaşması

18 Mart’ta Brüksel’de Başbakan Ahmet Davutoğlu ile Avrupa Birliği’ne (AB) üye 28 ülkenin devlet ve hükümet başkanları arasında mültecilerle ilgili bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma, kendilerini uygarlığın beşiği olarak lanse edenlerin ev sahipliğinde pek uygar bir törende imzalanmış barbarca bir anlaşmadır. AB emperyalistlerinin de, AKP Türkiyesi’nin de barbarlık coğrafyası hâline gelmesinde pay sahibi olduğu Ortadoğu’dan yaşamak ümidiyle göç etmek zorunda kalmış milyonlarca insanın geleceği üzerinden yapılan kirli bir anlaşmadır.

AB’nin mültecilere güvenli bölge olarak Türkiye’yi sunmasına ne demeli? “Müslüman kardeşlerimiz” lafını kaç kez duymuşuzdur, fakat o kardeşlere mülteci statüsü vermekten kaçınıyor Türkiye. Mülteci haklarından yararlanamayan “misafirler” için bir ülke ne kadar güvenli olabilir?

Türkiye’de bugün 2,6 milyondan fazla Suriyeli mülteci bulunuyor. Fakat mülteci statüsü tanınmaması sebebiyle Suriyeliler en temel haklarından mahrum bırakılıyor. Mültecilerin %90’ı kamplar dışında, sefil koşullarda yaşıyor, işsizlikle boğuşuyor ve çok düşük ücretlerle çalışmak zorunda kalıyor. Bu nedenle içerdiği tüm zorluklara ve tehlikelere rağmen çok sayıda mülteci hâlâ Avrupa’ya gitmeye çalışıyor. Birçok insan Ege’de can vermeye devam ediyor. Tayyip Erdoğan ise Avrupa Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker ile arasındaki basına sızan görüşme tutanaklarının da açıkça kanıtladığı gibi, AB’yi yeni göçmen dalgaları ile tehdit ederek tavizler koparmaya yöneliyor, bu sayede AKP hükümetinin uluslararası alanda yerlerde sürünen prestijini biraz olsun arttırmaya çalışıyor.

“Bir içeri, bir dışarı” anlamını taşıyan anlaşma ek bir koşul içeriyor: AB çapında içeri girebileceklerin sayısı bu yıl 72 bindir. Sadece Almanya’ya geçen yıl kabul edilenlerin sayısı 800 bin iken bu duruma ne demeli?

Kayserili pazarlığı

Davutoğlu’nun “Kayserili pazarlığı yaptık” demesini de unutmamalı; pazarlık sonuç vermiş olsa gerek ki 2 yılda 3 milyar yerine 3 yılda 6 milyar avro kopardı. Bu 6 milyar avro karşılığında Türkiye dünyanın en büyük mülteci kampına dönüştürülüyor. Mültecilerin nereye iskân edileceği ise başka sorunlar doğuruyor. Örneğin; Kahramanmaraş’ın Dulkadiroğlu İlçesi'ne bağlı bir Alevi köyü olan Sivricehüyük’e 25 bin kişilik bir kamp kurulması için çalışmalar başlayınca köylüler direnişe geçmiş bulunuyor.

Ne AB’ye ne de NATO’ya güvenmemeli

Sorun sadece mültecilerin geleceği de değil maalesef. NATO Ege’de Türkiye ile Almanya’nın inisiyatifiyle kaçak göçmen trafiğini engellemek için deniz kuvvetlerini görevlendirme kararı almış durumda. Ege sularında savaş gemisiyle mülteci avına çıkan NATO’nun bu sularda işi yoktur; gelecek savaşlara hazırlık için Karadeniz’i, Akdeniz’i, Ege’yi elinde tutmak isteyen NATO’yu bu sulardan kovmak gerekir! AB’nin uygarlık lafları safsatadan ibarettir. Avrupa işçisine de Ortadoğu’nun mültecisine de AB’den gelecek bir hayır yoktur. Bugün mültecilerin ezilmesi, işçi ve emekçileri sermaye karşısında zayıf bırakacaktır. O yüzden biz işçiler ve emekçiler olarak mültecilerle dayanışmalı, birlik olmalıyız ve ne AB’den ne de AKP’den bir çözüm çıkmayacağını bilerek çözümü kendi ellerimizle yaratmalıyız.


Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2016 tarihli 78. sayısında yayınlanmıştır.