Midilli kriterleri
Yıllarca ne çok tepindiler durdular Kopenhag kriterleri diye. Ne kadar pembe bir gelecek çizdiler. Avrupa Birliği’nin Kopenhag kriterleri sayesinde Türkiye demokrasiye kavuşacaktı. Artık her şey güllük gülistanlık olacaktı. Örneğin o zamanlar günlük gazete olarak yayınlanan Radikal, bir anayasa değişikliğiyle 34. maddeye “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir” yazılınca toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin tümüyle özgürleşmiş olduğunu yazabilmişti manşetine. Sadece bugünkü olağan dışı durumda değil yıllardır, uygulama nasıl oldu, hep birlikte görüyoruz. AB hayranı liberaller ve sol liberaller sadece kendilerini aldatmakla kalmıyor, düzen adına halkı da aldatıyordu.
Sonra AB ile Türkiye’nin arası soğudu. Alman Başbakanı (Şansölyesi) Merkel ve Fransız Cumhurbaşkanı Sarkozy (her ikisi de sıkı sağcı) Türkiye’yi birliğe istemiyorlardı. “Üyelik değil özel ortaklık” söylemi aldı yürüdü. Türkiye ise kendi yolundan yürümeye başladı. Balkanlardan Körfez’e, Cebelitarık’tan Kafkaslara Sünni dünyanın “reis”i olmaya soyunan Erdoğan’ın AB’ye ilgisi gittikçe azaldı.
Derken geçen yaz, 7 Haziran seçimlerinin hemen ertesinde, AKP hükümetinin “mülteci” adına layık görülmeyen Suriyeli mültecileri Ege üzerinden kontrollü biçimde Yunanistan yoluyla AB’nin içine şırınga etmeye başlamasıyla birlikte Avrupa tutuştu. İslamofobi almış yürümüş. Faşist ve ön-faşist partiler iktidar sırasına girmiş. AB kurulalı beri tarihinin en kötü ekonomik kriziyle karşı karşıya. Avro Yunanistan’dan başlamak üzere çatırdıyor, tam Grexit (yani Yunanistan’ın avrodan ya da AB’den çıkması) konuşulurken Brexit (yani Britanya’nın çıkışı) gündeme geliyor. Bunlar AB’yi zaten sarsarken, Türkiye’den Yunanistan’a 2015 yılının Temmuz ayında 50 bin, Ağustos ayında 100 bin, Eylül ayında 150 bin, Ekim ayında 200 bin çoğu Suriyeli, bir kısmı da Iraklı ve Afgan mülteci Avrupa’ya akıyor!
O da ne? Türkiye’ye en mesafeli davranan Merkel, burnu havada “üyelik yok özel ortaklık var” diyen Merkel, sabah akşam İstanbul ya da Ankara’ya ziyarete geliyor, Erdoğan ve Davutoğlu’nu kendi ülkesinde veya Brüksel’de ağırlıyor. Bir Alman gazetesinin yazdığı gibi, Merkel kendi bakanlarından çok Türkiye’nin yöneticileriyle görüşüyor. Çünkü Merkel mülteci akını ilk başladığında “yüce gönüllü” bir tavır gösterisiyle şov yapmıştır: “Bu yıl 850 bin mülteci alacağız” demiştir. Ama özellikle yılbaşında Köln’de yaşanan olaylardan sonra bu tutum kendi politik prestijinin tepetaklak düşüşüne yol açmıştır. Onun için Merkel Türkiye’ye kollarını açmıştır. Avrupa’nın geri kalanının da tavrı farklı değildir. AB’nin AKP yönetimine eleştiriler içeren “İzleme Raporu”nun açıklanması üç kez ertelenerek seçim ertesine bırakılmıştır. Türkiye iki yılda üç milyar avro karşılığında bir büyük toplama kampına dönüştürülecektir.
Ama AKP yönetimi bunu da beğenmemiş olacak ki, akın devam eder. 1 Ocak’tan 10 Mart’a Yunanistan’a giren mülteci sayısı 130 bindir. Ayda ortalama 50 bin. Geçen yıl bu süre içinde toplam 10 bin, bilemediniz 15 bin kişi geçmiştir Ege üzerinden Yunanistan’a. Bu sene geçen senenin on katı! Yani akım devam etmektedir. Merkel’in etekleri tutuşmuştur. Davutoğlu bu sefer Brüksel’e “bir içeri, bir dışarı” formülüyle gider. Yani Türkiye Yunanistan’dan Suriyelileri geri kabul edecek, her geri kabule karşı Türkiye’den bir Suriyeli Avrupa’da iskân edilecektir.
Bu, Holokost, yani Nazilerin Yahudilere uyguladığı soykırım sonrasında kabul edilen en önemli haklardan olan “iltica” ya da “sığınma” hukukuna bütünüyle aykırıdır. Bir ülkede savaş, siyasi ya da dini baskı vb. dolayısıyla “sığınma” hakkı isteyen birini geri göndermek Cenevre Konvansiyonu’nun hangi maddesine sıkıştırılırsa sıkıştırılsın, ruhuna aykırıdır! AB “demokrasi ve barış” projesi anlaşılan sadece sarışın, mavi gözlü insanlar için geçerlidir!
Ama aynı zamanda formül, AB açısından budalacadır. Şayet Türkiye her geri aldığı Suriyeli için bir Suriyeli’nin AB’de iskân edilmesini garanti altına alırsa, bu, Türkiye’yi vanayı daha da açmaya, Yunanistan’a gittikçe daha fazla mülteci yollamaya teşvik etmek anlamına gelir. Ne güzel: Her geri kabul için bir Suriyeli yolla. Türkiye bazı Suriyelileri bunun için görevlendirebilir bile! Onlar sürekli gider gelirler, sonra her biri karşılığında bir Suriyeli AB yolcusu olur! Buna “bir içeri, bir dışarı” formülü yerine “emme basma tulumba” dense daha doğru olur!
Üstelik şimdi iki yıl için 3 milyar avro yerine üç yıl için 6 milyar avro öngörülüyor. AKP yönetimi, Suriyelileri sadece diplomatik bir koz olarak kullanmıyor, en iyi ihraç ürünlerinden biri haline getirmiştir! Yılda 2 milyar avro ya da 2,2 milyar dolar ihracat geliri getiren bir kalem!
Liberal basın, mesela Cumhuriyet hâlâ Avrupa’ya övgüler düzüyor. Cumhuriyet sürmanşetinde “AB ‘önce basın özgürlüğü’ dedi” yazmış! İçeride de “AB’den kırmızı kart”. AB’nin en güçlüsü Merkel Davutoğlu’na gülücükler saçarken ne manşetler! Bütün gerçek ortaya çıktı, ama eski Radikalci yeni Cumhuriyetçiler hâlâ halka yalan söylüyor!
Bırakın hakikat ortaya çıksın! Bugün Türkiye tek parti dönemi ve askeri müdahale dönemleri dışındaki en anti-demokratik döneminden geçerken, AB AKP yönetiminin sırtını sıvazlıyor. Araya giren çatlak sesler (mesela İtalya Başbakanı Matteo Renzi) de sadece ve sadece basın özgürlüğünü bir not olarak düşüyor. Orada durunm zaten vahim ama Cizre’deki yanık et kokusu, şehrin yok olan dokusu, yanık kemiklerin yanındaki yanmamış yün parçaları onları hiç ilgilendirmiyor anlaşılan. 8 Mart’ın bile polis copu ve gazı altında ezilmesi onları ilgilendirmiyor.
Aklı tutulmamış bütün aydınlara hitapla hatırlatalım: AB Türkiye’de Kopenhag kriterlerine uygun bir demokrasi olduğunu 2004 Aralık ayında tescil etti. Bu kararı geri almadı. Yani AB’ye göre Türkiye hâlâ resmen Kopenhag kriterlerine uygun bir demokrasidir! Hep dedik: Ünlü Fransız deyişiyle, bon pour l’Orient! Serbest bir çeviriyle, “Şark için bu kadarı yeter de artar!”
Mülteci akını karşısında kendi çıkarlarını savunan Avrupa Birliği “demokrasi” kavramını böylesine pespaye hâle getirmiş oldu. Midilli adası mülteci akınında en yoğun göç alan Yunan mahalli. Şimdi Kopenhag kriterlerinin güncelelnmiş versiyonuna Midilli kriterleri diyebiliriz. Çıkar dünyasında böyle oluyor. Ama liberaller hâlâ Avrupa emperyalizmine hayranlıklarını sürdürüyorlar!