Demirtaş (bağlamayı) hangi telden çalıyor?
22 Temmuz’dan bu yana devam etmekte olan, 100’den fazla emniyet görevlisinin gözaltına alınmasını, bazılarının ise tutuklanmasını içeren operasyonunun, 17 Aralık ve 25 Aralık operasyonlarını düzenleyen polislere bir “tedip ve tecziye” operasyonu olduğu, Gerçek tarafından ortaya konulmuş bulunuyor.
Bu gerçeği kavrayamamak, bunu bir hukuki operasyon gibi görmek ancak gözlerini kapatmakla mümkün olur. İnsan bugün iki gerici politikacıya karşı cumhurbaşkanlığı mevkiinin tek ilerici adayı olan, ezilen Kürt halkının özgürleşme mücadelesinin temsilcisi Selahattin Demirtaş’tan bu tür hayaller ya da en azından ikircikli yaklaşımlar görünce, doğrusu biraz şaşırıyor.
Operasyon 21 Temmuz’u 22 Temmuz’a bağlayan gece yarısı, sahur vakti yapıldı. 22’si gün içinde haber duyulmuştu. Bilebildiğimiz kadarıyla Selahattin Demirtaş bütün bu süre boyunca sustu. Basın önünde her gün konuştuğu için gecikmeden bir tepki vermesi mümkünken en az üç tam gün konuşmadı. Ta ki 25 Temmuz’da bir gazeteci kendisine soru sorana kadar.
Demirtaş iyi bir konuşmacı iken şimdi buna bir de nüktedanlığı katmış durumda. Bu gazeteciye verdiği cevabın da en güzel yanı yaptığı espri: “İki yıl sonra Başbakan'dan şöyle bir konuşma dinleyebiliriz. ‘Benim Pensilvanya'daki kardeşimle aramı açmaya çalıştılar’ diyebilir. O yüzden temkinli olmak lazım. Başbakanın suçladığı herkes suçludur dememek lazım.”
Şaka güzel ve bir gerçeğe de işaret ediyor. Ama arkasından gelen cümlenin kuruluş tarzı, insanı epeyce bir düşündürüyor: “Başbakanın suçladığı herkes suçludur dememek lazım.” Bu kadar mı? Başbakanın olmadık yerlerde olmadık suçlamalar yaptığını, düpedüz yalan söylediğinin defalarca kanıtlandığını Demirtaş bilmiyor olabilir mi? Mesela Kabataş’taki “başı kapalı bacıma” yapılanları duymamış olabilir mi? Ya da “camide postalla dolaşıp bira içtiler” lafını? Ya da Berkin kardeşimizi “terörist” ilan ettiğini? Bu kadar yumuşak mı söylenmeli bu laf?
Haydi diyelim ki bir şaka yapmış, ardından da kinayeli konuşuyor. Çok keskin bir ifade buraya edebi bakımdan oturmaz. O zaman devamına bakalım. Demirtaş KCK ve Ergenekon’dan örnek veriyor ve sonra ikinci ana noktayı dile getiriyor: “Deliller ortaya çıkınca bizler hukukla ilgili mevzuyu anlayabiliriz ama sağlıklı bir yargılama olur mu, ondan emin değilim.” Demirtaş hâlâ “emin değil”! Yani bakarsınız, hukuken sağlıklı bir yargılama olabilir! Ama olmayabilir de! Demirtaş, olayın tamamen siyasi bir operasyon olduğunun farkında değil anlaşılan. Erdoğan’ın daha önce kendisini dinlemek üzere böcek yerleştirdiği iddia edilen korumaların ve Adana’daki TIR işine karışan görevlilerin gözaltına alınıp salıverildiklerinde ağzını açıp gözünü yumduğunu, AKP’nin işine yaramayan “Özgürlük Hâkimi” yerine Haziran sonunda “Sulh Ceza Hâkimi” statüsünü ihdas ettiğini, başında Adalet Bakanı’nın bulunduğu HSYK’nın 16 Temmuz’da yeni Sulh Ceza Hâkimleri atadığını, atanan hâkimlerden birinin atanır atanmaz ayağının tozuyla 21 Temmuz’da bu operasyona izin vermiş olduğunu, bu hâkimin tesadüfen evinde ayakkabı kutuları içinde dört buçuk milyon dolar bulunmuş olan Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan da aralarında olmak üzere 17 Aralık sanıklarından altı tanesini salıverdiğini herhalde duymamış!
Haksızlık etmeyelim. Demirtaş gazeteciye cevabında en sonunda işin hukuki olmayabileceğini açıkça…söylemiyor, ama hiç olmazsa ima ediyor: “Burada da herhalde siyasi bir süreç işleyecek. Devletin olanaklarının, yargının olanaklarının böyle bir iç egemenlik çatışmasında, yarışında kullanılması Türkiye açısından hazin bir durum. Zannedersem toplum bunu Cumhurbaşkanlığı seçimi vesilesi ile bir kez daha değerlendirecektir.”
Hukuki değil siyasi. Devletin, yargının olanakları kullanılıyor. Ne için? “Bir iç egemenlik çatışması” için. Buna itiraz edecek olan en son biz oluruz. On bir yıldır Türkiye burjuvazisinin iç savaşından, üç yıldır da “iç savaşın iç savaşı”ndan söz ediyoruz. Ama el insaf! Bu olay basitçe bu mudur? Yolsuzlukların üzerinin örtülmesi, başbakanın ve hükümetin aklanması, delillerin karartılması diye bir boyutu da hiç olmazsa sözü edilmeye değecek bir şey değil midir?
Devrimci İşçi Partisi, bazılarınca kasıtlı olarak anlaşılmamış olduğu görülen 6 Temmuz bildirisinde, Demirtaş’a oy verilmesi çağrısı yapmasının birtakım koşulları olduğunu belirtiyordu. Bu koşulların ikincisi şuydu:
“2) Demirtaş, seçim kampanyasında rakibi Erdoğan’ın hem şahsen, hem de bir bütün olarak hükümetin başı sıfatıyla, yolsuzluk ve hırsızlık şaibesi altında olduğunu, aleyhinde delil olarak kabul edilebilecek çok önemli belgeler ve bilgilerin basına sızmış olduğunu meydanlarda ve televizyonlarda açık biçimde hatırlatmalı, kendisi işçi sınıfının ve emekçilerin oylarıyla cumhurbaşkanı seçildiği takdirde, Devlet Denetleme Kurulu’nu derhal harekete geçirerek, Erdoğan’ın bütünüyle hukuka aykırı yöntemlerle önünü tıkadığı yolsuzlukların soruşturulması sürecini başlatacağını şimdiden kesin bir dille açıklamalıdır.”
Boşuna değilmiş, değil mi? Devlet Denetleme Kurulu’nu harekete geçirmek gibi ileri vaatleri bir yana bıraktık! “Meydanlarda ve televizyonlarda açık biçimde hatırlatma”yı bir yana bıraktık. Demirtaş gazeteci kendisine sorduğu zaman bile, “Erdoğan yolsuzluğunun üzerini kapatıyor” cümlesini ağzına alamıyor!
Demirtaş’ın nüktedanlığı, mizaha başvurması, esprili dili, bazılarını pek büyüledi. Bu tür bir üslup, Tayyip Erdoğan’ın kaba, saldırgan, bağırgan üslubu karşısında gerçekten iyidir. Ama içeriğe de biraz baksak?
Yeni yaşam ilkeleri açıklanırken, salonda yukarıdaki afiş vardı: “Selahattin Demirtaş. Bağlamadan başka bir şey çalmaz.” Başka hiçbir şey çalmadığından eminiz. Yalnız, bağlamayı hangi telden çalıyor, onu merak ediyoruz.
Hevaller, halka biraz da doğruları söylemek gerekmez mi?