İstibdadı yenmek için düzen siyasetinin dayatmalarını reddet! İş, aş, hürriyet için sınıf mücadelesini seç!
Türkiye gerçek seçimini 14 Mayıs’ta yapmayacak. Bu bir yanılsamadır. Siyaset sandıktan ve oylamadan ibaret değildir. Öyleymiş gibi göstermek düzen siyasetinin emekçi halkı pasif birer seçmene dönüştürerek sindirme amacıyla yürüttüğü sistematik bir çarpıtmadır. İşçiye, emekçiye, köylüye, yoksula düşman; sermayeye ve emperyalizme dost olan istibdad rejimi ile hesaplaşma seçim gününde değil şimdidir. Anbean sürmektedir. Emekçi halkın işi, aşı, hürriyeti her gün, her an saldırı altındadır. Bu saldırılara karşı mücadeleyi seçenler, tercihlerini çoktan yapmış olanlardır. Her yıl sadece işçiler yüzlerce eyleme, greve, direnişe, fabrika işgaline imza atmaktadır. Erdoğan’ın asker ve sivil müttefikleriyle inşa ettiği yarı askeri istibdad rejimi ne kadar koyu bir baskı uygularsa uygulasın işçilerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların ve gençliğin mücadelesini bitirememiş, emekçi halkı susturamamıştır.
Türkiye’nin emekçi halkının, istibdadın ve sermayenin saldırılarına karşı eli kolu bağlı umutsuz ve çaresiz bir bekleyiş içindeymiş gibi kabul edilmesini, geleceğe dair bir şeyler değişecekse bunun tek yolunun 14 Mayıs’ta yapılacak seçimmiş gibi davranılmasını reddediyoruz. Dün farklı partilere oy vermiş, yarın da belki yine farklı partilere oy verecek olan sayısız işçi ve emekçi, ekmek kavgasında birlikte ve omuz omuzadır. Türkiye’yi istibdadın karanlığından kurtaracak güç buradadır. Devrimci İşçi Partisi her şeyden önce bu tespit ile düzen siyasetinden ve bu siyasete şu ya da bu ölçüde angaje olmuş muhalif güçlerden ayrılmaktadır.
Hürriyet isteyen önce istibdadın dayatmalarını reddetmelidir!
14 Mayıs’ta yapılacağı Erdoğan tarafından ilan edilmiş olan seçimler önemsiz değildir. Tam tersine çok önemlidir. Ancak önemli olan 14 Mayıs’ta kime oy verileceğinden önce seçim tarihinin ilanıyla birlikte halk iradesinin gaspının başlamış olmasıdır. Erdoğan’ın Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen üçüncü dönem adaylığını dayatması halk iradesinin gaspıdır. AKP ve MHP oylarıyla geçtiğimiz yıl TBMM’den geçen yeni seçim yasası Anayasa gereği bir yıl içerisinde yapılan seçimlerde uygulanamaz. İstibdad cephesinin menfaatine olan, muhalefetin ise aleyhine pek çok maddeyle dolu bir siyasi mühendislik ürünü olan bu yasanın, Anayasa’ya aykırı biçimde dayatılması kabul edilemez.
Son olarak tüm bunlara depremzede halkın oy kullanma hakkının fiilen engellenmesi eklenmiştir. En az 2,5 milyon insanın günler içinde deprem bölgesinden göç ettiği bir süreçte Yüksek Seçim Kurulu (YSK) sanki hiçbir şey olmamış gibi davranmaktadır. YSK’nın depremzede vatandaşlara oy kullanabilmek için seçmen kütüğünü göç ettiği ile taşımak ya da seçim günü deprem bölgesine geri dönmek seçeneklerini dayatması kabul edilemez. Bunlar başlangıçtır, deprem bölgesinde resmi, ülkenin kalanında fiili OHAL koşullarında gidilecek bir seçimde istibdad rejiminin yeni dayatmaları gelecektir. İstibdad tüm bunları yaparken, muhalefetin açıkça halk iradesinin gaspı anlamına gelen bu dayatmaları sineye çekmesi, 14 Mayıs’ta yapılacak seçime ilişkin istibdadın dayattığı koşulları peşinen kabul ederek halkın karşısına çıkması da kabul edilemez. Kabul etmiyoruz!
Bugün siyaset sahnesini boydan boya kaplayan seçim matematiği tüm bu dayatmaların bir neticesi olarak karşımızdadır ve son tahlilde Erdoğan ve istibdad cephesinin çıkarlarına göre tasarlanmıştır. İşçiye, emekçiye, köylüye, yoksul halka, kadınlara ve gençliğe düşman; sadece sermayeye, para babalarına ve müteahhitlere dost olan, söylemi ne olursa olsun izlediği politikalarla ABD-AB emperyalizmine ve Siyonizme hizmette kusur etmeyen iktidarın yenilmesi gereklidir. Ancak işçi sınıfının ve emekçi halkın gözünden bakarak, istibdadın yenilgisinin tam da istibdadın tasarladığı ve dayattığı yüzde 50 artı 1 hesabına dayalı bir matematiğe mahkûm olarak gerçekleşeceğini düşünmek yanlıştır.
İstibdad rejiminin kolon ve kirişleri patlamıştır ve ağır hasarlıdır
Belki bu mevcut matematik içinde de Erdoğan’ın yenilgisine şahit olabiliriz. Ancak bu, istibdad rejiminin yarattığı ekonomik ve siyasi krizlerin, iktidarın içten içe çürümesinin, kendi içinde parçalanıp kavgaya tutuşmasının sonucu olacaktır. Kılıçdaroğlu’nun adaylığı etrafında tasarlanmış düzen muhalefeti, Erdoğan’la birlikte baş aşağı giden sömürü düzeninin zarar görmemesi için bir hava yastığı işlevi görecektir. Oysa işçi sınıfının, emekçi halkın ve tüm ezilenlerin çıkarı Erdoğan istibdadı ile birlikte sömürü düzeninden de bir bütün olarak kurtulmaktan ve emperyalist zincirleri kırmaktan yanadır.
Erdoğan ve istibdad cephesinin hızlı karar alan Cumhurbaşkanlığı sistemi, güçlü, kıskanılan, uzaya çıkan Türkiye iddiaları depremle birlikte yerle yeksan olmuştur. Enkaz başında günlerce devleti arayan emekçi halk günler sonra karşısında yardıma koşan bir devlet değil Twitter’ı yasaklayan, halkına hakaret eden, hakkını arayanı deftere yazıp tehdit eden çıplak bir istibdadı bulmuştur. İstibdad, enflasyon ve hayat pahalılığı ile milyonları açlık sınırının altına mahkûm etmiş durumdadır. Seçim ekonomisiyle kredi musluklarını açarak, kamu harcamalarını arttırarak ve para basarak yapılan doping bile emekçi halkın dertlerini hafifletmemektedir. Sadece büyük sermayenin, yerli yabancı modern tefeci bankaların, para babalarının ve müteahhitlerin daha da zenginleşmesine yol açmaktadır. Tüm sermaye iktidarları gibi Erdoğan da iktidara tutunmak için milliyetçi-İslamcı demagojiye sarılmakta ama aynı zamanda da tüm diğer düzen partileri gibi Amerikan emperyalizminin kapısındadır. Erdoğan, vaktiyle ABD’de Siyonist lobilerin taktığı nişanları sandıklardan çıkarmış normalleşme adı altında İsrail’e elini uzatmaktadır. NATO generalleri ise emperyalist efendilerinin çay boşlarını toplamakla meşguldür.
Bu manzara karşısında Erdoğan’dan ve istibdaddan yaka silkmiş olan halk kesimleri safları sıklaştırmaya yönelmekte, vaktiyle Erdoğan ve Bahçeli’ye umut bağlamış, bunların milliyetçi siyasal İslamcı demagojilerini doğru kabul ederek saf tutmuş hatırı sayılı bir kitle ise istibdad cephesinden uzaklaşmaktadır. Yaklaşan seçimin matematiğini istibdadın aleyhine değiştirecek bir gelişme var ise tam olarak bu harekettedir. İstibdad cephesinin bastığı zemini alabildiğine kayganlaştıran bu süreçte emekçi halkın sınıfsal içgüdüleri ve refleksleri belirleyicidir. Doğru politika, bu içgüdüleri ve refleksleri sınıfsal bir bilince dönüştürmek üzere ülke siyasetinin merkezine sınıf mücadelesini ve sınıf mücadelesinin gündemlerini yerleştirmektir. Türkü ve Kürdü, Sünni ve Alevi’yi iş ve aş mücadelesinde birleştirmektir. Fabrikalardan, işyerlerinden yükselen ekmek mücadelesini hürriyet mücadelesiyle buluşturmaktır. Bu sadece seçim matematiğini değil siyasetin tüm kimyasını işçi sınıfı ve emekçi halk lehine değiştirecek, kimlikler temelinde bölünmenin yerini sınıf çıkarları temelinde birleşmenin alacağı yepyeni bir dinamiği açığa çıkaracaktır.
Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’a son hizmeti…
Oysa bugün Erdoğan’ın karşısında Millet İttifakı bu dinamiği söndüren ve yok eden bir niteliktedir. Baştan aşağı düzen siyasetinin pisliğine bulanmıştır. Kılıçdaroğlu’nun ortak adaylığı etrafında Amerikan, İngiliz ve Avrupalı emperyalistlerin yeminli hizmetkârlarını, iktidarın suç ortaklarını, istibdadın mimarlarını, faşistleri, din sömürücülerini toplamıştır. Bir “ortak mutabakat metni” çıkarmış ve burada efendilerine gerekli tüm teminatları vermiştir. İçinde işçinin kırmızı çizgisi sermayenin kızıl elması olan “kıdem tazminatını kaldırmak” bile vardır. Parlamenter sisteme geçiş vaadi çoktan Kafdağı’nın ardına gönderilmiştir. Merkez Bankası Erdoğan’ın emrinden alınacak ama uluslararası finans merkezlerine bağlanacaktır. İşçi düşmanı istibdad rejiminden sınıfsal içgüdüleriyle kopmakta olan emekçi ve yoksul kitleler Millet İttifakı’ndan yayılan buram buram burjuva kokusunu kilometrelerce öteden almaktadır. Paraya tapmanın, kölece emperyalizme yaltaklanmanın ve istibdad rejimiyle yarışırcasına işçi düşmanlığı yapmanın yarattığı tiksinti bu emekçi ve yoksul kitleleri geriye doğru itmektedir.
Erdoğan’dan kurtulalım gerisine sonra bakarız düşüncesi yanlıştır. Ölümü yenelim sonra sıtmayla mücadele ederiz anlayışı yanlıştır. Bu düşüncelerle yüzde 50 artı 1’i bulmak için adeta burnunu tutarak Millet İttifakı’nın arkasına geçmek, krizler içinde paramparça olarak düşmekte olan istibdad cephesine uzatılan bir can simidi olacaktır. Dün Mustafa Sarıgül’ü, Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, Muharrem İnce’yi çıkararak seçimi Erdoğan’a altın tepside sunan irade yerli yerinde durmaktadır. Mühürsüz oyları sineye çekerek rejim değişikliğine geçit veren, dokunulmazlıkların kaldırılmasına “Anayasa’ya aykırı ama evet” diyerek Kürt halkının temsilcilerinin meclisten atılmasına, ardından CHP milletvekillerinin bile hapse gönderilmesine yol veren irade yerinde durmaktadır. “Adam kazandı” diyerek atı alıp Üsküdar’ı geçenin arkasında bakakalan iradesizlik de yerli yerinde durmaktadır. Şimdi Erdoğan’ın girdiği belki de en zor seçimlerden birinde benzer bir senaryonun sahnelenmeyeceğinin garantisini kimse veremez.
Önümüzdeki seçim Erdoğan’ın girdiği belki de en zor seçimdir… Yeni Ekmeleddinlerle, “adam kazandı” tiyatrolarıyla dahi bu iktidar artık kurtarılamaz durumdadır! Ancak Erdoğan derine battıkça ona düzen muhalefetinin uzattığı can simidi de büyümektedir. Bugün Erdoğan’ın karşısında Millet İttifakı kendini tek çare olarak sunuyor ama pratikte bu ittifakın yaptığı tüm dayatmaları sineye çekerek ve sınıfsal gündemleri sistematik olarak siyaset dışına atarak Erdoğan’a en zor seçiminde son ve yüklü bir kredi açmaktır. Her şeye rağmen Erdoğan ve müttefikleri düşerse, Millet İttifakı sömürü düzenini ve emperyalizmin çıkarlarını korumak üzere bir hava yastığı işlevi görecektir.
Kılıçdaroğlu yıllardır koltuk değnekliğini yaptığı Erdoğan’a son hizmetini böyle yapmaktadır. Ondan ve yanına aldığı sabık AKP’lilerden, faşistlerden ve din sömürücüsü kapitalistlerden başka türlüsü beklenemezdi zaten. Bu oyunu bozabilecek olan, sınıf gündemlerini siyasetin tam merkezine oturtacak, gücünü işçi mücadelelerinden ve yoksul halktan alacak bir siyasi iradedir.
Düzen siyasetine yedeklenenlerin aymazlığı
Bu irade, düzen siyasetinin dışından en başta ve mutlaka sosyalistlerden gelmek zorundadır. Ne var ki tüm bu gerçeklerin tam aksi yönde, ölümcül bir aymazlıkla Kılıçdaroğlu’nun ve Millet İttifakı’nın arkasında sıralanan sosyalist partileri görüyoruz. Sermayeden, emperyalizmden ve devletten bağımsızlığın kıskançça korunması, sınıf mücadelesinin ve sınıf siyasetinin yükseltilmesi gereken tarihsel bir anda “durun!” diyorlar: “Burnunuzu kapatın ve Kılıçdaroğlu’na oy atın!” Hayır! Asla! Hayat sınıf gündemlerini en yakıcı bir biçimde siyasetin orta yerine getirmişken bu gündemlerin üstünü örtmek, sınıfsal hesaplaşmayı geleceğe ertelemek, kimliklerin hâkim olduğu, yani Erdoğan’ın ve istibdadın her türlü demagoji ve provokasyonla üzerinde at oynatacağı bir ortamı onlara altın tepside sunmaktır.
Yüzde 50 artı 1 hesabını tutturmak için içeride bilumum emekçi halk düşmanı sağcıyla hatta faşistlerle masa kuranlar, HDP’yi kapının önünde, apartman boşluğunda karşılayıp içeriye buyur etme ahlakını dahi göstermeden Kürt halkından peşinen oy beklemek gafleti içindedir. Bu riyakâr politikanın ev sahibi faşizmdir ve Kürt halkını aşağılamakta, faşist provokasyonlara kapıyı ardına kadar açımakta, siyaseti Erdoğan ve Bahçeli’nin en rahat top koşturduğu sahaya taşımaktadır. “Kılıçdaroğlu’na verilmeyen her oy Erdoğan’a hizmet eder” tekerlemesi yüz kere bin kere yanlıştır. Bu yanlış politikayla her gün yüzlerce, binlerce insan Millet İttifakı’ndan duyduğu tiksintiyle gerisin geriye dönmektedir. Başınızı kuma gömmeyin! Başınızı kaldırın Kadıköy’den, Alsancak’tan, Kızılay’dan öteye bakarak gerçekleri görün!
Bu düzene verecek canımız, kaptıracak hakkımız, düzen partilerine verecek oyumuz yok!
İstibdadın derinleştirdiği ekonomik krizin, seçim ekonomisinin yarattığı borç batağının üzerine depremin yıkımı eklenmiş, sermayenin işçi sınıfına ve emekçi halka ödeteceği fatura kabarmıştır. Bu faturayı Erdoğan mı yoksa Kılıçdaroğlu mu tahsil edecektir? Erdoğan ve Bahçeli’nin “milletin bekâsı” gerekçesiyle mi Kılıçdaroğlu’nun “enkaz devraldık” bahanesiyle mi emekçi halkın cebindeki son kuruşa kadar el konacaktır! 14 Mayıs’ta sermayenin yapacağı seçim budur! 14 Mayıs gecesi belki bir kesim “vatanı kurtardık” diye sevinecek ya da diğer taraf Erdoğan’dan kurtulduk diye bayram edecektir. Gerçekte ise her iki tarafa oy vermiş olan emekçi halktan insanlar aynı sömürü çarkları içinde öğütülmeye devam edecektir. Her iki tarafın yoksul emekçi çocukları kardeş kavgasında birbirini kıracak, emperyalist çıkarlar uğruna cephelere sürülecek, patronların kasalarını doldurmak için kanlarını dökecektir.
Devrimci İşçi Partisi olarak bayraklarımızda en kalın harflerle “kahrolsun istibdad yaşasın hürriyet” yazdık! Sloganlarımızda en gür nidalarla “kahrolsun emperyalizm” diye haykırdık! İşsize iş, herkese aş, emekçi halka hürriyet için yola çıktık! Gücümüzü oydan değil işçi sınıfından alıyoruz. Her zaman ve her koşulda gerçeği savunmayı görev biliyoruz. Bugün gerçek amansız bir sınıf kavgası içinde olmamızdır. Her grev, her direniş işçi sınıfının seçim bürosudur. İşçinin sıkılı yumruğu grevde “ekmek yoksa üretim de yok” demektir! Seçim günü aynı şekilde tüm işçi sınıfı ve emekçi halk sıkılı yumruğunu siyasetin masasına vuracak, sömürülen alın terinin, çektiği eziyetin, uğradığı haksızlıkların, ayrımcılığın ve baskının hesabını “Erdoğan’a oy yok!” diyerek soracaktır! Ancak ne Kılıçdaroğlu ne de emperyalizmin ve sermayenin başka bir hizmetkarı bizi kurtarabilir. Onlara da oy yok! Bizi kurtaracak olan kendi kollarımızdır!