Gidecek, ama böyle değil!
30 Mart seçimlerinde AKP’nin göreli olarak yüksek bir oy oranına ulaşması, bütün umudunu seçimlere bağlamış olanlar için ağır bir düş kırıklığı oldu. İnsan kurtuluş umudunu seçimlere bağlarsa, seçimlerde gelen yenilgi ona dünyanın sonu gibi görünür tabii. 17 Aralık’tan itibaren üç buçuk ay boyunca Tayyip Erdoğan defalarca düşmenin eşiğine gelmişken kollarını bağlayıp tenis maçı seyreder gibi başını bir o yana bir bu yana çevirenler, bütün umudunu seçime yatıranlar, bugün bu tavrın mantıksal sonucu olarak Tayyip Erdoğan’ın düşmeyeceği, artık başta kalmasının kaçınılmaz olduğu sonucuna ulaşacaklardır elbette.
Alakası yok! Tayyip Erdoğan soluklanma zamanı kazanmıştır, o kadar! Bu süreyi o iyi kullanır da karşısındakiler yine kollarını bağlayıp seyirci konumuna geçerlerse, sonunda Erdoğan belini yavaş yavaş doğrultabilir, hatta siyasi tarih açısından bir mucize bile gerçekleşebilir, Erdoğan yeniden eski gücüne kavuşabilir. Siyasette önceden belirlenmiş hiçbir sonuç olamaz. Sadece ağırlıklı eğilimler vardır. Bu eğilimlerin ibresi ise Erdoğan’ın düşüşü yönünü göstermektedir hâlâ. İş ki gol çizgisindeki topu kaleye sokmayı beceremeyen toplumsal muhalefet yeni fırsatları da heba etmesin!
Erdoğan’ı kendini vermek istediği “kudretli devlet adamı” imgesiyle görmek büyük bir yanlış olur. Bir kere, unutulmasın, oy oranı öyle çok yüksek falan değildir. AKP’nin genellikle yerel seçimlerde genel seçimden daha düşük oy aldığı doğrudur. Bu yüzden karşılaştırmayı 2011 ile değil, 2009 ile yapmak başka koşullarda kabul edilebilirdi. Ama bu, 30 Mart seçimlerinin özgül karakterini unutmak olur. 30 Mart seçimleri, 17 Aralık’tan bu yana pislik içinde yüzen bir Erdoğan’ın düze çıkabilmek için sarıldığı can simidi oldu. Hem seçimlerin sonucunu “halk Erdoğan’a güvenoyu verdi” diye yorumlayıp hem de sonuçları 2009 ile karşılaştırmak saçmalıktır. Bu seçim Erdoğan için bir referandum ise, o zaman genel seçimlerle karşılaştırılması gerekir. O takdirde, henüz kesinleşmemiş ama yüzde 43-45 bandı arasında olan AKP oylarının partinin yüzde 50’ye yakın oy aldığı 2011’den günümüze en az 5, en çok 7 puan düştüğünü saptamak gerekir. Yani Erdoğan’ın gerilemesi seçim sandığında bile ifadesini bulmuştur.
Hele hele Tarhan Erdem’in seçimden hemen önce açıkladığı kamuoyu istatistikleri temel alınacak olursa düşüş çok daha ciddidir. Erdem, AKP’nin oylarının 2012 yılında yüzde 54 düzeyinde seyretmekte olduğunu, o zamandan beri düşmeye başladığını saptıyordu. Onun verileri yüzde 54’ten yüzde 46’ya düşüş gösteriyordu. Şimdi alt sınırı alırsanız düşüş 11 puandır! Daha ne olsun?
Buna “kedi” etkisi için istatistik düzeltme ekleyin. Para hırsızlığını oy hırsızlığının koruduğunu herkes biliyor. Hem bundan devamlı şikâyet edip hem de AKP’nin halktan yüzde 43-45 oy aldığına inanacak mısınız? Düşüşün ne kadar olduğu, oy hırsızlığının düzeyine bağlı. 35 ilde kesinti yaşanınca sizce ne olur? Demek ki 2012’ye göre düşüşün alt sınırı 11 puan. Üst sınırı bilen yok ama neden 15 puan olmasın? Bir partinin oyunun 15 puan düşmesi ne demek düşündünüz mü?
Bütün umudunu seçimlere bağlayan sol partilere sesleniyoruz: Sizin umudunuz olan seçim bile Erdoğan’ın baş aşağı gitmekte olduğuna dair işaretler veriyor ama sizler faturayı halka çıkarıyorsunuz. Diyalektiği, tavan arasına, eylem fotoğraflarınızın bile altına sakladığınız için derinde hareket eden dinamiklere duyarsızsınız. Erdoğan’ın zafer çığlıklarına hemen boyun eğmeyin. Bugün seçimi kazanmış olabilir. Ama yara bere içindedir. Emekçi ve ezilen halkın temsilcisi güçler dünden farklı olarak yarın doğru politika izlerse ya kızağa çekilecektir ya da çekip gidecektir!
Bunun yolu maalesef ekonomik krizden geçebilir. O krizin kitlesel ölçekte zararını görecek olan işçi sınıfının tutumu belirleyici olacaktır. Şayet sosyalist hareket her şeyi sınıfın kendiliğinden eylemine bırakırsa hükümet (ve burjuvazi) sarsıntıyı atlatabilir.
Bunun yolu maalesef Kürt halkının düş kırıklığıyla hakikate uyanması olabilir. O uyanışın harekete geçireceği öfkeyi ve mücadele azmini Kürt hareketinin bugün izlemekte olduğu politika israf ederse hükümet sarsıntıyı atlatabilir.
Bunun yolu şimdiden çapulcunun düş kırıklığından geçmiştir. Gezi ile başlayan halk isyanının gözüpek kahramanları, yolunu bilmeyen kılavuzların etkisinden kurtulup güçlerinin oy sandığının yalıtılmışlığında değil büyük meydanlarda kalabalıkları kucaklamalarında olduğunu hatırlayamazlarsa hükümet sarsıntıyı atlatabilir.
Ama halk isyanı kendini yeniden canlandırabilir, işçi sınıfı ve Kürt halkıyla el ele verebilirse, o zaman Tayyip Erdoğan’ın 30 Mart zaferi tarihe bir parantez olarak geçecektir.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Nisan 2014 tarihli 54. sayısında yayınlanmıştır.