Biz yüzde 99’uz, haklıyız...
4 Ağustos Pazar günü İstanbul’da yapılan biz yüzde 99’uz toplantısına katıldım. Hatta kısa bir de konuşma yaptım. Biz yüzde 99’uz, New York, Wall Street’deki Zuccotti Park’ta başlayan ve kısa sürede 100’e yakın şehire yayılan işgal et hareketinin icat ettiği bir slogan. Orada da haklıydı, burada da haklı. Haklı olmanın ötesinde, tam da her zamankinden daha çok toparlanmaya ihtiyacımız olan bu tarihi eşiğe muazzam uygun.
Gezi Parkı ile başlayarak ülke sathında yaygın bir isyana dönüşen hareket esas olarak çalışanların, emeği ile geçinenlerin, işsizlerin ve çocuklarının başkaldırısı idi. Hali vakti yerinde, işi güvencede, sadece hayat tarzına karışıldığı için gaz yiyen olduysa da, sayılarının az olduğu aşikâr. Kısacası, isyan bir orta sınıf isyanı değildi. Mücadele tarzı ile değildi, hedefleri ile değildi, sloganları ile değildi. Şimdi sloganlara bir de biz yüzde 99’uz eklendi.
Biz yüzde 99’uz sloganının saf sanayi proletaryasını temsil etme iddiasında bir slogan olmadığını söylemeye bile gerek yok. Dolayısıyla, ideolojik tertemizlik peşindekileri tatmin etmeyeceği kesin. Propoganda amaçlı ve tam da bu yüzden şüphesiz abartılı bir tercih. İfade edilmek istenen, toplumun ezici çoğunluğunun çalışmazsa hayatını sürdüremeyecek durumdaki emekçilerden müteşekkil olduğu. Kaldı ki, çalışanların hayatını sürdürüp sürdüremedikleri ise ayrıca tartışmalı.
Biz yüzde 99’uz sloganı tabii ki hemen geri kalanın, yani % 1’i oluşturan para babalarının, aynı zamanda düzenin egemenleri olduğunu da ima ediyor. Nobelli iktisatçı Simon Kuznets’in tahmininin hilafına, kapitalist uzun dönem büyümenin, önce gelir eşitsizliği sonra da nispeten eşitlik yaratacağı beklentisinin gerçekleşmediğini biliyoruz. Aşağıdaki şekil tam da bu konuda Journal of Economic Perspectives’de yeni yayınlanmış bir çalışmadan (Uluslararası ve Tarihi Perspektiften En üst % 1; tinyurl.com/lorwblx).
En zengin % 1’in el koyduğu gelirin, 1970’ler krizinin hemen akabinde Reagan’ın ekonomi politikalarıyla başlayan uzun dönem artış eğiliminin, kısa dönem inişler yaşasa bile, 2007 krizinden sonra bile hemen toparlandığını açıkça görmekteyiz. Bahsettiğimiz çalışma ABD’ndeki durumun diğer kapitalist ülkelerde de aşağı yukarı aynen tekrarlandığını göstermesi bakımından çok zihin açıcı.
Türkiye’de, bırakın bu tür uzun dönem tutarlı gelir dağılımı verilerine sahip olmayı, yakın dönem için yapılan çalışmalarda bile devletin değişik kurumlarının yayınları birbirleriyle çelişiyor. Fakat, yine de kabaca bilgi edinebileceğimiz kimi kaynaklar mevcut. Bunlardan biri Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın 10 bin civarında haneyi kapsayan ve yüz yüze görüşmelerle gerçekleştirdiği Türkiye’de Aile Yapısı Araştırması(tinyurl.com/mco846s). Gelir dağılımına ilişkin oldukça çarpıcı verileri içeren bu çalışmada, 2011 yılında Türkiye’deki ailelerden sadece % 1,2’sinin aylık gelirinin 5.600 TL’nin üzerinde olduğunu öğreniyoruz!
Sınıfları şüphesiz gelir seviyelerine göre tasnif etmiyoruz. Üretim araçlarının mülkiyetine sahip olup olmadıklarına, emek güçlerini satıp satmadıklarına bakarak sınıflandırıyoruz. Tekrarlamakta yarar var; biz yüzde 99’uz sloganı, kendini işçi olarak görenle, henüz görmeyen her bir çalışanın kaderinin aynı olduğunu söylüyor.
Biz yüzde 99’uz, çalışanların, üretim olsun, dağılım olsun, ekonominin hangi alanında olursa olsun, birlikte davrandıklarında dünyayı durdurup, “inen insin, yeniden kuruyoruz hayatı” diyebilmeleri için, ezici çoğunluk olduklarının farkına varması için.
*Bu yazı 17 Ağustos 2013 tarihli Birgün gazetesinde yayınlanmıştır