10 Eylül 1920: Türkiye'de devrimci Marksizmin miladı
10 Eylül, tarihi Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) kuruluşunun 63. yıldönünümüdür. TKP, daha sonra Sovyetler Birliği’ni eline geçirecek olan bürokratik kastın uluslararası komünist harekette yarattığı bozulmadan ağır şekilde etkilenecektir. Ama kuruluş aşamasında, yani 1920’de enternasyonalizmi, programı ve politikasıyla, Devrimci İşçi Partisi’nin (DİP) gerçek anlamda atasıdır. Tersinden bakıldığında, bugün Türkiye’de tarihi TKP’nin programını ve enternasyonalizmini temsil eden tek parti DİP’tir.
Rusya’da 1917’de yaşanan Ekim devrimi bütün ülkelerde komünist işçi hareketinde bir ayrışmaya yol açtı. Birinci Dünya Savaşı’nda her biri kendi emperyalist ülkelerinin savaşını destekleyerek işçi ve köylülerin birbirlerini katletmelerinin yolunu açan sosyal demokrat partilerin yerine, kapitalist toplumla uzlaşmaz bir mücadeleye giren yeni komünist partiler kuruluyordu. Bunların hepsi tek bir dünya partisinin, 1919’da kurulan Komünist Enternasyonal’in (ya da Üçüncü Enternasyonal’in veya kısa adıyla Komintern’in) kendi ülkelerindeki seksiyonlarıydı. Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik ve perişan çıkan Türkiye’de de koşullar komünizmin hızla büyük bir prestij kazanmasına yol açtı. İşte Türkiye Komünist Partisi, bu koşullarda 10 Eylül 1920’de Birinci Kongresi’ni topladı. Bu kongrenin benimsediği program ve siyasi hat, DİP’in savunduğu türden bir devrimci Marksizmin nasıl da Türkiye’de gerçek komünizmin doğrultusu olduğunun kanıtıdır.
Birinci Kongre, komünist hareketin hem aydınlar, hem de işçi sınıfı arasında eskisine göre büyük bir atılım yaptığı bir dönemde toplanmıştı. Bir yandan, Birinci Dünya Savaşı macerasının ülkeyi sefalete sürüklemiş ve emperyalist işgal altına sokmuş olması aydınlarda ve halkta devlete karşı büyük bir yabancılaşma yaratmıştı. Bir yandan da, Ekim devriminin büyük işçi ve emekçi kitlelere vaad ettiği yepyeni dünya, başka her yerde olduğu gibi, Rusya’nın kapı komşusu Türkiye’de de Marksizme ve komünizme ilgiyi yüksek bir düzeye çıkartıyordu. Anadolu hareketi içinde Yeşil Ordu ve Meclis’teki “Halk Zümresi” adını alan milletvekilleri grubu dahi komünizme belli bir sempati besliyordu.
Birinci Kongre, Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde kurulmuş olan komünist grupların, Komintern’in bir seksiyonu olarak birleşmesi anlamını taşıyordu. Kongre’ye ülke içinden başta İstanbul, Ankara, Eskişehir, Zonguldak illerinde örgütlü komünistlerden ve 1918’den itibaren özellikle yeni Sovyet coğrafyasında örgütlenmiş olan Türkiye komünistlerinden 74 delege katılmıştı. Böylece, içeride örgütlenenlerle dışarıda örgütlenenlerin mücadeleleri tek bir örgüt çatısı altında birleşitirlmiş oluyordu.Kongre, altı oturumu boyunca, milli kurtuluşu, köylü sorununu, kooperatifçiliği, kadın sorununu ve elbette çeşitli yörelerde örgütlenme meselelerini ele aldıktan sonra, bir Program ve Tüzük kabul ederek Merkez Komitesi’ni seçti. Böylece, tarihi TKP kurulmuş oluyordu.
Ulusal kurtuluş görevi ve sosyalizm
TKP, 1920’li yılların ortalarından itibaren hızla bürokratik yozlaşmanın etkisi altına girmiştir. Bunun partinin politikası bakımından anlamı, partinin Türkiye burjuvazisinin “ilerici” kabul edilen kanadının kuyruğuna takılması olmuştur. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde TKP’nin Kemalizme verdiği destek ve Kürt isyanları karşısında tümüyle resmi tavra uygun davranması ünlüdür. 1930’lu yıllarda Sovyet bürokrasisinin “Halk Cephesi” adıyla geliştirdiği sınıf işbirliği doğrultusu gereği uygulanan “Separat” kararı partiyi hemen hemen tasfiyeye uğratmıştır.
Komintern’in Lenin ve Trotskiy’in önderliğindeki devrimci döneminin TKP’sinin politikası farklıdır. Elbette Enternasyonal’in İkinci Kongresi’nde sömürgelere ve ulusal soruna ilişkin alınan kararlar gereği, TKP Anadolu’daki emperyalist işgale karşı verilmekte olan mücadeleyi acil bir görev olarak üstleniyordu. Emperyalizme karşı verilen bu savaşın gelişmesinin işçi sınıfının bilincini yükselteceğini ve sosyal devrim için elverişli bir zemin yaratacağını saptıyordu. Ama Kongre, ulusal kurtuluş savaşını desteklese de, aynı zamanda “işçi sınıfının asıl ve nihai amacı olan emekçilerin hakimiyetini kurmak için gereken koşulları ve zemini hazırlamaya çalışmayı” da bir görev olarak önüne koyuyordu.
Birinci Kongre’nin Kemalist harekete ilişkin yaklaşımı, Komintern’in “antiemperyalist birleşik cephe” yaklaşımına uygun olan bir birleşik cephe kurulmasıydı. 1920 yılının ikinci yarısında Kemalistlerin ulusal kurtuluş için mücadele eden öteki güçlere karşı saldrıgan tavrı göz önüne alınınca bunun ne kadar isabetli bir yaklaşım olduğu tartışma götürür. Ama her durumda genç TKP, ne proletarya partisinin bağımsızlığından, ne de nihai amaç olan sosyal devrimden hiçbir taviz vermiyordu.
Halk milisi, mülksüzleştirme, federasyon
Kongre ayrıca bir acil talepler programı da kabul etmiştir. Bu programda dikkati çeken en önemli noktalar, işçi sınıfına ve köylülüğe ciddi sosyal hakların talep edilmesinin yanı sıra, bir burjuva devriminin sınırlarını zorlayan birtakım taleplerdir. Bunlar arasında, jandarma yerine halk tarafından seçilen bir milis kuvvetinin kurulması, topraksız ve az topraklı köylülere karşılıksız toprak ve tarım aletleri dağıtılması, kurtuluş savaşına karşı olanların, sarayın-padişahın, toprak beylerinin malına mülküne el konulması, Osmanlı borçlarının reddedilmesi bugünün geçiş talepleri anlayışına yaklaşan taleplerdir. Nihayet, TKP 1915 yılında yaşanan Ermeni katliamının ışığında Anadolu’da ulusal sorunun ne kadar önemli olduğunun bilinciyle bir federal cumhuriyetler sistemi önermektedir.
Tabii, bütün bunların yanı sıra, TKP’nin kuruluş kongresinin dokuz gündem maddesinden birinin “kadın sorunu”na hasredilmesi son derecede ilginç ve önemlidir. O günün Müslüman toplumlarında kadınların kamu alanına sokulmasının bile tartışmalı olduğu bir bağlamda, TKP kadınlara tam eşitlik sağlanması için mücadele etme konusunda kararlar almıştır.
Kongre, yedi kişilik bir Merkez Komitesi seçmiş ve hareketin tartışmasız biçimde önde gelen önderi olan Mustafa Suphi’yi de parti başkanlığına getirmiştir.
28-29 Ocak 1921 katliamı
TKP Merkez Komitesi kongreden sonra, emperyalist işgale karşı mücadele konusunda benimsediği doğru politik çizgi uyarınca, ülke dışında bir muhacir grup olarak kalmak yerine yangın yerine dönmüş olan ülke topraklarına dönerek antiemperyalist görevlerini yerine getirmeye karar verecekti. Ne var ki, parti genç ve deneyimsizdi. Kararın uygulanış tarzı ve taktik doğrultu acemiliklerle, hatta düpedüz hatalarla doluydu. Başta parti başkanı Mustafa Suphi olmak üzere on beş parti önderi, kongreden üç ay sonra, Aralık 1920 sonunda ülke topraklarına adım atacaktı. Bu girişim trajik bir olayla sonuçlanacaktı.
28 Ocak 1921’i 29 Ocak’a bağlayan gece, Mustafa Suphi ve yoldaşları Trabzon açıklarında boğuldu. Bu katliamı kimin örgütlediği hâlâ belgelenmemiştir. Elbette, Kemalist hareketin varlığından hiç memnun olmadığı ve korku duyduğu genç komünist hareketin önderliğini imha etmeye girişmiş olması ihtimali yüksektir. Ama başka olasılıklar da vardır. Bunların arasında Bolşevik Rusya’nın müttefiki olmaya soyunan Enver Paşa’nın İttihatçılarının parmağı ya da devrimci Rusya ile Türkiye’nin arasını açmaya girişen Anadolu hükümetinin daha gerici kanatlarının bir provokasyonu, hatta aynı amacı güden emperyalist Britanya’nın bir komplosu da olabilir.
Dünya devriminin Türkiye’deki ayağı
Türkiye’de komünizmin başına daha doğumunun hemen ertesinde gelen bu felaketin sonuçlarının çok ağır olduğu tartışmasızdır. Bunlar arasında önderliği daha baştan harap edilmiş bir hareketin bürokratik yozlaşmaya kolayca teslim olması felaketlerin en büyüğü olmuştur.
Ama bu, Birinci Kongresi’nde benimsediği program, tüzük ve politika ile tarihi TKP’nin hakiki bir komünizmin tohumlarını bu topraklara atmış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bugünün görevi, bu tohumları yeniden canlandırmak, dünya çapında Lenin’in ve Trotskiy’in önderliğini yaptığı türden bir dünya partisi için mücadele ederken Türkiye’de de bu doğrultuda bir proletarya partisini sabırla inşa etmektir. Devrimci İşçi Partisi’nin yapmaya giriştiği şey işte tam da budur.