Devlet teröristlerin yarım bıraktığı işi tamamlıyor
10 Ekim katliamı her şeyden önce işçileri, emekçileri ve ezilen halkı yıldırmayı ve susturmayı hedefliyordu. Türkiye tarihinin en kanlı katliamı bile bu amacına ulaşamadı. Halk, hem cenazelerine kitlesel şekilde sahip çıktı hem de sokakları katliamı protesto etmek ve Erdoğan ile AKP hükümetinden hesap sormak için doldurdu.
Devlet, tekfirci mezhepçi teröristlerin başladığı işi bitirmek için devreye girdi. Kürt illeri başta olmak üzere pek çok gösteri, yürüyüş ve anmaya polis saldırdı. Dün de devlet, İstanbul'da işçi ve kamu emekçilerinin grevleri dolayısıyla yapılacak yürüyüşleri yasakladı. Gerekçe olarak yürüyüşün güvenliğini sağlayamayacaklarını belirttiler. Bu tavır İstanbul Valiliği tarafından toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının fiilen askıya alınması anlamına gelmektedir. Çünkü bir gösterinin güvenliği ya göstericilerin kendisi ya da güvenlik güçleri tarafından sağlanabilir. Polis güvenliği sağlayamam diyor, emekçiler güvenliğimizi sağlarız diyor. Ona da izin yok. O halde ortada toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı da yok! Ama organize suç örgüt lideri Sedat Peker'in silahlı korumalarıyla yaptıkları mitinglere izin var. HDP binalarının yakılmasına izin var. Kürt esnafın dükkanlarının yağmalanmasına ve faşist yürüyüşlere izin var. Yani toplantı ve gösteri yürüyüşü bugün bir hak olarak değil devletin resmi görevlileriyle yapamadığını faşist güruhlara yaptırmasının kılıfı olarak gerçekleşebiliyor sadece.
Cumhurbaşkanı'ndan başlayarak yerel polis teşkilatına kadar MİT ve ordu istihbaratı dahil devletin tüm birimlerinin katliamdaki sorumlulukları ortadadır. Bu sorumlulukların düzeyi hatta muhtemel işbirlikleri ancak zamanla somutlaşabilir. Tüm bunlar ortaya çıkmadan bile devletin gösterdiği refleksler tekfirci mezhepçi terör örgütünün amaçlarıyla paralellik göstermektedir. Bombaların etkisiyle ağır yaralanan ve yerde yatan kardeşlerimizin kaç tanesinin son nefeslerini biber gazını soluyarak verdiğini bilemiyoruz. Ağır yaralı insanların üzerine gaz bombası atmakla yaralıya kurşun sıkıp infaz etmek arasındaki fark çok da büyük değil. Sadece siyasi olarak değil pratik olarak da teröristlerin başladığı işi bitiren bir devletle karşı karşıyayız.
Eskiden katliamlarda devletin sorumluluğu yıllar sonra ortaya çıkar belgelenirdi. Şimdi fütursuzca itiraf etmekten çekinmiyorlar. Davutoğlu, hukuk devletini, konu tekfirci mezhepçi teröristler olduğunda hatırlıyor ve "canlı bomba patlamadan tutuklayamayız" şeklindeki skandal açıklamayı yapabiliyor. Canlı bombaların bizzat aileleri tarafından ihbar edildiği ama adeta devlet tarafından koruyup kollandığı ortaya çıkıyor. Erdoğan'ın, Ahmet Şık yayınlanmayan kitabı dolayısıyla tutuklandığında "kimi kitaplar vardır ki bombadan daha tesirlidir" demiş olduğunu hatırlayalım. Hukuku muhaliflerini susturmak için kullanan, tekfirci mezhepçi teröristlerin önünü açmak için istismar eden bir iktidar ile karşı karşıyayız.
Yüzbinler "katil devlet" diye haykırıyor. Erdoğan'ı, AKP'yi katliamdan sorumlu tutuyor. Bu sloganlar öfkeyle ağızdan çıkmıyor sadece, Türkiye devletinin, Maraş'tan, 1 Mayıs 77'den, Kanlı Pazar'dan, Sivas'tan ve daha nice katliamın altından çıkmış olduğu gerçeği ve bilincinden kaynaklanıyor. 13 yıllık AKP iktidarının uygulamalarından ve bugün Türkiye tarihinin en büyük terör saldırısı karşısında takındıkları tavırdan ileri geliyor.