Davutoğlu’nun defteri kebiri
Davutoğlu çok sinirlenmiş, belli. Dedi ki, “Terörle mücadele defterleri açılırsa birçok insan, insan yüzüne çıkamaz.” İnsan yüzüne “çıkılmaz”. Bu yanlış, doğrusu başka. İnsan yüzüne “bakılamaz.” Ya da insan arasına “çıkılamaz”. Davutoğlu Erdoğan’ın korkunç bir yardakçısı idi. O, “komşularla sıfır sorun” deyip Türkiye’yi bütün komşularıyla kanlı bıçaklı hale getirdiği için bizim açımızdan “sıfır Ahmet Paşa” idi. Ama biz düşmanımızın bile hakkını yemeyiz. Davutoğlu iyi hatiptir.
İyi hatip yukarıda sözü edilen tarzda basit hatalar yapıyorsa, bu, sinirlendiğine, heyecanlandığına, eskilerin deyimiyle “insicamını” yitirdiğine, yani ne dediğine tam hâkim olamadığına dair bir işarettir. Trotskiy, Hayatım’da, o derin içgörülerinden birinde, hatiplerin bilinçdışının nasıl aniden, kendilerinin beklemediği bir anda ortaya beklenmedik sözler çıkarttığına işaret eder. Davutoğlu’nun o gün sadece dili sürçmemiştir. Davutoğlu, istemediği şekilde konuşmuştur.
Belli Erdoğan onu tehdit ettiği için kontrolünü yitirmiş. Erdoğan nasıl mı tehdit etti onu, Babacan’ı ve Gül’ü? Bu üç tarihi AKP önderinin davet edilmediği 18. yıldönümü kutlamaları konuşmasında herkes Erdoğan’ın “Bu kutlu çatının altından ayrılanların hiçbirinin esamesi şimdiye kadar okunmamıştır, şimdiden sonra da okunmayacaktır” cümlesini öne çıkarıyor. Oysa o kitle tüketimi için. Asıl önemli cümle şu: “Hafıza kayıtlarımızın içinde olanları da vakti geldiğinde milletimizle paylaşacağımızı şimdiden burada söylüyorum. Bu kayıtların içerisinde çok şeyler var.” Tehdit! Davutoğlu o konuşmaya cevap veriyor. “Asıl sen insan içine çıkamazsın” demek istiyor, ama cümlelerini karıştırıyor. Üstelik, o “insan içine çıkılamayacak” suçlara ortak olmuş olan bütün AKP kadrolarını kendine yabancılaştırıyor. Aslında bir şey açıklayacağı yok. Sadece “sen açıklarsan ben de açıklarım” diyor. Davutoğlu, eski Davutoğlu.
Ama istemediği şeyler söylemiştir, o kesin. İki dönem hakkında. Biri, 7 Haziran-1 Kasım (2015) dönemidir. Öteki ise 6-8 Ekim (2014) olarak andığı Kobani (Kobanê) serhıldanı (isyanı)’dır. Her ikisinde de başbakandı. Erdoğan tarafından AKP başkanlığına ve dolayısıyla başbakanlığa paraşütle indirilmiş olduğu için muhtemelen çok şeye hâkim değildi ama yaşananlardan sorumluluğu, hukuki, siyasi ve ahlaki olarak tartışılamaz. Dolayısıyla o da insan içine çıkamaz hale gelir, o yüzden de açıklama ihtimali yoktur.
Ama her iki dönem de çok çok önemlidir. Kobani serhıldanı, Kürtlerin Gezi isyanıdır. 6-8 Ekim deniyor, değildir. 6-12 Ekim’dir. Etkili Kürt öznelerinin (İmralı, HDP vb.) bütün basıncına rağmen halk bir hafta evine girmemiştir. Çok önemlidir. O olaylardan 20 gün sonra Davutoğlu kendisi “Eğer çözüm süreci yarım kalırsa o bölgeyi yönetemez hale geliriz” sözünü ağzından kaçırmıştı.
Burada onu bir kenara bırakıyoruz. Çünkü öteki daha da önemlidir. 7 Haziran-1 Kasım arası dönem, diyalektik ustası Hegel’in anlamında Gezi’den bu yana yaşanan Türkiye tarihinin bir sentezidir. Düğüm noktasıdır. 7 Haziran seçimlerinde Erdoğan ve AKP 2002’den sonra ilk kez mecliste çoğunluğu yitirdi. Bu seçimler, Gezi halk isyanı ile Kobani serhıldanının birleşerek Erdoğan’ı sandıkta yerle bir etmesinin ifadesiydi. Bundan sonra izlenecek doğru bir politika Erdoğan’ın siyasi hayatını bitirebilirdi. HDP’nin düzene uymayı düstur edinen politikası dolayısıyla yapılamadı.
Yapılamaması, Türkiye’de geniş anlamda solun, 2013 Gezi isyanı, 2014 Kobani serhıldanı, hatta (7 Haziran seçiminden hemen önce, Nisan-Mayıs aylarında yaşanan) 2015 TürkMetal isyanı dolayısıyla kazandığı inisiyatifi bütünüyle yitirmesinin dönüm noktası oldu. Sembolik örnek Demirtaş’tır: Kendisi 41 yaşındayken Erdoğan’ı “ustalık” döneminde sandıkta yenilgiye uğratan Demirtaş, üç yıldır hapishanede yatıyor!
Erdoğan ve AKP ise 7 Haziran yenilgisini tersine çevirmek için vahim bir politika izledi. Türkiye Suriyeleştirildi. Suruç canlı bombası 20 Temmuz’da Kobani ile dayanışmaya gelmiş 34 genci öldürdü. Ardından 10 Ekim Ankara Gar katliamı, Emek, Barış ve Demokrasi mitingi için Ankara’ya gelmiş 104 insanın canına mâl oldu. Türkiye tarihinin bir kitle eylemindeki en büyük katliamı için Davutoğlu şöyle dedi: “Canlı bomba patlamadan tutuklayamazdık”! (Yine hitabetinin bozulduğu bir an!) Bu arada Kürt kent ve kasabalarına pasifikasyon amacıyla yapılan müdahale (“hendek savaşları”) Türkiye’yi savaş ortamına soktu. Erdoğan’ın yeni seçilmiş parlamentoyu feshetmesiyle yapılan 1 Kasım seçimlerinde, savaşın şovenleştirdiği ve istikrar arayışına ittiği kitleler AKP’yi (dolayısıyla Davutoğlu’nu) yüzde 49 ile yeniden iktidara getirdi. Yani, Davutoğlu’nun sözünü ettiği dönem, üçüncü olarak, aynı zamanda 2009’dan beri iniş çıkışlarla devam eden “açılım süreci”nin yerini yeniden savaşa bıraktığı dönemdir.
Dördüncüsü, bu dönem Türkiye’de politik güçler tablosunun yeniden biçimlendiği dönem olmuştur. Gezi döneminden de önce başlayan ve 7 Haziran seçimlerinde devam eden bir süreçte, MHP, AKP’yi en sert eleştiren hasımlarından biriydi. İki seçim arası dönem, MHP’nin dönüşüne tanık olmuş, 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi bu yaklaşımı perçinlemiştir. Bugün Erdoğan’ı ayakta tutan, MHP’dir, Ergenekon’dur, ordudur.
Bütün bunlar doğruysa, 7 Haziran-1 Kasım dönemi, Davutoğlu’nun sözünü ettiği defterler arasında, deyim yerindeyse, “defteri kebir”dir. Oysa o dönem tam da Erdoğan iktidarının kurtarılmasının ve dolayısıyla daha sonra anayasa değişikliğinin, Erdoğan’ın yeni sisteme göre cumhurbaşkanı seçilişinin mümkün hale geldiği dönemdir. Bütün bunlarda Davutoğlu’nun vebali büyüktür. O da yargılanacaktır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Eylül 2019 tarihli 120. sayısında yayınlanmıştır.