Tutuklu vekiller, susturulan meclis: başkasını ezen bir ulus özgür olamaz!
HDP Eş Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ dâhil Şubat ayında 13’e ulaşan tutuklu HDP’li milletvekili sayısı, tahliyeler, yeniden tutuklanmalar, adli kontrol şartıyla serbest bırakılmalar derken en son 10’a düşmüştü. HDP’lilere, 14 Haziran’da tutuklanan CHP milletvekili Enis Berberoğlu eklenmişti. Daha önce Figen Yüksekdağ’ın cezası kesinleştiği için milletvekilliği sona erdirilmişti. Geçtiğimiz ay da HDP’li vekillerden Tuğba Hezer ve Faysal Sarıyıldız’ın devamsızlık gerekçesiyle milletvekillikleri meclis kararıyla düşürüldü.
Hukuki bir sürecin işlemediği açık. Öyle olsa, Demirtaş’ın, zorunlu olmadığı halde mahkemeye kelepçeyle getirilmesinde ısrar edilmezdi. Ya da eski Başbakan ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu meclisin yolunu unutmuşken, üniversite talebesi gibi kendi yerine başkasına imza attırırken, Tuğba Hezer ve Faysal Sarıyıldız’ın vekillikleri “devamsızlık” gerekçesiyle düşürülmezdi. Her şeyden önce mahkemeler hukuki yönden hareket etseler Anayasa Mahkemesi’nin Mustafa Balbay davasında oluşturduğu içtihada göre davranır ve milletvekillerini tutuksuz yargılarlardı.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasından tutuklamalara kadar bütün yapılanlar muhalefeti susturmaktan başka bir amaç gütmüyor. Başta HDP’lileri yalnız bırakan, şovenist propagandanın etkisiyle AKP-MHP bloku tarafından “terörist” olarak suçlananlarla yan yana görünmemeye çalışan CHP sıranın kendisine geldiğini Enis Berberoğlu ile gördü. Ancak mesele şu ya da bu parti değil. Önemli olan ülkenin emekçi sınıflarının çözüm bekleyen büyük sorunlarıdır. Demirtaş ve HDP’liler hapse atıldığında Kürt sorunu çözülmedi. Sadece baskı altına alındı. Böylece sorun çözülmek bir yana daha da büyüdü. Enis Berberoğlu MİT TIR’ları haberi yüzünden tutuklandığında Türkiye’nin felaketlere yol açan Suriye politikası düzelmedi. Son olarak Hatay sınırı neredeyse tamamen El Kaideci tekfirci katillerin kontrolüne girdi. Suriye politikası hâlâ tam bir bataklık.
En önemlisi de sadece muhalefetin değil bir bütün olarak meclisin sesi kısılıyor. 16 Nisan referandumuna konu olan ve TBMM’yi tümden etkisizleştirmekte olan anayasa değişikliklerinin 2019’da yürürlüğe girmesi öngörülüyor. Ama istibdad cephesi meclisin sesine o zamana kadar bile tahammül göstermiyor. Meclis tatile girmeden değiştirilen iç tüzükle, artık grup önerilerine sınırlama getirilmesi, grup sözcülerinin 10 dakika konuşma hakkının kaldırılması, meclis araştırma önergelerinin okunmaması, usul tartışmalarında meclis başkanına takdir yetkisi verilerek fiilen bu tartışmaların kaldırılması, yoklama ve karar yeter sayısı itirazlarına kısıtlama getirilmesi, milletvekillerinin pankart döviz vb. açarak vatandaşın sorun ve tepkilerini meclis gündemine taşımasının “kınama cezası” ile cezalandırılması söz konusu.
Büyük oranda Kürt halkının oylarıyla seçilen ve Kürtlerin taleplerini seslendiren HDP’lilerin yaşadığı baskılar ve bu baskıların dalga dalga tüm emekçi halkı etkisi altına alması Karl Marx’ın sözünü doğruluyor: başkasını ezen bir ulus özgür olamaz! O halde Türkiye’nin işçi ve emekçileri için “işçilerin birliği ile halkların kardeşliği”ni birlikte savunmak, istibdada karşı hürriyet mücadelesinin mutlak bir gereğidir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2017 tarihli 95. sayısında yayınlanmıştır.