Türkiye'nin 11 Eylül'ü

22 Haziran Cuma günü öğle saatlerinde, Türkiye'ye ait askeri savaş/keşif uçağı, Suriye tarafından Akdeniz'de düşürüldü. Olay gerçekleştiğinde, Başbakan Erdoğan Brezilya'daki Rio+20  Sürdürülebilir Kalkınma Konferansı'ndan dönüyordu. Onun öncesinde, yoğunluklu olarak Suriye'nin konuşulduğu G-20 toplantısına katılmıştı. Uçağın düşürülmesi ile ilgili aydınlanmamış pek çok nokta ve ispatlanmamış pek çok iddia var, ancak ilk bilgilere dayanarak dahi önemli sonuçlar çıkarmak mümkün. Fakat bunu yapmadan önce belirsizliğini koruyan ve bilhassa Türkiye'nin olayı ortaya koyuşundaki çelişkili üç noktayı belirtelim.

 

Olay ve çelişkiler

Düşürülen F-4 Phantom savaş uçağı keşif görevleri için özel olarak donatılmış bir uçak. 100 km uzaktan istihbarat için fotoğraf çekebiliyor. Bu casus uçağının tek başına mı yoksa başka bir uçakla beraber mi orada olduğu bilinmiyor, ancak haberler ilk gelmeye başladığında iki uçaktan bahsediliyordu. Bölgedeki tanıklar da alçaktan uçan iki uçağın Suriye tarafına doğru gittiğini, patlama sesleri duyulduğunu ancak uçaklardan sadece birinin döndüğünü söylemişlerdi. Türkiye, “Pilotlar eğitim amacıyla ve güvenlik kapasitesini test etmek için uçuş yapıyordu, uçak yalnız ve silahsızdı.” diyor.

Uçağın vurulduğu yer ve sınır ihlali konusunda da bir takım kafa karışıklıkları var. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, açıklamasında uçağın rotasıyla ilgili bazı haritalar gösterdi. Haritalarda, uçağın vurulmadan 15 dakika önce Suriye karasuları üstündeki hava sahasına girdiği görülüyor. Bu ihlalden birkaç dakika sonra, Türkiye, ihlal gerçekleştirdiği için pilotu kuleden uyarıyor. Pilot aynı manevrayı tekrar etmek için dönüyor. Türkiye'nin radar sistemi, normalde, komşuların hava sahasına 5 mil (yani 8 km) kala pilotları uyarır. Bu mesafe rota değişikliğiyle ihlalden kaçınmak için yeterli olmalı. Ama pilot her iki manevrada da komşu sahaya gireceğine dair radar tarafından uyarılmamış.

Türkiye, uçağın karadan 13 mil uzakta vurulduğunu, Suriye'nin karasularının 12 mil olduğunu, dolayısıyla olayın uluslararası hava sahasında gerçekleştiğini belirtiyor. Uçak isabet alınca pilot kontrolünü kaybetmiş ve uçak Suriye'ye doğru 8 km yol alıp karadan 8 mil uzakta suya çakılmış. Suriye ise uçağı kendi hava sahasının 1 km içindeyken vurduğunu duyurdu. İki açıklama arasında en fazla 2,5 km'lik bir fark var. İlk gelen bilgilerde ihlalin 4. saniyesinde uçağın vurulduğu söyleniyordu. Ancak Davutoğlu'nun haritalarında, ihlal dakikalar boyu sürmüş görülüyor. Bu da tekrar eden bir ihlal olasılığını kuvvetlice gündeme getiriyor.

Bütün düzen medyası, hem savaş çığırtkanları hem serinkanlılık çağrıları yapanlar, Türkiye'nin haklı olduğu noktasında hemfikir. “Suriye böyle bir şeyi nasıl yapar?” diye soruyorlar. AKP'nin dış ilişkilerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik öfke dolu bir açıklama yaptı. Açıklamasının can alıcı noktası, olayda Türkiye'nin hatası olup olmadığını sorgulayabileceklere verdiği mesajdaydı: Türkiye hatalı demek provokasyondur! Türkiye'nin hatalı olduğunu söylemek kimseyi savaşa kışkırtmayacağına göre, Çelik “Türkiye'nin hatası olup olmadığını sorgulayan haindir!” demek istemiş olmalı. Neden rahat değil? Yoksa Türkiye suçüstü mü yakalandı? 

Türkiye'nin Suriye'ye karşı tutumu

Her şeyden önce Suriye'nin bu eylemi hangi koşullar altında gerçekleştirdiği netleştirilmeli. Mülksüzlerin isyanı, Esad'ı ülke içindeki hakimiyetini ancak zor yoluyla korur bir duruma getirdi. Kitlesel eylemleri silahla bastırmaya çalışınca, halk, önce eylemleri savunmak için devamında da rejimi devirmek için silaha sarıldı. Halkın, yıllardır kanını emenlere karşı silah kuşanmasında anlaşılamayacak ya da gayrimeşru bir yan yoktur. Ancak bu sırada Esad'a muhalefet eden unsurların bir kısmı -tamamı değil- emperyalizm ile işbirliğine girdi. Bu unsurlar emperyalizm tarafından çeşitli biçimlerde desteklendiler. Türkiye de bu destekte çok kritik bir yer tuttu.

Sonunda iş geldi, bu desteğin bedelini ödemeye çattı. Türkiye, emperyalizm işbirlikçisi muhaliflerin çatı örgütü Suriye Ulusal Konseyi'ni (SUK) kurdurmakla kalmadı, baştan beri SUK'a ev sahipliği de yapıyor. Özgür Suriye Ordusu denen silahlı güçlerden oluşan muhaliflere, aslında bunların en işbirlikçi kanadına, bütün dünyanın gözü önünde Hatay'da karargâh tesis etti. 21 Haziran'da Ürdün'e kaçan Suriye savaş jetini Türkiye'nin yönlendirdiği iddia ediliyor. Türkiye devlet erkânının ağzından Esad'a yapılan sözlü saldırıları ve emperyalizmle işbirliği içinde sürdürülen yaptırımları belirtmeye gerek bile yok.

Bitmedi! New York Times'ın uçak düşmeden bir gün önce yayınladığı -ve dikkat- üst düzey ABD yetkililerine dayandırdığı haberine göre CIA ajanları Türkiye'nin güneyinde cirit atıyor. Bununla da kalmıyorlar Müslüman Kardeşler'in Suriye kolu aracılığıyla muhaliflere silah sevkiyatı yapıyorlar. Bu silahların finansmanı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar'dan geliyor. Dahası, aynı habere göre TSK'ya ait askeri araçlar muhalifler için sınıra tanksavar getiriyorlar. Bir hatırlatma; 2007 yılında İsrail uçakları alçak uçuşla Suriye'nin nükleer tesislerini vurup Türkiye hava sahası üzerinden çıkmışlar, giderken de yakıt tanklarını Gaziantep ve Hatay'a bırakmışlardı. 

Türkiye neyin peşinde?

Türkiye Suriye konusunda oldukça duyarlı davranıyor. Elbette insani bir duyarlılıktan bahsetmiyoruz. Emperyalizm adına Esad sonrası için düzenli bir geçiş sağlamak istiyor, Kürtlerin özerkliğe varan ileri haklar kazanmasından şiddetle korkuyor, gelecekte ekonomik ve siyasi açıdan bu ülkede çok daha fazla etkili olmak istiyor vs. Suriye'nin olası bir dış saldırıya dair diken üstünde olduğunu, aleyhinde yürüttüğü faaliyetlerden dolayı Türkiye'ye bilendiğini, içeride bunaldığını bilmeyen var mı? O zaman sakın bu uçak Suriye'nin önüne yem olarak, kışkırtma amacıyla atılmış olmasın?

İnsani koridor açılmasından dış müdahale ile rejimin devrilmesine, değişik senaryolarda Türkiye daha fazla rol için çırpınırken bu uçuşu masum mu saymalıyız? Türk casus uçağı yakında yapılacak bir saldırı için bilgi topluyor olamaz mı, ya da muhaliflere vermek için Esad'ın birliklerinin konumu ve hareketlerine dair? Nisan ayında birkaç mermi Türkiye sınırından içeri girince Erdoğan kıyameti koparmıştı: NATO'ya başvurur, savaş nedeni sayarız! Pekiyi ama, Suriye devleti 100 km ötenin cam gibi görüntüsünü alan bir casus uçağını, neredeyse topraklarının üzerinde uçurmak zorunda mı? Küçücük mermilerin yaptığı sınır ihlali de, dana kadar uçak yapınca “uçaktır olur” mu denecek?

Türkiye yaklaşımını savaş ilanı değil “kontrollü gerilim” olarak belirlemiş. Er ya da geç gerilim tırmanıp bir yerde iki ülkeyi savaşın eşiğine getirecek. Emperyalizmin -ve onun güdümünde Türkiye'nin- Suriye’ye saldırısına halkın büyük çoğunluğunun karşı çıktığı ortada. AKP'nin bizzat yaptırdığı anketlere göre kimse savaş istemiyor; hatta halk, Türkiye'nin Suriye'ye şu an olduğu kadar karışmasını bile yanlış buluyor. Dolayısıyla AKP bu savaşa girecekse kamuoyu desteği sağlamalı. Halk psikolojik olarak bu savaşa hazırlanmalı. Bu uçak olayı bunun için bizzat tasarlanmıştır ya da öyle olmasa bile bunun için kullanılmaktadır: işte Türkiye'nin 11 Eylül'ü!

Bu olay, devlet tarafından, ikiz kuleleri hedef alan ve ABD'nin sonrasında dizginlenemez saldırganlığını kustuğu 11 Eylül saldırılarına o kadar benzetilmiş olacak ki Türkiye hemen koşup NATO'nun kapısını çaldı. Hükümet, 5. madde denen ve bir NATO üyesine yapılan saldırıyı diğerlerine de yapılmış sayan maddeyi kullanmak istiyor. ABD de 11 Eylül'den sonra Afganistan'a saldırmak için NATO içerisinde bir koalisyon oluştururken bu maddeyi gündeme getirmişti. Ama 11 Eylül'ü ABD'nin kendi üzerine kurduğu bir komplo olarak görenlerin sayısı gittikçe artıyor.

Suriye'nin mesajı net: Oğlum bak git!

Emperyalizmin tehditi altında olan ve Türkiye tarafından sürekli içişlerine karışılan Suriye, aslında çok net bir mesaj verdi. Türkiye'nin tehditkâr tutumunun farkında olduğunu, ama daha fazlasını kabul etmeye niyetinin olmadığını Türk savaş/keşif uçağını düşürerek kavrattı. Zaten “Egemenliğimizi savunduk.” açıklamasıyla da esasen yaptıkları eylemi savundular. Özür dilendiği iddialarına da “Hiçbir şekilde özür dilemedik!” yanıtını vererek, açıkça, uçağın bilinçli olarak düşürüldüğünü, ama kendilerini haklı gördüklerini ilan ettiler.

Analizcilerin, siyasetçilerin, akademisyenlerin sabah akşam televizyonda tekrar ettikleri “Uçak vurulmadan da tepki verilebilirdi, bu işin bir edebi adabı var, Suriye kural tanımadı, kuralları ihlal etti, Türkiye haklıdır...” gibi yorumlar saçmalıktır. Uyarmak, engelleme uçuşu yapmak, inişe zorlamak, taciz ateşi açmak gibi yöntemler kural değil teamüldür. Bu kullanılagelmiş yöntemler bütününü uygulamak zorunluluk değildir. Hele hele, dört bir koldan egemenlik hakları tehdit altına alınmış bir ülkenin, şımarıkça ihlallere göz yumarak, sineye çekerek gelenekelere uyma zorunluluğu hiç yoktur!

Suriye, emperyalizmin ve onun maşası gibi davranan Türkiye'nin saldırgan tutumlarına boyun eğmemekle kendisi açısından en doğrusunu yapmıştır! Türkiye'nin sınır tanımayan çıkışlarına ve faaliyetlerine karşılık olarak “Haddini, hududunu bil!” demiştir. Türkiye'nin, “Kandil yolu Şam'dan geçer” kışkırtmasına gelmemesi, boş yere ağzının sulanıp iştahının kabarmaması için; kolay lokma olmadığını göstermek için gözdağı vermiştir. Türkiye ise Suriye'ye karşı saldırgan tutumu ile Esad'a karşı ayaklanan Suriye halkının geleceğine hiç iyi bir katkı yapmıyor. Tam tersine Suriye halkının daha büyük kesimini dış tehdit üzerinden Esad'ın kucağına itiyor!

Vekâleten savaşa hayır

Türkiye'nin Orta Asya'da, Kafkaslar'da, Balkanlar'da ve Ortadoğu'da emperyalizm ile ittifak halinde nüfuz alanını arttırma politikası Türkiye işçi sınıfını tehdit ediyor. Bunun son örneği karşımıza Suriye meselesi ile çıkıyor. Konunun Suriye'den ibaret görülmesi ise ayrıca bir saçmalık olur. Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari'nin uçak düşürme vakası ile ilgili açıklaması çok net: sonuçları bütün Ortadoğu'yu bağlar. Bir adım ileri gidelim. Akdeniz'de tek deniz üssü Suriye'de bulunan Rusya bu ülkeye dönük saldırganlığa ne kadar sessiz kalacak? Ya kendisine karşı füze kalkanı kurulan İran? Ya Çin?

2008 yılında Gürcistan AB ve ABD'nin kışkırtması ile Rusya'nın damarına basmıştı. Rusya'nın buna tepkisi çok sert oldu: Gürcistan'ın neredeyse başkentine kadar ilerleyip istediği mesajı vererek geri çekildi. Gürcistan'ın bu meselede aslında “vekâleten bir savaş” yürüttüğünü tespit etmek mümkündü. Nükleer silahlara sahip Rusya'nın bu tarz “vekâleten savaşlar” ile sınanması, yıpratılması ve izole edilmesi emperyalizmin taktik bir yönelişi. Elbette bir aşamada “müttefik” devletlere, değişik konum ve tarihlerde, bu tarz savaşlara girmek düşecekti.

Türkiye'nin emperyalizmin savaşlarına emperyalizmin saflarında girmesini istemiyoruz. Türkiye'nin bahsedildiği kadar “milli gururu” vardı da 1992 NATO tatbikatında ABD gemisinden atılan füzeler, üstelik 6 komut denetimini geçerek, Türk gemisini vurduğunda kimsenin gıkı neden çıkmadı? Hadi o başka hükümet zamanındaydı. Pekiyi, ya Mavi Marmara vakası? Davutoğlu zamanında İsrail'in Mavi Marmara saldırısı için “Türkiye'nin 11 Eylül'ü” demişti ama arkasından İsrail'e karşı bir icraat gelmedi. O zaman bu milletin gururu yok muydu? Suriye'ye gelince mi külhanbeyi olduk?

Türkiyeli işçi ve emekçilerin hükümet, medya, muhalefet partileri vb. yerlerden gelecek kışkırtmalara karşı uyanık olması, dünyada bu savaşlardan bir çıkar sağlamayan milyonlarca emekçiyle kol kola girerek Türkiye'nin veya başka bir gücün düzenleyeceği Suriye seferine karşı çıkması, bu saldırıyı engellemeye çalışması gerekir. Savaşlarda emperyalizmin ve emperyalizmle işbirliği içinde olanların yenilgisi için mücadele etmek Marksizmin ilkesidir.

Türkiye askeri maceralara girecek diye yoksul genç erkeklerin savaş meydanlarında, yoksul genç kadınların merdivenaltı kürtaj masalarında ölmesine izin vermeyeceğiz!

Suriye'de sefere, seferde zafere hayır!

NATO'dan çıkılsın, kalkan kırılsın!

Suriye'yle değil İsrail'le savaş!

Kürtlerle barış ABD'yle savaş!

Kahrolsun emperyalizm, yaşasın işçi sınıfının uluslararası birliği!