RTE İnşaat Taahhüt Ticaret A.Ş.
Epey bir zaman önce Erdoğan, “devleti bir anonim şirket gibi yönetmek” istediğini söylemişti. Yıllardır temelleri atılan bu sağ-liberal anlayışın son cumhurbaşkanlığı seçiminden itibaren doğrudan uygulanmaya başladığını söyleyebiliriz. Ancak bu isteğin Erdoğan’ın kişisel hırsıyla açıklanması yanlış olacaktır. Bir kere bu sağ-liberal yönetim anlayışı hiç de yeni değil. 80’li yıllarda İngiltere’de Thatcher, ABD’de Reagan, bizde de Özal bu düşünceyi dile getirmişti. Şimdi de ABD’de Trump, Türkiye’de Erdoğan bunun öncülüğünü yapıyor. Buradan da anlaşılacaktır ki devletin şirket gibi yönetilmesi, kimsenin kişisel hırsından değil, burjuva sınıfının daha fazla kâr elde etme ve bunu yaparken de buna karşı olabilecek tüm sınıfları, daha doğrusu işçi ve emekçileri baskı altına alma ihtiyacından kaynaklanıyor. Böylece burjuva sınıfının desteğiyle Erdoğan, devleti bir anonim şirket, kendisini de bu şirketin CEO’su yaptı/yapıyor. İslamcılık ve muhafazakarlık da bu iş için en uygun ideoloji. Erdoğan boş yere seçilmiş değil yani.
Ülkeyi şirket gibi yönetmenin değişik göstergeleri var. Örneğin kapitalist toplumda devlet burjuvazinin hizmetindedir, ancak normalde burjuva sınıfı devleti doğrudan değil kendi temsilcileri aracılığıyla yönetir. Oysa cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra kurulan hükümette dört bakanın iş adamları arasından seçilmesi, bu durumun değiştiğini, yani burjuvazinin artık doğrudan doğruya devlet yönetimini eline almaya başladığını gösterir. Elbette ki işçi ve emekçi sınıfların bütünüyle aleyhine olarak yapılıyor bu.
Ülkenin şirket gibi yönetilmesinin en çarpıcı örneği Varlık Fonu’nun kurulmasıdır. Erdoğan, ülkenin mal varlıklarını kimse hesap sormadan alıp satayım istiyor, böylece ülkede yaşayan insanları vatandaş değil fakat bir şirket çalışanı haline getiriyor. Ülkenin en önemli mal varlıklarını, gelir getirici kurumlarını, kaynaklarını devlet denetimi dışına çıkararak, özel şirket gibi kendi kasasına alıyor. Bunlar için de kimse hesap sormasın, istediğim gibi alıp satayım istiyor. Varlık Fonu’nun Sayıştay denetimi dahil olmak üzere devlet kurumlarının uymakla zorunlu olduğu yasalardan muaf tutulmasının nedeni de bu. Grevler boş yere yasaklanmıyor. En basit bir eylemin bile iktidar tarafından tehditle karşılanması, işçilerin ve işçi önderlerinin tutuklanması da bu yüzden. Devleti şirket gibi yönetmenin sonucu bu.
Devleti şirket gibi yönetme isteğinin temel nedeni, özellikle ekonomik kararların tek elden ve çok hızlı biçimde alınmak istenmesi. Bunun başka önemli sonuçları da var. Nitekim yasama işlevsiz hale getirilip bakanlıklar da icra memurluğuna dönüştürüldü. Artık yasalar mecliste değil, doğrudan cumhurbaşkanlığı tarafından çıkarılıyor. Yargı ise tamamen cumhurbaşkanının ağzından çıkacaklara odaklanmış durumda. Artık cumhurbaşkanının her sözü bir “mahkeme kararı” biçiminde algılanıyor. Anayasanın bile rafa kalkması, AİHM kararlarına uyulmaması da bu yüzden. İşte bütün ülkede birçok alanda yaşanan hukuksuzlukların temel nedeni de ülkenin şirket gibi yönetilmeye başlanmasından başka bir şey değil.
Ancak bu “şirket” batmak üzere. Aynı gemideyiz teraneleri de batan şirketin yükünü işçi ve emekçilerin sırtına yüklemek için. İşçi ve emekçiler, ancak siyasal bir devrim aracılığıyla bu cendereden kurtulabilir. Bunun başka bir yolu yoktur. Ve kimilerinin sandığı gibi, böyle bir devrim, dünyanın hiçbir yerinde çok da uzak değildir.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ocak 2019 tarihli 112. sayısında yayınlanmıştır.