Halkların Demokratik Partisi kuruldu
Halkların Demokratik Partisi (HDP), ‘Umuda Hoş geldin!’ şiarıyla 27 Ekim Pazar günü Ankara’da, Ahmet Taner Kışlalı Spor Salonu’nda yapılan coşkulu kongreyle kuruluşunu ilan etti.
Kongre, demokrasi ve devrim mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşuyla başladı ve açılış konuşması milletvekili Levent Tüzel tarafından yapıldı. Tüzel, HDP’nin Gezi direnişinde mücadele edenlerin partisi olduğunu, ülkenin halklar hapishanesine dönüştürüldüğünü, bu hapishanenin duvarlarının yıkılacağını vurguladı. Divan seçimi ve gündem oylamasının ardından ise eşbaşkanlar Fatma Gök ve Yavuz Önen konuşma yaptılar. Konuşmacılar Gezi, ODTÜ ve Rojava direnişlerini selamladılar ve bu direnişlerde hayatını kaybedenleri andılar. Gezi isyanıyla serhildanın kardeş olduğunu belirten Önen, ayrıca Nusaybin’de örülmeye çalışılan utanç duvarını ve AKP’nin savaş politikalarını teşhir etti. Konuşmaların ardından HDP bileşeni örgütlerin temsilcileri ve milletvekilleri sahneye çıkarak kongreyi selamladılar.
Merakla beklenen Abdullah Öcalan’ın mektubunu ise BDP milletvekili Pervin Buldan okudu. Mektubun okunacağının anons edilmesiyle salonu büyük bir coşku kapladı. Salon ‘Biji serok Apo’, ‘Gençlik Apo’nun fedaisidir’ sloganlarıyla inledi. Öcalan mektubunda Kürt özgürlük hareketinin Türk ve Kürt halkıyla birlikte diğer bütün halkların, birlikte mücadele özlemini ısrarla dile getirdiğini, bu ortak partileşme kararının bu nedenle tarihi bir öneme sahip olduğunu belirtti. 40 yıllık isyanın ardından artık devletle müzakerenin önemli olduğunu, devrimci mücadelenin ancak nitelikli bir müzakere süreci ile kalıcı bir insanlık kazanımına dönüşebileceğini belirtti. Böylece Öcalan’ın bu ifadeleri kongrenin bütününden çok farklı bir yerde konumlanmış oldu. Zira öncesinde ve sonrasında yapılan konuşmalarda başta Gezi, Rojava, ODTÜ, Armutlu ve Gülsuyu olmak üzere dört bir yanda süren direnişlere vurgu yapılırken, partinin bu alanlarda olacağı, geleceği buralardan kuracağı belirtiliyordu. Tıpkı mektubun ardından söz alan, ‘devir barikatlar devridir’ diyen Sırrı Süreyya Önder gibi. Coşkulu alkışlar eşliğinde kürsüye çıkan Önder demokratikleşme paketinin boş olduğunu, kurtuluşumuzun kendi elimizde olduğunu belirtti. Ayrıca konuşmasının başında Kürt mücadelesini sağa saptırmaya çalışanların olduğunu, kürlerin soldan uzaklaşmasını istediklerini, ancak bu kişilerin Kürtlerin kırk yıldır sosyalistlerle birlikte mücadele ettiklerini unuttuklarını, Kürt eşittir sosyalist demek olduğunu söyledi. Önder’in bu söyledikleri kısa süre önce HDP projesini eleştiren Altan Tan’ı akla getirdi. Altan Tan, marjinal solla ittifak kurmak yerine Öcalan’ın ‘demokratik İslam kongresi’ çağrısını geliştirerek Gülen cemaatinden Hizbullah çizgisindeki partilere kadar pek çok İslami örgütle bir araya gelmeyi savunuyordu.
Önder’in ardından kürsüye ODTÜ direnişine katılmış olan öğrenciler, ardından ise Gültan Kışanak çıktı. Bu partide tüm inançların özgürce yaşanacağına vurgu yaptı ve sözü Süryani milletvekili Erol Dora’ya bıraktı. Ardından eşbaşkanlık önerisi yapıldı. Aday olan Sebahat Tuncel ve Ertuğrul Kürkçü konuşma yaptılar. Sebahat Tuncel, bir avuç egemen dışında herkesi temsil ettiklerini, marjinaller olarak her yerde direneceklerini, Gezi’nin ve Rojava’nın umut olduğunu, Yunanistan, Mısır ve Brezilya’daki direnişlere vurgu yaparak HDP’nin bir Dünya partisi olacağını belirtti. Öcalan’a selam yollayarak söze başlayan Ertuğrul Kürkçü ise AKP’nin 12 Eylül rejiminin Türk-İslam sentezini devraldığını ve devletleştiğini, AKP’nin gerici politikalarına Kürt ve Türk halkının isyanla karşılık verdiğini vurguladı. Kürkçü’nün konuşmasının ardından öğle arası verildi. Bu sırada kalbinden rahatsızlanan Ertuğrul Kürkçü hastaneye götürüldü.
Kongrenin ikinci bölümünde ise kürsüden tutsak mesajları okundu ardından direnişte olan işçiler ve pek çok siyasi hareket ve sendikadan temsilciler kürsüye çıkarak kongreyi selamladı. Kongre eşbaşkanların ve genel meclisin seçilmesiyle sona erdi.
Kongrenin hem kitlesel hem de siyasi ağırlığı BDP’deydi. Sürekli olarak ezilen halkların demokrasi mücadelelerine vurgu yapılırken bu mücadeleleri her gün yeni bir iş yerinde patlak veren işçi sınıfı mücadeleleriyle birleştirmeye, sermaye sömürüsünü ortadan kaldırmaya ihtiyaç duyulmuyordu. Zaten hedef Sebahat Tuncel’in dediği gibi demokratik özerk bir ülke. Emek mücadelesi sadece, çok renkli bir partinin renklerinden biri olarak pankartlarda yerini almıştı.