Ceylanpınar'ın failleri kim?
22 Temmuz'da Ceylanpınar'da iki polisin evinde öldürülmesine ilişkin dava sona erdi. Davada, bu cinayetlerin 20 Temmuz’da Suruç’ta gerçekleşen canlı bomba saldırısında 33 sosyalist gencin ölümüne misilleme olarak işlendiği iddia ediliyordu. Tüm sanıklar cinayet suçundan beraat etti. Son duruşma öncesinde halen tutuklu bulunan dört sanık sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek örgüt propagandası suçlaması ile ceza aldılar. Ama tutuklu kaldıkları süre göz önünde bulundurularak hepsinin tahliyesine karar verildi. Tüm sanıklar cinayet suçundan beraat ettiğine göre, davanın çözmesi gereken asıl sorunun cevabı verilmiş değil: Ceylanpınar'daki iki polisi evinde öldürmeyi planlayan, azmettiren ve cinayeti gerçekleştirenler kim?
Ceylanpınar’ı hükümet, “çözüm ve açılım” adları altında yürütülen süreci bitiren olay olarak gösterdi. Ceylanpınar olayı, Suruç katliamı ile birlikte Gerçek gazetesi sayfalarında bizim sıkça Türkiye'nin Suriyeleştirilmesi olarak tanımladığımız süreci başlatan olay oldu. İşte bu nedenle Ceylanpınar'ın faillerinin ortaya çıkarılması önemli. Ama AKP iktidarı her iki olayda da 17-25 Aralık'ta, Soma'da, 10 Ekim'de olduğu gibi delil karartma rejimini uygulamaya devam etti. Ceylanpınar ve Suruç hakkında meclis araştırması başlatılması yönünde verilen önergeler, AKP oylarıyla reddedildi. Suruç katliamı davasında 18 ay boyunca gizlilik kararı kaldırılmadı, iddianame 18 ay sonra yazıldı. Ceylanpınar dosyası da ardında birçok yanıtlanmamış soruyu bırakarak kapatıldı.
O sırada ilçede görevli polislerin, dosyaya bakan savcıların, olayın ardından tutuklama kararı veren hâkimin 15 Temmuz'un ardından görevden alınması, ihraç edilmesi ya da tutuklanmasını bir yana bırakalım, diğer “deliller”e bakalım. İlk etapta tutuklanan yedi kişiden üçü 17 ay tutuklu kaldıktan sonra tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Oysa bu üç kişi savcının iddiasının temelini oluşturan isimlerdi. Neydi savcının iddiası? Keşif amacıyla polislerin karşı dairesini kiralamak, polislerin yaşadığı eve gizlice girmek. Evi kiralayan kişiler olarak bu üç kişi serbest bırakıldı. Diğer dört kişi ise son ana kadar tutuklu kaldı. Onların tutuklanmasının gerekçesi ise haklarında cinayet gecesi ve ertesi gün yapılan iki ayrı ihbar. İki ayrı kişinin yaptığı ihbarda söylenenler neredeyse kelimesi kelimesine aynı: “Vicdanım sızlıyor” diyerek bu dört kişinin ismi veriliyor. Nereden biliyorsun sorusuna verilen cevaplar ise ilginç. Biri “ben hepsini biliyorum, benim vicdanım sızladı, ben bu işi kapatamadım,bunlar yapmış” diye, diğeri ise “orayıçok karıştırma” diye cevap veriyor. Ama bu dört kişiden hiçbirinin parmak izi cinayetin işlendiği evde çıkmıyor. Diğer taraftan evde bulunan 10 farklı parmak izinden 4'ü eve hiç gitmediğini söyleyen bir polise ait ama bu konuda herhangi bir soruşturma açılmıyor. Olay günü sanıkların nerede olduklarını gösteren HTS kayıtlarının hiçbir kopyası alınmadan savcılık tarafından imha edildiği ortaya çıkıyor. Ve son duruşma öncesinde sanıklar hakkındaki tek “delil” hâlâ ihbar telefonlarından ibaret olduğu halde savcı, cinayeti işledikleri konusunda hiç şüphe duymadığı için olsa gerek, iki kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteyerek görevini savdı.
Tutuklular tahliye, gerçekler ise hasıraltı oldu. 2015’ten bugüne Türkiye’ye ağır bedeller ödeten olaylardan Ceylanpınar gibi Suruç katliamı, 10 Ekim katliamı ve 15 Temmuz darbe girişimi de açıklığa kavuşturulmadı. Karanlıkta kalan gerçekler yeni katliamlara ve felaketlere davetiye çıkartıyor. Bu davalar ve bu davaları karanlıkta bırakan delil karartma rejimi sadece adaleti engellemiyor geleceğimizi de karartıyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Mart 2018 tarihli 102. sayısında yayınlanmıştır.