Başyazı: Hangi kaset çıkacak diye sorma, sen sokağa çık!
30 Mart yaklaşıyor, yerel seçimler kapıda. Belediye başkanlığından ve meclis üyeliğinden umutlu adaylar, “geçim kapısı açılıyor” ya da “siyasi yükselişin yeni bir basamağını geçiyorum” diye heyecanlanıyor olabilir. Onlar dışında herkes, parti teşkilatları dâhil, 30 Mart’ı değil, 25 Mart’ı bekliyor esas!
25 Mart sembolik bir tarih: en büyük kasetin, en skandal tapenin “patlatılacağı” gün olarak biliniyor. Herkes tapelerden tape beğeniyor. Muhsin Yazıcıoğlu, tape-totoda birinci. Ama Bilal ve akrabalarının paracıklarla görüntüleri ya da Erdoğan’ın deyişiyle “aile dışı ilişkiler” de beklenmiyor değil. Muhtemelen hepsi ardı ardına sızacak internete. Bombardıman gibi. Tayyip Erdoğan hepsini görmüş belli. Önceden anlatıyor halka, alıştırmak için. “Aile mahremine girip görüntü çekmişler” diyor, “aile dışı ilişkiler” diyor. Emrindeki televizyonlara halkın Muhsin Yazıcıoğlu olayı hakkında çıkarılacak kasete inanmaması için önceden “haber” kılığında kısa programlar yaptırıyor, “ellerinde böyle delil varsa savcıya beş yıldır neden vermemişler ki?” diye sorduruyor. Korku ecele fayda edecek mi göreceğiz.
Halk tapeleri bekliyor. Bugüne kadar ortaya çıkmış olan her şeyden dolayı muazzam bir öfke duyduğu halde sokağa çıkmıyor, çünkü tapelerin Erdoğan’ı bitireceğini umuyor. Ama Erdoğan’ın siyasi hayatının hangi yoldan bitirileceği çok büyük önem taşıyor. Şayet yalnızca tapeler düşürürse Erdoğan’ı, cemaat yeniden güç kazanacak, son yıllarda polisin ve yargının uyguladığı bütün ihlaller devam edecek. Mustafa Sarıgül kazanacak, sadece İstanbul değil bütün Türkiye Şişli’deki kentsel dönüşüm benzeri bir toprak rantı yağması yaşayacak. Hatta AKP’nin bir kısmı kazanacak, belki Gül cumhurbaşkanı kalacak.
Bu, taşeron sisteminin devamı demek. Bu, kıdem tazminatının iş güvencesi olmaktan çıkması demek. Bu, yaklaşan ekonomik krizin yükünün işçinin emekçinin sırtına yıkılması demek. Bu, Kürde, Alevi’ye, kadına, gence ayrımcılığın devam etmesi demek. Bu, Amerikan muhalefetinin emperyalizmin savaşlarında rol üstlenmeye devam etmesi demek.
Onun için halkın 31 Mayıs-1 Haziran’daki tutumuna geri dönmesi gerekiyor. Bu toprakların kaderine el koyması gerekiyor. Çivisi çıkmış bu düzenin yerine yaşanılası bir yeni düzenin yaratılması ancak böyle mümkün. Kasetler değil emekçiler götürmeli Erdoğan’ı. Geçtiğimiz yazın halk isyanı bu potansiyelin olduğunu düşündürüyordu. Berkin kardeşimizin cenazesi bunu kanıtlamış bulunuyor. Yüz binlerin, bütün Türkiye düşünülürse milyonların öfkesi, bu cenaze ve başka şehirlerde ona eşlik eden gösterilerle, üniversite ve okul boykotlarıyla, forumlarla ortaya çıktı. Görev işçi sınıfını da bu hareketliliğin içine çekmektir. İstanbul Hadımköy ve Dudullu’daki 1500 işçi çalışan Greif fabrikasının taşeronla mücadele amacıyla işgali ve üretimin durdurulması, o saflarda da hazırlık olduğunu duyuruyor bize. Kürt halkı ise her an kabarmaya hazır bir kaynayan sudur. Öyleyse, halkın yolundan ilerleyelim. Hangi kaset çıkacak diye beklemek yerine, kendi kaderimizi kendi elimize alalım.
30 Mart mı dediniz? Tarihte bir küçük ayrıntı olarak hatırlanacak. Ama onu da kullanalım. Sandıklara gidelim, oyumuzu halk isyanına verelim. “Hepsi gitsin!” demek için kırmızı oyumuzu kullanalım. Sonra da sokağa çıkalım, hepsini süpürelim, işçinin emekçinin iktidarının yolunu açalım.
Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Mart 2014 tarihli 53. sayısında yayınlanmıştır.