Barajları yıkalım, hepsini
Cumhuriyet, laiklik, Atatürk diye sabah akşam sayıklayanlar değil, ezilenlerin mücadelesi geriletecek AKP’yi. Öyleyse, işçisi, emekçi köylüsü, Kürdü birleşelim, bütün barajları yerle bir edelim!
Türkiye’de politika da, sınıf mücadelesi de 400 metre engelli koşusu gibi. Nereye baksanız engeller, maniler, barajlar. 12 Eylül cuntası, sağa sola kara mayını döşer gibi engeller serpti. Hiçbir düzen partisi, tekrarlıyoruz, hiçbir düzen partisi, otuz küsur yıldır bu engelleri ortadan kaldırmak için en ufak bir çaba göstermedi. Tersine, her biri bunu dişiyle tırnağıyla savundu.Bu engellerin başında, işçi sınıfının sendikalarda örgütlenmesinin önündeki engeller geliyor. Engel saymakla bitmez, ama en belirgini, en dağ gibi olanı işkolu ve işyeri barajları. Bir işletmenin işçilerinin patron tarafından muhatap kabul edilmesi, yani toplu sözleşme imzalayabilmesi için, sendikanın o işkolundaki işçilerin tamamının yüzde 10’unu, işyerindeki işçilerin ise yüzde 50’sinden fazlasını örgütlemesi gerekiyor.
Tabii, çok az sendika bu koşulu yerine getirebilecek durumda. Bu kurallar tam tamına uygulansa, bir hesaba göre, hâlihazırda toplu sözleşme yetkisi olan 51 sendikadan 35’i yetkisini yitiriyor. Tabii, AKP hükümeti sendikaları böylesine kırılgan hale getiren bir hükmü koz olarak kullanma fırsatını kaçırmıyor. İşkolu barajına temel olan resmi rakamlar 2009’dan bu yana açıklanmıyor. Hükümet, bu arada kıdem tazminatını patronlar için işçiyi işten çıkartmanın karşılığında ödenmesi gereken bir bedel olmaktan çıkaracak bir Fon hazırlığını ortaya atıyor. Plan apaçık: Sendikaları yetkisiz kılmakla tehdit edip kıdem tazminatlarını pürüzsüz biçimde tasfiye etmek! İş güvencesinin en sağlam desteğini ortadan kaldırarak patronları rahatlatmak!
Öyleyse, sendikalar açısından yapılması gereken açıktır. Bu aşağılık duruma son vermek için, sorunun dosdoğru üzerine gitmek gerekiyor. Sadece kıdem tazminatının kaldırılmasına karşı değil, aynı zamanda sendikal barajların da kaldırılması için bir kampanya başlatmak. Kaldırın barajları bakalım işçi sınıfı örgütleniyor mu, örgütlenmiyor mu? Devrimci İşçi Partisi, ne gücü varsa onunla kendi kampanyasını yapacak. Ama sendikaların bu yönde göstereceği bütün çabaları da sonuna kadar destekleyecek.
Sendikal barajlar işçi sınıfının önünde engelken, Kürtlerin önünde de seçim barajı yükseliyor. Bugün Kürtlerin çoğunlukta olduğu illerde BDP’nin oyları kimi yerde yüzde 60’a, kimi yerde yüzde 80’e çıkıyor, ama ülke çapındaki yüzde 10 barajı dolayısıyla bu parti seçime giremiyor, hep bağımsız aday gösteriyor. BDP’nin aldığı oylarla 60-70 milletvekili çıkarması işten değil. Ama barajlar izin vermiyor. İşte 12 Eylül’ün özü bu: işçi sınıfının yanı sıra, Kürt halkının da örgütlenmesi ve mücadelesi önünde engeller yükseltmek.
Bunun üzerine bu hükümetin getirdiği HES’ler geliyor. Mini barajlar, mikro barajlar, ne dersek diyelim, bunlar da doğanın ve ekosistemlerin önünde birer engel oluyor. Elbette ekmeğini doğa içindeki faaliyetleri aracılığıyla elde eden köylülerin önünde de birer engel bunlar. Nerede HES yapımı söz konusu olursa, orada köylüler örgütleniyor, çevreyi korumaya çalışan hareketlerle birlikte mücadele ediyor. Sonunda Erzurum ilinde bir AKP’li belediye başkanının, partisinden istifasına bile yol açan türden mücadeleler geliştiriyor.
AKP’ye karşı nasıl mücadele edilmesi gerektiğinin yaşayan örneği işte. Cumhuriyet, laiklik, Atatürk diye sabah akşam sayıklayanlar değil, ezilenlerin mücadelesi geriletecek AKP’yi. Öyleyse, işçisi, emekçi köylüsü, Kürdü birleşelim, bütün barajları yerle bir edelim!
* Bu yazı Gerçek Gazetesi'nin Ekim 2011 tarihli 24. sayısında yayınlanmıştır.