AKP’nin dış politikası: Tehlikeli yalnızlık
Geride bıraktığımız iki ay boyunca Erdoğan, AKP ve yandaş basın, başka ülkelerle sürekli bir gerilim yaşadı. Suudi Arabistan, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Katar’a abluka uygulamaya başlayınca iktidar tarafını Katar olarak belirledi. Bunun üzerine bu blok Türkiye’ye yüklenmeye başladı, Türk askerinin Katar’dan çekilmesi gerilimin sona erdirilmesinin koşullarından biri oldu. Sonra Almanya ile kriz başladı. Kısa süre sonra da ABD ile gerilim yeniden yükseldi. İşin çarpıcı yanı şu: Suud, Erdoğan ve AKP’nin en yakın dostları arasında geçiyordu hep. ABD ve Almanya ise NATO ittifakının en güçlü iki ülkesi. Yani iktidar hep “aile içi” kavga çıkartıyor!
Rabiacılık bataklığı
AKP’nin dış politikası, tarihin gördüğü en başarısız dış politika örneklerinden biri olarak ders kitaplarına girecek kadar başarısız. Aslında bu politikaya yön veren güdünün ne olduğu biliniyor. Tayyip Erdoğan’ın bütün Sünni İslam dünyasının “reis”i olması. Bu, şimdilik alçakgönüllü olarak Arap dünyasının önderliğine indirgenmiş durumda. O konuda da Erdoğan’ın artık resmi ideolojisi halini almış olan Rabiacılık esas yol olarak görülüyor.
Nedir Rabiacılık? Erdoğan ve taraftarlarının başparmağı içeri kıvırarak dört parmakla yaptıkları el işaretinin simgelediği bu ideoloji, etrafında yaratılan efsaneleri falan bir yana bırakırsanız, Müslüman Kardeşler (İhvanı Müslimin) denen uluslararası bir Arap hareketiyle ittifak demek. 2011-2013 arasında Mısır, Tunus, Fas, Suriye, Filistin (Hamas) gibi ülkelerde iktidarda olan ya da iktidar umudu olan İhvan hareketi ile AKP iktidarı ve Katar sıkı bir ittifak içindeydi. Ama 2013’ten beri (Fas hariç) bütün bu ülkelerde ittifakın mensupları ya politik olarak yenildiler ya da bu ittifaktan uzaklaştılar. Erdoğan ise bu yolda yürümekte ısrar etti. Şimdi Katar ile baş başa kalmış olmasının ardında bu ısrar yatıyor. Rabiacılık bir süredir ısrarla söylediğimiz gibi Erdoğan’ın stratejik yönelişi halini almıştır. Ve Arap dünyasında onu yalnızlaştırmaktadır.
NATO’yla gerilim
Bu stratejik yöneliş Erdoğan’ı aynı zamanda Türkiye burjuvazisinin artık etle tırnak gibi birleşmiş olduğu emperyalist ülkelerle karşı karşıya getiriyor. Önce şunu saptayalım: AKP’nin emperyalist ülkelere karşı izlediği politika bütünüyle ikiyüzlüdür. Yandaş basını her gün ABD’ye ve AB ülkelerine saldırtıyorlar. Sonra kendileri şöyle açılımlar yapıyorlar: “Biz sayın Trump’ın seçilmesinin Ortadoğu’da çok hayırlı olacağını bekliyoruz.” Ya da: “Alman şirketlerini Türk şirketi gibi seviyoruz.” Yandaş basını okuyan ya da Erdoğan’ın veya bakanlarının ara sıra verdiği demeçleri dinleyen insanlar, ABD Türkiye’yi yıkmaya çalışıyor, Avrupa Türkiye’yi bölmeye can atıyor, iktidar da onlarla savaşıyor diye düşünebilir. Ama İncirlik’i ABD’ye kullandırtmaya devam eden, Suriyeli mültecilere karşı AB ile birleşik cephe kuran da AKP iktidarının kendisidir! AKP emperyalizmden ve İsrail’den nefret eden halkın gözünde kahraman olmak istiyor, ama “emperyalizme itaat, Siyonizmle ittihat” politikasını devam ettiriyor!
Bu ikiyüzlülük bir yana bırakıldığında bile AKP’nin emperyalizmle bir dizi çelişki yaşadığı ortada. Bu çelişkiler çok farklı görünümlere bürünebilir. Diyelim AB Türkiye’de basın özgürlüğünün yokluğunu eleştirebilir. AKP iktidarı ise Erdoğan’a mizah yoluyla hakaret edilmesini ya da bakanının konuşturulmamasını öne çıkarabilir. Ama esas çelişki, Rabiacılık’tan kaynaklanıyor. ABD ve AB, Türkiye’nin Arap dünyasına öncülük hevesi içinde kendi kontrolü dışındaki güçlerle ittifakını onaylamıyor. Radikal İslamcı hareketlerle (örneğin Hamas’la yahut Suriye’nin selefileriyle veya İhvan’la veya bir aşamada DAİŞ’le) ilişki içinde olmasını kabul etmiyor. AKP iktidarı ise hem NATO ittifakından ve Batı emperyalizmiyle ilişkilerden yararlanmak istiyor, hem de Rabiacılığını sürdürmek. İşte gerilimin esas nedeni bu.
Öyleyse, bütün çelişkilerine, karmaşıklığına, büründüğü biçimlerin çeşitliliğine rağmen esas kavga biri emperyalist, öteki ise gerici bir bölgesel yayılmacılık olan iki politika arasındaki gerilimden patlak veriyor. Emperyalizm ve Arap dünyasının çoğunluğunun derdi Türkiye ile değildir, AKP’nin politikası iledir.
Tek yol var, o da yol değil!
Tayyip Erdoğan, sırları hâlâ titizlikle gizlenen 15 Temmuz darbe girişimini “eniştesi”nden öğrendiğini söylemişti. O eniştenin Putin olması ihtimali yüksek. Rusya’nın emperyalizmin saldırısı ile karşılaşan AKP iktidarına yardım elini uzatıp onu kendi yanına çekmek istemesi akıllıca bir politika olarak görülebilir. Suriye politikasından S-400’lere kadar birçok şey bu yakınlığı pekiştiriyor. Şimdi Katar’da ısrar Türkiye’yi ayrıca İran’a yaklaştırıyor. Yani yalnızlaşan Erdoğan ve AKP’nin o bloka sığınması olanaklı.
Ama Sünni kampın liderliğini elde etme stratejisi, İslamcı hareketlere kendi ulusal güvenliği için karşı olan Rusya ile Sünni kampın birleşmesini kendi Şii rejimi için tehlike gören İran’ın çıkarlarıyla taban tabana zıt. Dolayısıyla, Sünni kampın liderliği için yola çıkan Erdoğan ve AKP, bu politikayı izlerse sığınağını da yitirecek. Ne kadar başarılı bir dış politika değil mi? Yalnızlık Erdoğan ve AKP’yi düşüş yoluna sokuyor.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Ağustos 2017 tarihli 95. sayısında yayınlanmıştır.