Üniversitelerde YÖK’e ve sermayeye geçit vermeyelim
Bundan tam 39 yıl önce, 12 Eylül 1980’de işçi sınıfının yükselen mücadelesini bastırmak için kanlı bir darbe gerçekleştirildi. Bu darbe, emekçi halkın sendikal ve siyasi kazanımlarının birçoğunu ortadan kaldırmanın, yükselen devrimci mücadelelerin önünü kesmenin, sermayenin hâkimiyetini pekiştirmenin bir aracıydı.
1980 öncesi süreçte Türkiye’de işçi sınıfı ve onunla paralel bir şekilde gençlik mücadeleleri zirveye ulaşmıştı. 1960’lardan beri süregelen, özellikle anti-emperyalist mücadeleyle cisimleşen öğrenci hareketi sermaye için büyük bir engel oluşturuyordu. 6. Filo askerlerini boğazın serin sularına atan, Vietnam kasabı Komer’in arabasını ODTÜ’de ters çevirip ateşe veren ve bu şekilde emperyalistlere ve işbirlikçilerine bu ülkede elinizi kolunuzu sallayarak dolaşamazsınız diyen bu öğrenci hareketiydi.
Üniversiteler, bünyesinde barındırdığı emekçilerle ve ezilenlerin mücadelesini göğüsleyen, onlarla aynı safta yürüyen öğrencilerle birlikte yükselen devrimci hareketin kaleleri işlevini görüyordu. DİSK’i kapatan, onlarca devrimciyi idam eden, yüzlercesini de işkencelerle katleden 12 Eylül darbesinin ardından kurulan askeri cunta, üniversitelere de bir kanunla saldırdı.
YÖK (Yüksek Öğretim Kurulu), 6 Kasım 1981’de kabul edilen 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’yla sözde “yüksek öğretimde koordinasyonu sağlamak”, gerçekte ise iktidarın üniversitelerdeki hakimiyetini tesis etmek ve üniversiteleri tam anlamıyla sermayenin boyunduruğuna sokmak amacıyla kurulmuştur. Bu kanunla beraber bütün üniversiteler YÖK’e bağlanmış ve üniversitelerde yükselen devrimci mücadeleler bu şekilde baskı altına alınmaya çalışılmıştır.
YÖK ile üniversitelerin kapısı sermaye için ardına kadar açıldı
YÖK kurulduğu günden beri reform adı altında üniversiteleri ticarileştirmek ve burjuvazinin yolunu açmak için elinden geleni yapmaktadır. Patronlar nitelikli iş gücü ve teknolojik, bilimsel altyapı ihtiyacını üniversiteleri kullanarak karşılıyor, YÖK ise üniversiteleri sermayeye peşkeş çekiyor. Üniversitelerde kariyer kulüplerini teşvik ederek bireysel kurtuluşu ön plana çıkartıyor. Üniversiteler toplum yararına nitelikli ve bilimsel eğitim sağlamak yerine, hâkim sınıf ideolojisinin hegemonyası altında niteliksiz ve yetersiz eğitimle can çekişiyor.
Üniversitelerdeki devrimci dalganın kırılmasının ilk ayağı, YÖK’ün “üniversiteler siyaset değil, eğitim yeridir” sözüyle başladı. Sistematik olarak öğrencileri siyasetten ve mücadeleden uzaklaştırmak için çeşitli yaptırımlar uygulandı. Üniversiteler içerisinde duyulan her muhalif ses disiplin yönetmelikleriyle, soruşturmalarla ve cezalarla terbiye edilmeye çalışıldı.
Üniversiteleri asalaklardan temizlemek için mücadeleye!
Bu kurum, günümüzde tam da istibdada uygun biçimde, her muhalif sesi bastırmak için öğrencileri, akademisyenleri ve haklarını arayan üniversite emekçilerini baskı altına alarak üniversitelerde sermayenin bekçiliğini yapmaya devam ediyor. YÖK, OHAL sürecinde muhalif akademisyenlere karşı KHK’lerin (Kanun Hükmüne Kararnameler) listelerini hazırlamış, üniversitede uygulayıcısı olmuş ve bu süreçte binlerce akademisyeni üniversitelerden atmıştır. Bunlar da yetmemiş olacak ki akademisyenlerin ve öğrencilerin mücadelesini bölmek ve yalıtmak amacıyla köklü üniversiteleri yeterli altyapı dahi yokken bölmüştür. Yaptığı bu hamleyle üniversitelerde öğrencisiyle emekçisiyle herkesi mağdur etmiştir.
Üniversitelerde devrimciler kapı dışarı edilirken kapılar sermayeye ve onların temsilcilerine sonuna kadar açılmış durumdadır. Bir yandan AKP’nin patron vekilleri, üyeleri üniversitelerde konferanslar düzenlerken bir yandan da gençlik kolları, faşistler rektörlerin sağladığı imkanlarla her alanda boy göstermeye başlamıştır.
YÖK’ün üniversiteleri getirdiği hal bellidir. Birer anonim şirket gibi yönetilen üniversitelerde nitelikli ve bilimsel eğitimden bahsetmek imkansızdır. Yokluk içinde okumak için çalışıp didinen öğrenciye reva görülen ise okul bittikten sonra işsiz kalmaktır. Teknoparklarıyla, girişimcilik kulüpleriyle piyasalaşmaya devam eden üniversiteler emekçi halk için değil piyasa için ve piyasanın ihtiyacına göre bilim üretmektedir.
Eğitim bir kamu hizmeti olmalıdır. Tamamen parasız ve bilimsel bir eğitim için; barınmanın, yemeğin, ulaşımın nitelikli ve ücretsiz karşılanması için; patronların kârlarını arttırmaya yarayan değil emekçi halkın çıkarına ve halkla birlikte üretilecek bilim için YÖK ve üniversiteleri asalak gibi kemiren sermayeyi üniversiteden def edelim! Mücadele bayrağını yükseltelim!
Bu yazı Gerçek gazetesinin Kasım 2019 tarihli 122. sayısında yayınlanmıştır.