Bu çınarın gölgesine Nâzım sığmaz!

Bu topraklarda işçi sınıfının, yani bizim medeniyetimizin en büyük temsilcilerinden Nâzım’ın yakasını bırak Erdoğan! Nâzım’ın tepesinde hayal ettiği çınar, senin medeniyetinin çınarı değildir! Nâzım başka kumaştandır. Onun için belki de Erdoğan’ın çınarıyla kan uyuşmazlığını önceden görmüş ki, şöyle demiş: “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda./Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”

“Anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...”

Nâzım Hikmet 

 

Tayyip Erdoğan’ın kongre konuşması haftalarca parlatılmış olduğu için, AKP yalakası gazeteciler dâhil, bütün hayranlarını düş kırıklığına sürükledi. “Herkese selam, yola devam” ile “icraatın içinden” karışımı bir konuşmaydı. Tayyip Erdoğan’ın “ustalık dönemi”, gölge yazarların yazdığı edebi konuşmaları, prompter’lara çaktırmadan “ustaca” bakarak okumaktan ibaret!

Sadece yardımcıları, danışmanları ve yalakaları değil, kendisi bile bütün Türkiye’yi bu konuşmada önemli bir şey söyleyeceğine şartlandırmıştı. Kürt sorunu konusunda kongreden önce İmralı ve Oslo görüşmelerinin yeniden başlayabileceğini açıklarken “Pazar’ı bekleyin” gibi bir şeyler bile söylemişti. Ama Pazar günü geldiğinde bu konuda bütün yaptığı Kürt hareketine, tek kelimeyle korkunç bir nefret ve düşmanlık diliyle saldırması oldu. Arada “Kürt kardeşleri”nden bol bol söz etti, yeni, temiz bir sayfa açmak istediğini söyledi. Ama bu dille konuşana hatırlatırlar: Sizin o yeni sayfanız daha şimdiden Uludere’nin 34 ölüsünün kanının lekesini taşıyor.

Erdoğan esas “sirkati”ni üç saate yakın süren yorucu konuşmanın sonlarında, herkesi sıktığını kendisi de fark ettiği için telaşla, aceleyle söyledi. Türkiye’de siyasi istikrar, şimdi olduğu gibi dönemsel değil yapısal olsun diye başkanlık sistemine geçilmeli imiş. Erdoğan’ın kime hitap ettiği açık: Kendisine gittikçe yaklaşanı ile, kendisiyle hâlâ mücadele edeni ile TÜSİAD burjuvazisine, “anayasayı değiştirmekte bana destek olun, ben de işçi sınıfını bir on yıl daha darmadağın edeyim” diyor! Konuşmanın en akıllı argümanının, kendisinden en çok korkan hâkim sınıf bölüğüne böyle bir vaat yapması olduğu söylenebilir.

Bunun dışında Tayyip Erdoğan’ın bütün konuşması, “biz bir medeniyeti geleceğe taşıyoruz” teması etrafında dönüyordu. Bu medeniyete yüce bir çınar benzetmesi yaptı Erdoğan. Alpaslan’dan Necip Fazıl’a, Şeyh Edebali’den Necmettin Erbakan’a bu medeniyet hâkim dinin, ulusun ve en önemlisi sınıfın medeniyetidir. Araya Hacı Bektaşı Veli’yi, Ehmede Xani’yi, bir de Nâzım Hikmet’i serpiştirmiştir, ama bunlar “rüşvet-i kelam”dır, dudakların ucuyla verilen rüşvettir.

Bu toprakların geçmişinde çok önemli bir medeniyet olduğu kuşkusuz. Ama o medeniyetten Erdoğan’ın anladığı ile bizim anladığımız bambaşka. Onun saydığı isimler meliklerdir, padişahlardır, vezirlerdir, hâkim sınıfların şairleri ve düşünürleridir. Emekçilerin ve onların çağdaş ifadesi işçi sınıfının medeniyeti bambaşka bir kaynaktan gelir. Erdoğan “En el hak!” diyerek idam sehpasına yürüyen Hallac-ı Mansur’un adını neden söylemiyor? “Yârin yanağından gayri her yerde, her şeyde, hep beraber” diyen Şeyh Bedreddin’in sözünü neden etmiyor? Zulme karşı ayağa kalkan Pir Sultan Abdal’ı neden kendi medeniyetinden kabul etmiyor? Padişahları yüceltiyor, Hürriyet kahramanı Resneli Niyazi’yi neden ağzına almıyor? Mustafa Kemal’i atası sayıyor, Mustafa Suphi’yi neden kendinin saymıyor? Menderes’e üzülüyor, Deniz Gezmiş’i ağzına almaya neden cesaret edemiyor? Turgut Özal’ı yüceltiyor, onun başbakan yardımcısı olduğu 12 Eylül rejiminin 17 yaşında katlettiği kahraman Erdal Eren’lere neden yüreğini kapatıyor?

Hayır, bu topraklarda belli ki tek bir medeniyet yok, iki medeniyet var. İşçi sınıfının, emekçilerin ve ezilenlerin medeniyeti, Erdoğan’ın medeniyetiyle tarih boyunca ölümüne savaşmış! O zaman, bu topraklarda işçi sınıfının, yani bizim medeniyetimizin en büyük temsilcilerinden Nâzım’ın yakasını bırak Erdoğan! Nâzım’ın tepesinde hayal ettiği çınar, senin medeniyetinin çınarı değildir! Nâzım başka kumaştandır. Onun için belki de Erdoğan’ın çınarıyla kan uyuşmazlığını önceden görmüş ki, şöyle demiş: “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı'nda./Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.”

Hayır, Âşık Veysel de sizin değildir. Kongrenizde istismar ettiğiniz o halk ozanı ta yarım asır önce bakın neler demiş? “Kürt'ü Türk'ü ve Çerkes'i/Hep Adem'in oğlu kızı”. Bunu Kürtlerin otuz yıllık özgürlük mücadelesinden sonra değil, yarım yüzyıl önce söylüyor Veysel. Daha neler neler diyor! “Yezit nedir, ne Kızılbaş/Değil miyiz hep bir kardaş (…) Alevi Sünnilik nedir/Menfaattir varvarası.” Âşık Veysel’in düşüncesi Hallac-ı Mansur’dan neredeyse farksızdır: “Allahın varlığı mevcut insanda/İlim akıl fikir sermaye sende.” Sınıf hâkimiyetine de karşıdır: “Sen gezersin halılarda/Güzel güzel balolarda/Ben gezerim çalılarda/Sen köşede ben dışarıda.”

Ama Veysel’in en güzel mısraları, Erdoğan’ın bu kongrede yaptığı konuşmada ortaya koyduğu medeniyet anlayışına karşı olanlardır. Erdoğan konuşmasına Türkiye’den sonra dünyanın halklarını selamlayarak başladı. Uzun uzun selam söyledi. Ama hep Müslüman halklara! O kadar bağnaz, o kadar dar kafalı bir medeniyetin temsilcisi ki başbakan, Dares Salam’a, Mogadişu’ya, Sana’ya selam söylerken, komşu İran halkının Tahran’ına selam söylemek aklına gelmedi! Vahhabiliğin ahir zaman fedaisi Erdoğan, bırakın Müslüman halkların dışında kalanları, Şiilere bile selam vermiyor! Ya Âşık Veysel? Onunla bitirelim.

“Kuran'a bak İncil'e bak
Dört kitabın dördü de Hak
Hakir görüp ırk ayırmak
Hakikatte yüz karası.”

Hakikaten yüz karası!