Venezuela’da bugüne nasıl gelindi?
Devrimci İşçi Partisi Merkez Komitesi’nin yayınladığı bildiri ve gazetemizin başyazısı bugün Venezuela’da yaşanan ABD darbesine karşı alınması gereken tutumu ve yaşanan sürecin Türkiye işçi sınıfı açısından nasıl dersler içerdiğini ortaya koymaktadır. Venezuela’da yaşanan sürecin daha iyi anlaşılabilmesi ve emperyalist propaganda makinesinin yaydığı yalanların teşhir edilmesi için gelişmelerin arka planının özetlenmesini önemli görüyoruz.
Venezuela’da “Bolivarcı devrim” ve Chavezcilik
Venezuela’da 1998 seçimlerini kazanarak başkan olan Hugo Chavez’in hareketinin temelinde, Venezuela’nın emekçi halk kitlelerinin 80’li yılların liberal dalgasına karşı isyanı yatmaktadır. 1989’da başkent Caracas’ta başlayan ve bu yüzden Caracazo olarak adlandırılan halk isyanı 3 binden fazla insanın katledilmesiyle bastırılmıştır. Ancak isyan şiddetle bastırılsa da Amerikancı ve liberal sistem tekrar istikrara kavuşamamıştır.
1983’te İspanyol sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesinin sembol lideri Simon Bolivar’ın 200. doğum yılına atfen Bolivarcı Devrim Hareketi-200 adlı bir örgüt kuran Chavez, Caracazo’dan sonra 1992’de başarısız bir darbe girişiminde bulunup tutuklanmıştır. 1994’te serbest kaldıktan sonra Beşinci Cumhuriyet Hareketi adı altında siyasi faaliyetlerine devam etmiş ve 1998 seçimlerinde Caracazo’yu yapan emekçi ve yoksul kitlelerin desteğiyle başkan seçilmiştir.
Chavez’in ülke gelirinin yüzde 80’ini oluşturan petrol sahalarının özelleştirilmesini yasaklaması, toprak reformu yapması, parasız eğitim ve sağlık seferberliğine girişmesi, Küba’ya ucuz petrol sağlayıp karşılığında sağlık hizmeti alması, imece usulüne dayanan bir konut inşa seferberliği ile yoksullara barınma hakkı sağlaması gibi politikalar halk desteğini arttırırken, içeride büyük sermayenin dışarıda ise emperyalizmin tepkisini çekmiştir.
Chavez’in siyasi çizgisi sosyal demokrasiden sosyalizme doğru bir evrim geçirmiştir. Ancak uygulamaları ve ideolojik pozisyonu hiçbir zaman tam anlamıyla sosyalist olmamıştır. Aslında hareketin sınıfsal ve siyasal çizgisi daha ziyade anti-emperyalist bir milliyetçilik çerçevesinde gelişmiştir. Chavezcilik, yoksul emekçi kitlelere dayanmış ancak bu kitlelerin sınıf temelli ve bağımsız örgütlenmelerini geliştirmesine engel olmuştur. Buna karşın emperyalizmin diktatörlük suçlamalarının aksine burjuva siyasetine neredeyse hiçbir sınırlama getirmemiştir. Petrolü millileştirmiş ama yabancı petrol tekellerinin yüksek vergi ödemek ve belirli kurallara uymak kaydıyla ülkede faaliyet göstermesine izin vermiştir. Ülke ekonomisinin üçte ikisi özel sektörün hakimiyeti altında kalmaya devam etmiştir. Chavez 2007’de Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi’ni (PSUV) kurmuştur. Chavez’in bu çizgisi onun 2013’teki ölümünün ardından iktidara gelen Maduro tarafından da sürdürülmüştür.
Gringo muhalefeti
Latin Amerika’da halk başta ABD olmak üzere yabancı sömürgeci ve emperyalistlere “gringo” diye seslenmektedir. Venezuela’da bu anlamda tam bir gringo muhalefetinin varlığından söz edilebilir. Chavez’in yarı yolda kalan politikaları bile emperyalizmle iç içe geçmiş sermaye çevrelerinde derin bir öfke yaratmıştır. ABD destekli sağcı muhalefet 2002’de bir askeri darbe ile Chavez’i devirmeye çalışmıştır. 48 saat boyunca rehin alınan Chavez, halkın sokağa çıkması ve ordu içindeki Bolivarcı grupların müdahalesi ile bu darbeyi püskürtmüştür. 2004’te aynı güçler Chavez’in yaptığı anayasanın demokratik kurumlarını (başkan dahil tüm devlet yetkililerinin halk oylaması ile geri çağrılması) ona karşı kullandı ve Chavez’in görevden alınması için referanduma gitti. Gringo muhalefeti bu girişiminde de başarısız oldu.
Yeni ve büyük saldırı dalgası ise Chavez’in 2013’teki ölümünün ardından Maduro’nun iktidara gelmesiyle başladı. Petrol fiyatlarının düşmeye başlaması Venezuela ekonomisini de dibe çekmeye başlamıştı. Maduro dönemi giderek derinleşen bir ekonomik kriz dönemi oldu. ABD uyguladığı ekonomik yaptırımlar ile ekonomik krizi tam anlamıyla körükledi. 2017’ye gelindiğinde enflasyon yüzde 1 milyona doğru gitmeye başlamış, halk temel ihtiyaç maddelerine erişemez olmuştu. Muhalefet 2015 yılındaki Ulusal Meclis seçimlerinde çoğunluğu kazandı. Gringo muhalefeti Ulusal Meclis’i Maduro ve Bolivarcı PSUV karşısında bir ikili iktidar organı haline getirmeye çalıştı. Ulusal Meclis’in çıkardığı yasalar, Yüksek Mahkeme tarafından sürekli veto edilince sistem giderek tıkandı.
ABD darbesine giden süreç
Maduro, 1 Mayıs 2017’de yeni bir anayasa yapmak üzere Kurucu Meclis seçimlerine gidileceğini açıkladı. Bu açıklama iki açıdan muhalefeti sıkıştırıyordu. Yeni bir anayasa sürecine girilmesi eski anayasa çerçevesinde yasama faaliyeti yapmakla yetkili Ulusal Meclis’in faaliyetlerinin fiilen askıya alınması demekti. İkinci olarak Kurucu Meclis’in üçte biri sendikaların, mahalle meclislerinin, yerlilerin, öğrencilerin, çiftçilerin, emeklilerin vb. temsilcileri arasından seçilecekti. Bu kesimler Maduro’ya yüzde yüz bağlı olmasa bile Amerikancı ve sağcı muhalefete tamamen karşıydı.
Önce Temmuz ayında Kurucu Meclis seçimleri yapıldı. Ardından Aralık ayında belediye seçimleri gerçekleştirildi. 20 Mayıs 2018’de ise başkanlık seçimleri düzenlendi. Amerikancı ve sağcı muhalefet partileri büyük çoğunlukla bu seçimleri boykot ettiler. Bu süreçte ülkede büyük çaplı kitle eylemleri yaşandı. Eylemlerde onlarca kişi hayatını kaybetti. Tekrar başkan seçilen Maduro’nun yeni dönemi 10 Ocak 2019’da başlayacaktı. Bu tarihten önce Amerikancı ve sağcı muhalefet son darbeyi vurmak için harekete geçti. 5 Ocak’ta Ulusal Meclis’e yeni bir başkan seçti. Juan Guaido isimli bu kişi Ulusal Meclis’in başına getirilmeden önce ABD, Kolombiya ve Brezilya’da temaslarda bulunmuştu. Bu temaslarda darbe süreci planlandı.
Meşruiyet tartışması bitti, saflar netleşti
Guaido, yeni dönemine başlamadan önce Maduro’yu gayri meşru ilan etti. Kendisinin Ulusal Meclis Başkanı olarak anayasa gereği boş kalmış olan başkanlık görevini geçici olarak üstlendiğini açıkladı. Bu esnada bir grup asker darbe girişiminde bulundu. Ancak derdest edildiler. Önce ABD ardından da Kolombiya ve Brezilya ışık hızıyla Guaido’yu başkan olarak tanıdı. Avrupa Birliği ülkeleri ise Maduro derhal seçimlere gitmediği takdirde Guaido’yu başkan olarak tanıyacaklarını açıkladılar. Darbe süreci ile birlikte burjuva parlamenter teamüllere ve hukuk kaidelerine dayanarak meşruiyet iddiasında bulunan Amerikancı ve sağcı muhalefetin tüm maskesi düştü. Hukuki açıdan kimin haklı ve meşru olduğu tartışması sona erdi. Artık bir tarafta Venezuela ile onun meşru yönetimi (Maduro ve PSUV), meşru yasama organı Kurucu Meclis diğer tarafta ise ABD darbesi ve onun kuklaları vardır. Halk giderek Amerikancı ve sağcı muhalefetten uzaklaşmaktadır. Nitekim darbeciler de artık halktan destek istememekte, orduyu darbeye, ABD emperyalizmini de askeri müdahaleye ve ekonomik yaptırımları genişletmeye çağırmaktadır.
Bu yazı Gerçek gazetesinin Şubat 2019 tarihli 113. sayısında yayınlanmıştır.