Teşekkürler, Antonio Caracciolo!

 

 

Amerika’da uzun yol kamyon şoförlerine “teamster” denir. Teamster’ların sendikası hep güçlü olmuştur. Militan işçilerdir. Özellikle 1930’lu yılların Büyük Depresyon koşullarında güçlü eylemler örgütlemişlerdir. Antonio Caracciolo, New Yorklu bir teamster. Adından anlaşılacağı gibi İtalyan göçmenlerin torunu.

BBC bazen iyi gazetecilik yapar. Bu sefer de bir programda önde gelen ABD üniversitelerinden MIT’de öğretim üyesi bir ekonomi profesörü ile kamyon şoförü işçi Caracciolo’yu başkanlık seçimi konusunda tartıştırdı. Profesörün adı önemli değil. Hatta Demokrat mı, Cumhuriyetçi mi o da önemli değil. Standart görüşler savunan biri, her iki anlamda da “piyasa ekonomisti”. Önemli olan karakter Antonio.

Antonio bir Facebook hesabı açmış. Hesabın adı “Teamsters United for Donald J. Trump”. “Kamyon şoförleri birleşin, Trump’ı destekleyin” gibi bir şey. Bizim gibi işçi sınıfına tarihi bir anlamda güvenen, sosyalizm için mücadeleyi işçilere yaslamaya çalışanlar için pek iç açıcı bir manzara değil. İlk bakışta, tipik bir “beyni yıkanmış” Amerikalı işçi dersiniz. Demeyin!

Antonio, öyle sizin bildiğiniz Amerikalılardan değil. Siz onu sınıf bilincinden mahrum, gerici Amerikan siyasi kültürüne teslim olmuş, bu yüzden Trump kadar gerici, belki de faşist (biz ona “serseri mayın faşisti” diyoruz) bir başkan adayını destekleyen, haydi çekinmeyin söyleyin, bir “salak” zannededurun. Ama bir şans verin Antonio’ya. Adamı asmadan bir dinleyin, son arzusu neymiş.

Antonio, ırkçı falan değil. Trump gibi Meksikalılara veya Müslümanlara küfür etmiyor. Benim atalarım da Amerika’ya göçmen olarak geldi diyor. Kapitalizm hayranı falan da değil. Trump’ı “adam kendisi zengin olmuş, bizi de eder” diye beğenmiyor. Antonio, Trump’ı bütünüyle işçi sınıfının maddi çıkarları dolayısıyla destekliyor. Bakın daha şimdiden önyargılarınız sarsıldı. Gerici Amerikan siyasi kültürü falan derken, işçi sınıfı bakış açısı biraz şaşırtıcı.

Antonio’nun Trump’ı desteklemesinin iki dayanağı var. Birincisi şu: ABD’de 1970’li yılların sonundan beri işçi sınıfının yaşam düzeyi geriliyor, ayrıca işsizlik hep bir tehdit. Antonio’ya göre, bunun ardında, geçmişte güçlü olan sendikaların, sendikasız işçilerin rekabeti dolayısıyla zayıflaması var. Sendikasız işçi arzının esas kaynağı ise kaçak göçmen işçiler. Öyleyse, kaçak göçü durduracağını, bu amaçla ABD-Meksika sınırına duvar dikeceğini taahhüt eden Trump, işçi sınıfının çıkarları açısından en iyi adaydır.

İkinci bir nokta daha var. Antonio’ya göre, ötekiler hep “lobiler”den para alıyor. Oysa Trump zengin. Kendi masraflarını kendi cebinden karşılıyor. Bu yüzden de kimse onu satın alamaz. Halbuki ötekiler hep “lobi” yapanların parasını alıyor. Sıkı durun: Hillary Clinton’ın Wall Street’le arası iyi. Marco Rubio (yani Cumhuriyetçi Parti’de parti aygıtının beğendiği en güçlü aday) milyarder Koch biraderlerden para alıyor. Durun durun, Antonio’nun o kadar da uyutulmuş bir işçi olmadığı ortaya çıkmıyor mu? “Lobiler” dediği büyük şirketler. Koch biraderler Amerika’nın gericilik finansörü büyük zenginleri. Wall Street’i tarife ne hacet? Antonio kendi işçi sınıfı çıkarlarını şuna buna, Meksikalılara, Müslümanlara falan karşı tanımlamıyor; tam tamına sermayeye ve burjuvaziye karşı tanımlıyor!

“Tamam ama” dediğinizi duyuyorum, “adam sınıf çıkarları uğruna kapitalistin tekini, üstelik de en gericisini destekliyor. Salak yani.” Biraz sabırlı olun. Öykümüz devam ediyor.

İkinci Perde: Bernie Sanders sahneye girer

Antonio, ABD’nin belki de bir yüz yıldır gördüğü en sağcı, en gerici adayı bu minvalde savunurken, birden bire hiç beklenmedik bir şey oluyor. “Ötekiler lobilerden para alıyor, Trump kendi parasını kullanıyor” derken birden kimse sormadan kendiliğinden “Bernie Sanders’ı çok takdir ediyorum, bakın hiç zenginlerden para alıyor mu?” diyiveriyor. Burada kısacık bir bilgi: ABD seçimlerinin bu beklenmedik “sosyalist” şahsiyeti, şirketlerden, “lobiler”den, Wall Street’ten para almıyor. Seçim kampanyası için aldığı bağışlar ise kişi başına ortalama 36 dolardı en son duyduğumuzda. Bunun anlamı açık değil mi? Yoksullar ve öğrenciler para veriyor Sanders’a. Oysa mesela Cumhuriyetçi Parti’nin havlu atan aday adaylarından Chris Christie’ye bir bağışçısı iki milyon dolar (doğru okudunuz!) vermiş. Herkes alay ediyor tabii bu tuzu kuru şahsiyetin parası çöpe gittiği için. Yani Sanders yoksulların adayı. Hillary Clinton’ı da en çok yaptığı konuşmalar karşılığında Wall Street’ten büyük paralar almakla suçluyor. Hillary, “ama ben bu yüzden fikirlerimden vazgeçmiyorum” diyor. Yerseniz!

Biz Antonio’ya dönelim. Oyunumuzun baş karakteri, bıraktığımız noktada, en sağcı adayı desteklerken birdenbire Amerika’da iki büyük düzen partisinin saflarında ilk kez görülen, kendini “sosyalist” olarak niteleyen adaya “takdirleri”ni bildiriyor. Siz yine diyeceksiniz ki, “canım şirketlerden para almamasını takdir ediyor, bak ona oy veririm demiyor.” Yine acele ettiniz! Antonio, söz Sanders’dan açılınca ekliyor: “Ben aslında oyumu ona verirdim, ama adamı ‘komünist’ ilan ettiler, seçimi kazandırtmayacaklar. O yüzden ben de Trump’a oy vereceğim.” Ha, şimdi durun işte. Geri Amerikalı işçi, gerici siyasi kültürün tutsağı, muhtemelen ırkçıdır, falan filan deyip duruyordunuz, adam birdenbire “sosyalist” adaya oy verebileceğini, ama gerçekçi olmadığı için vermeyeceğini söylüyor. Bu kadarı biraz fazla değil mi? Sonra duruyor ve ekliyor: “Sendikalı işçilerin yüzde 60’ı kazanma ihtimali olsaydı Bernie Sanders’a verirdi oyunu”!

Teşekkürler, Antonio Caracciolo! İşçi sınıfının kendi yanında olan, hiçbir ikircikliliğe düşmeksizin Wall Street’e, bankalara ve tekellere saldıran, asgari ücrete aniden yüzde 60’tan fazla bir artış getirmeyi vaat eden bir adaya, o güne kadar adını bile duymamış olduğu halde yakınlık hissetmesi, bu sınıfın sosyalizme nasıl kendi nesnel maddi konumu dolayısıyla yatkın olduğunu göstermek bakımından biz Marksistlere büyük hediye. Antonio ve öteki sendikalı işçiler “salak” oldukları için değil, rasyonel bir hesap yaptıkları için belirli türden oy kullanma eğilimleri gösteriyorlar. Kendi çıkarlarına en çok hangi adayın hizmet edeceğine bakıyorlar. Sonra onlar arasından hangisinin sermayenin has adaylarına karşı şansı olduğunu hesaplıyorlar. Bu akıl yürütme tarzına “safdil”, “uyutulmuş”, “salak” birinde rastlamak biraz zordur!

Faşizm konusunda kim haklı imiş?

Antonio Caracciolo’ya bir başka meseleye ışık tuttuğu için de müteşekkiriz. Ne demek istediğimizi anlatmak için bir an Üçüncü Perde’yi Avrupa’da, anlatacağımız mesele açısından en tipik ülke olan Fransa’da açalım. Bu sefer sahneye giren Front National (Ulusal Cephe) adlı ön-faşist (yani hızla hakiki bir faşizme dönüşme potansiyeline sahip) partinin başkanı Marine Le Pen. Bayan Le Pen, birkaç ay önce düzenlenen bölge seçimlerinde Nord-Pas de Calais-Picardie olarak adlandırılan seçim bölgesinde ilk turda yüzde 40’ın üzerinde bir oy oranıyla birinci geldi. Bu bölge, Emile Zola’nın Germinal’indeki grevci madencilerin bölgesi. Bu bölge, Fransa’nın sanayi proletaryasının en gelişkin olduğu bölgelerden biri. Bu bölge, Fransız Komünist Partisi’nin bütün 20. yüzyıl boyunca en güçlü olduğu bölgelerden biri. Kısacası, komünizmin tarihi kalelerinde, işçi sınıfının bağrında şimdi faşizme yatkın bir parti müthiş güçlenmiş durumda. Üstelik bu 20-25 yıldır devam eden bir eğilimin doruğu ve yükseliş devam ediyor. Yani akşamdan sabaha olmadı bu büyük dönüşüm.

Fransız solunun büyük reformist çoğunluğunun, sosyal demokratıyla, sözde komünistiyle, bu dev soruna yanıtı, “birlik olalım” oluyor. Bir düzeyde “solun birliği”. Oysa biz devrimci Marksistler yıllardır, onyıllardır diyoruz ki, Avrupa Birliği’nin Brüksel’den dayatılan neoliberal politikalarına şevkle boyun eğen, piyasacı bir modernizasyondan başka dili olmayan sol liberal bir sözde “Sosyalist”, özde sosyal kapitalist parti ile birlik olmak demek, işçi sınıfını sermayenin neoliberal taarruzu karşısında çaresiz ve silahsız bırakmak demektir. Dolayısıyla, sermayenin bir aracı gibi davranan sol liberallerle birlik, faşizmin işçi sınıfı içinde önünü açmaktır. Nitekim, Marine Le Pen ve partisinin ekonomi politikası tipik bir reformist sol partinin işçi çıkarlarını savunan politikasıdır! İşçi sınıfı onu bundan dolayı destekliyor.

“Birlik” teranesi burada da kalmıyor. “Solun birliği”nin dışında bir de “cumhuriyetçi birlik” diye bir ucube var. Burada, faşistlerle mesela ırkçılıkta ancak derece farkı gösteren, İçişleri Bakanı iken Arap ve siyahi gençlerin ancak böcek ilacıyla yola getirilebileceğini savunmuş olan Nicolas Sarkozy ile faşizme karşı (!) birleşme söz konusu! Artık sol (nasıl bir solsa!) sadece liberalizmin değil, canıyla kanıyla burjuva sınıfının yanında demektir! İşçi nasıl sola versin? Liberal AB’ye ve sağla aynı politikayı izleyen sola verip veriştiren Marine Le Pen’e veriyor oyunu.

Biz devrimci Marksistler hep solun faşizmin ve ön-faşizmin yükselişine karşı ancak liberalizmden ve burjuvaziden kesin bir kopuşla işçi sınıfına gerçek bir seçenek sunarsa başarılı olabileceğini savunduk. Tabii reformistler, sol liberaller, çevreciler bizi “sekter” olmakla suçlayacaklardır. “Faşizm karşıtı güçleri” bölmekle. Oysa onların önerdiği sınıfın birliği değildir. Burjuvaziyle birliktir! Hillary Clinton’ın Amerikan işçisine önerdiğinin Wall Street’le birleşik cephe olduğu gibi!

Şimdi Antonio Caracciolo, bütün dünyanın önünde, bizim bakışımızın nasıl “sol hayalcilik”, “sekterlik”, “işçinin gerçek dünyasını görmezlikten gelmek” olmadığını, tam tersine işçi sınıfı gerçekliği üzerinde yükseldiğine tanıklık etmiş oldu. Serseri mayın faşistini destekleyen bu işçi, kendine “sosyalist” diyen bir sol aday biraz daha güçlü olabilse onu destekleyecek! “Sosyalist” veya “komünist” ABD’de aleyhte işleyen bir ad olabilir. Fransa’da katiyen! Marine Le Pen’in seçimde birinci çıktığı bölgenin insanı, önemli bir çoğunluğuyla onyıllardır komünist ve sosyalist adını taşıyan adaylara oy vermiş zaten!

Kısacası, faşizme karşı panzehir, işçi sınıfının çıkarlarını merkeze alan, burjuvazinin neoliberal programına en ufak bir taviz vermeyen bir politik hattır. Antonio, farklı bir ortamda, sosyalizmin olsa olsa şansının daha düşük olacağı bir siyasi iklimde bile bunun doğru olduğunu kanıtlamıştır. Bir kez daha teşekkürler, Antonio Caracciolo!

Antonio aldanmıyor mu?

Antonio’ya çok teşekkür ettik. Bize doğru yolu gösterdiği için değil. İşçi sınıfının tarihsel soldan ne beklediğine tanıklık ettiği için. Durum berraktır: Kapitalizmin dünya çapında kriz içinde olduğu bir çağda, kibar demokrat sol, postmoderniyle, sol liberaliyle, sosyal demokratıyla, sözde komünistiyle, işçinin emekçinin yaşadığı ağır sorunlara kayıtsız kalıyor. Şu ya da bu düzeyde, sermayenin işçiler ve emekçilere karşı sürdürdüğü neoliberal taarruzla bütünleşiyor.

İşçi emekçinin sorunlarına yanıt olarak iki program ileri sürülüyor: Faşist ya da ön faşist program ve sosyalist program. İlki, birçok demagojik vaadin yanı sıra her ülkenin işçi sınıfına esas sorunun göçmen işçiler olduğunu, göçmen işçinin Amerikalı ya da Fransız işçinin aşına işine ortak olduğunu, konut kiralarını yükselttiğini, sosyal harcamalara paydaş olarak sosyal hizmetleri zaafa uğrattığını falan anlatıyor. “Onlar geliyor, bize kaynak kalmıyor” diyor. İşçi sınıfına ırkçılığa sarılmayı öğütlüyor. Böylece her ülkenin işçi sınıfını başka ülkelerin, özellikle de zengin ülkelerin işçisini yoksul ülkelerin işçisiyle karşı karşıya getiriyor. Dikkati esas sorumlu olan burjuvaziden ve kapitalist sistemden uzaklaştırıyor. Oysa faşist ya da ön-faşist partiler esasında burjuva partileri. Büyük sermaye konusunda, Wall Street konusunda ya da AB konusunda ne demagoji yaparlarsa yapsınlar, küçük patronları (KOBİ diye anılanları) ve küçük burjuvaziyi (esnafı) daha iktidara geçmeden bile savunmak zorundalar. Bu yüzden daha şimdiden yalpalıyorlar. Sosyalistler ciddi bir anti-kapitalist, işçi sınıfı yanlısı politika güdebilse, bunların çelişkilerini işçiye emekçiye göstermek mümkün. Yani Antonio, Trump konusunda çok yanılıyor. Ama kimse ona Trump’ın ırkçılığının zararlarını, işçi sınıfını bölüp birbirine düşürdüğünü, daha da ötede kendisinin de bir mensubu olduğu kapitalist sınıfın savunucusu olduğunu anlatmadığı için. Onun serseri mayın faşizminin balonunu sınıf diliyle patlatmadığı için. İşçi sınıfı Amerika’da Hillary’ye kolay kolay inanmaz. Fransa’da da Hollande’lara, Sarkozy’lere. İstedikleri kadar “cumhuriyetçi birlik”ler kursunlar!

İkinci program faşizmle mücadelenin tek gerçek programı. Kapitalizmin büyük krizinin sarstığı, geçmişe göre çok gerilere savurduğu işçi sınıfına mücadele yoluyla bütün mevzilerini geri alma, güçlendikçe orada da durmayarak iktidar için kavga verme yönelişini sunan bir sosyalist program. Bugünden “sosyalizm ve devrim” diye bağırması gerekmiyor. Geçiş talepleri mantığı içinde işçiyi içinde bulunduğu bilinç durumundan alarak ileri taşıyan, mücadelenin koşulları izin verdiğinde sıçramalı biçimde sosyalizmle donatan bir program. Bu yaklaşımı bugün Avrupa’da ve Amerika’da bir tek henüz zayıf akımlar hâlinde çalışmak zorunda olan devrimci Marksist (Trotskist) hareketler savunuyor. Zayıf oldukları için de Antonio’lara kolay erişemiyorlar. İşçi sınıfının sadece bir kesimine ulaşabiliyorlar. Öteki sosyalist ve sözde komünist akımlar ise devrimci Marksistleri yalnız bırakıyor. Aklı başında sosyalist, Antonio’ya ve öteki teamster’lara kızmaz. Aklı başında sosyalist tarihi görevini yerine getirmeyen öteki sosyalistlere kızar. Sosyalist hareketin kendini Antonio’ya inandırıcı bir düzeyde tanıtmasına engel olanlara. Bakın, kendini duyurunca Antonio nasıl Sanders’a yüzünü çevirmiş! Akıllı sosyalist, insanlığın yaşadığı çıkmazda, çağımızın krizinde devrimci önderlik sorununun merkezi bir yer tuttuğunu görür ve onu çözmeye çalışır. Her türlü esneklikle, ama devrimci örgütün inşasını hep merkezde tutarak!

Yani Antonio elbette aldanıyor. Hem de çok! Trump işçi sınıfı için kurtuluş değil felakettir. Bizim söylediğimiz sadece şudur: Antonio’nun aldanmasının sorumlusu sosyalist harekettir!

Trumpgiller bizde de var!

Kambersiz düğün olmaz. Faşist ya da değil, gerici partiler birçok yerde olduğu gibi Türkiye’de de oylarını hali vakti yerinde, iyi eğitim görmüş sosyal ortamlardan değil, işçi-emekçi dünyasından alırlar. Bugün AKP’nin de, MHP’nin de sosyal tabanı, CHP’ninkinden kat kat daha emekçi, daha yoksul, daha eğitimsizdir. O zaman bütün farklar bâki kalmak kaydıyla, Antonio Caracciolo’nun bizim ülkemize de öğretecek bir dersi var. Yıllardır söylüyoruz: AKP’nin emekçi oy tabanını kazanmadan Tayyip Erdoğan ve AKP’yi yenilgiye uğratamazsınız. O tabanı kazanmanın yolu da, o kitlenin din tarafından nasıl uyutulduğunu anlatmak değildir! Onları Tayyip Erdoğan ve partisinin onlara veremeyeceği bir şeyle kazanmaktır: İşçi sınıfının sermaye karşısında savunulması.

Sınıf politikası sadece sosyalizmi iktidara getirmek için değil, gericilikle mücadele etmek için de en geçerli araçtır.